Osmanlı'nın Tarihini yeniden yazmak neyi değiştirir? Aslında saçma bir soru. Çünkü asıl cevaplanması gereken ve cevabı daha kolay bulunabilecek soru "neyi değiştirmez?" olmalı.... Her iki soruya da kolaylıkla cevap vermek mümkün değil... Aslında pek çok kişinin öfkesinin ardında, cevabın zorluğu ve getireceği külfetin ağırlığından duyulan korku yatıyor.
Çünkü tarih sadece geçmişi öğrenmek için okunmaz. Tarih meraklıları hem gerçeği, hem ilmi ciddiyeti, hem bugünle geçmişin bağlarını hem de geleceğin ipuçlarını algılar okurken ve araştırırken...
Tarihçilerin Kutbu unvanına sahip Prof. Dr. Halil İnalcık gibi bilge tarihçiler, "ne fark eder?" tartışmalarına kafa yormak yerine bilim adamlığının gerektirdiği ciddiyet ve namusla olayları olgulara göre değerlendirmek ve olduğu gibi topluma sunmaya çalışırlar. Metodolojiye sadık Halil İnancık, "Ben eğer şöhretli bir tarihçi isem, sebebi tarih metodolojisine sadakatimdir"
KİTAPTAN...
".... İşte sözün burasında akla, Osman Gazinin nasıl olup da uçlarda diğer gazileri ve toplumun etkin unsurlarını toparlayabildiği ve onları yönlendiren bir lider durumuna yükseldiği sorusu gelmektedir. Anadolu Selçuklu sultanlarının Anadolu'nun siyasal birliğini sağlayan merkezi otoritelerinin zaafa uğradığı ve gaza politikasını yürütemez duruma düştüğü bir sırada, irili ufaklı yirmi beşi aşan beylik içinde Osmanlı'yı öne çıkaran Osman'ı nasıl değerlendirebiliriz? Bu gibi değişim dönemlerinde sivrilen liderlerde genellikle karizmatik özelliklerin bulunduğu ileri sürülür. Nitekim Max Weber, karizmatik otorite üzerinde durmuş ve bunun kaynaklarını, bu güce sahip liderlere tabi kitlelerin, karizmatik gücü algılayışını ve ona dayanarak liderin statüsünü meşrulaştırmasını irdelemiştir Weber'e göre "karizma" terimi, bir kişinin sahip olduğu olağan dışı güç ve özelliği açıklar. Bu gücün, ona tabi olanlar tarafından ilahi kaynaklı addedildiği üzerinde durur. Bu özelliğe ve güce sahip insanların mucizevi başarılar kazandığına inanıldığını; içinde liderliğe yükseldiği grubun diğer üyeleri arasında kutsanacak derecede önem kazandıklarını vurgular. Bu tür güç sahiplerinin, içinde bulundukları grubun bürokratik örgütlenmesinden kaynaklanan yetkinin ötesinde bir değer taşıdıkları ve bu yönüyle olağan yetki sahiplerinden farklılaştıklarını belirtir." hayykitap 0212-3520050 - www.hayykitap.com |
Hayyykitap yayınlarının neşrettiği Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak, KURULUŞ adlı eserin editörü Elif Ayla itabın önsözünde konuyla ilgili olarak şunları dile getiriyor: "Biz Prof. Dr. Halil İnalcık'ın "Osmanlı Devleti 27 Temmuz 1302'de kurulmuştur" söyleminden yola çıkarak bu kitabı hazırlamaya başladığımızda etraftan da farklı sesler duyduk. Birileri çok kızgındı. Yüzlerce yıllık bir kabul üzerinden reddiye düzmekti yaptığımız. Hem şehirlerindeki mezar taşları deliliydi Osmanlı'nın kuruluşunun, hem de ne fark ederdi, ne zaman kurulduğu... İşte bu nokta, durup düşündüğümüz yerdi. Fark etmez miydi sahiden?
Bu kadar incelemek akıl kârı değil, bunlar çok ince detaylar derken ana hatlarını yitiriyorduk ilmin ve bu yitiriş ilmin ciddiyetini alıyordu üzerimizden. "İlim tasniftir" diyor bir Arap atasözü. Bu haliyle düşünme şeklimiz evlerimizin dağınıklığına benziyor. Bir insan, hayatının en güzel zamanlarını kütüphanelerde, arşiv odalarında geçiriyor, bir gerçeğe ulaşıyor. Küçük bir detay bile olsa yakalanan, ilim için önemlidir, ilmi ciddiyet tarihin üzerindeki toz bulutunu dağıtacaktır. Şimdiye kadar oryantalist okumalar yaptık. Atalarımız at üzerinde nesiller boyunca dünyanın farklı köşelerine kılıç ve kalkan götürmüşlerdi. Neresi denk gelirse, dünyanın hangi bölgesi zayıflamışsa, oraya gidip almışlardı. Gazete kağıdı üzerine dökülen yağ misali idi fetihlerin mantığı. Böylece basit bir fütuhattı yapılan"
Halil İnalcık'ın konuyla ilgili, "Tarih: Sadece tarihten ibaret midir?" ve Osmanlı Beyliği'nin kurucusu Osman Beg" başlıklı iki önemli makalesini içeren kitap aynı zamanda dört farklı imzadan dört önemli makale daha içeriyor.
Hasan Soyguzel'in kuruluşun metodolojik ve kavramsal tarihini yaptığı "Metodoloji bilinmezlik mağarasının haritası", Özer Ergenç'in Osman Gazi'nin liderliğinin ve karizmasının ortaya çıkışını konu edinen "Osmanlı Devletine ruh üfleyen nefesler", Yusuf Oğuzoğlu'nun Yalak-Ova Savaşı ya da Osmanlı Hanedanı'nın doğuşunu konu edinen, "Bir savaş, bir doğuş" ve Yakup Bilge Koçal'ın kuruluşu yeniden düşünmeyi konu edinen "Yarınki Türkiye'nin Osman Bey'den Öğrenecekleri" makalelerini de içeren kitap, "Osmanlı Devleti'nin Kurucusu Osman Gazi'ye, Alplere, Ulemaya ve onun tüm yol arkadaşlarına ithaf edilmiş...
"Bu kitap 27 Temmuz 2009 tarihinde Yalova'da düzenlenen ve özellikle yurtiçinde geniş yankı uyandıran Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Tarihi Uluslararası Sempozyumunun yarattığı sinerjinin ürünüdür" diyen Hasan Soygüzel, hafife alanlara hak verenlere konunun önemini şöyle ifade etmeye çalışıyor: " Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşu, modern tarih yazıcılığında büyük bir mesele olagelmiştir. Selçuklu-Bizans sınırındaki küçük bir uç beyliğinin nasıl olup da yeniçağların en güçlü imparatorluklarından biri olduğu halen tarihçileri şaşırtmaktadır.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna ilişkin bir başka merak alanı da hangi tarihte, hangi tarihi olay neticesinde ve nerede kurulduğu meselesidir. Bu merakın bilimsel bir temelde ve şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde giderilmesi; aynı zamanda tarihin milletimizin omuzlarına yüklediği bir sorumluluktur. "Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu" konusunun tarihçilerin kendilerini çekim alanından kurtarmakta zorlandıkları "efsunlu" bir cazibesi vardır. Fuat Köprülü ve Paul Wittek gibi kurucu babalar; onların öğrencileri Halil İnalcık, V. L. Menage gibi ikinci kuşak, bu sonuncuların öğrencileri Collin Imber, Rudi Paul Lindner ve nihayet Cemal Kafadar gibi diğer tarihçiler bu efsunlu dünyanın önde gelen konuklarındandır. Hiç şüphesiz bu alanın en kadim mensubu ülkemizin yetiştirdiği değerli fikir ve bilim insanı Prof. Dr. Halil lnalcık'tır..."
Tanıtım yazımızı, Yakup Bilgi Koçal'ın Kuruluşu Yeniden Düşünmek başlıklı makalesinden bir alıntı ile noktalayalım: "... bu gelişmeler netice olarak, son yüzyılın kalkınma paradigmasını kökünden tahrip ederek, "kalkınma" söylemini emperyalizmin bir aldatmacasına dönüştürüyor. Dün ve bugünün üzerine yaptığımız bu tahliller, geleceği inşa ederken iki kavramı esas almamız gerektiği sonucunu üretiyor. Biri, "nitelikli emek", diğeri ise "katma değer."
Bizim halkımız yüzlerce yıldır kardeştir. Mesela "ozan" veya "aşık" kültürü, bu kardeşliği, birliği ve sevgiyi kentten kente taşıyanın, çarşı-pazarda, loncada, tarikatta oluşturan ve aktaran araçtır. Tarih için Anadolu kentleri, İpek Yolu üzerinde bulunmanın yarattığı fırsatı da iyi kullanarak, her çeşit insana açık olmuştur. Bizim insanımız hiç kompleks duymadan sadece ticaret yapmamış, kültür değiş tokuşu-na da açık olmuş; beraber eğlenip sevmiş ve aile olmuştur. Halkımız Mevlana gibi aşk felsefesinin büyük değerler geleneğinden geliyor. Yunus'lar, Hacı Bayramlar bu toprakların en yüksek değerleridir. İpek Yolu'na egemen olan Osman Bey, altı asırlık bir cihan devletini kurdu. Geleceğin güçlü Türkiye'sini kurmak için "Bilgi Yolu"na egemen olmak gerekiyor. Bu sebeple 27 Temmuz 1302'nin verdiği tarihsel sorumlulukla Türkiye ve dünya için "Küresel Bilişim Şehirleri" hedefine sahip olmak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Nurettin Topçu yarınki Türkiye'nin kurucularını "Yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verenler" diyerek anlatıyordu. Yarınki Türkiye'yi inşa etmek için Anadolu'daki "aşkı" yeni yollarla ifade etmemiz gerekiyor..."
(Haber 7)
Kitapla ilgili teknik bilgiler ve internet üzerinden sipariş şartları