Başbakan’ın danışmanı Cüneyt Zapsu’nun yazar kızı Hande Zapsu, 1983 yılında İstanbul’da doğdu. Çocukluğunu Münih ve İstanbul arasında geçirdikten sonra, üniversite için Amerika’ya gitti. Babasının izinden giderek Boston’da Tufts Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Felsefe okudu. Mezun olup bir yılını Miami’de geçirdikten sonra İskoçya’ya taşındı. Şu anda Edinburgh Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık üzerine doktora yapıyor. Biri çocuk kitabı üçü vampir üçlemesi olmak üzere dört kitabı bulunan Zapsu’nun Mina Hepsen adıyla yazdığı ‘Eflatun Şafağın Kokusu’ adlı kitabı, Doğan Kitap tarafında bu ay İngilizce’den Türkçe’ye çevrildi.
Kitaplarında Mina Hepsen adını kullanan Zapsu, yazdığı kitabında Mevlana’dan alıntılar yapan Osmanlılı bir vampirle kör bir karaktere yer veriyor. Hürriyet'ten Zeynep Bilgehan da, Hande Zapsu ile Osmanlı'da vampir hikayelerini konuştu.
Vampirlerle ilgili ikinci kitabınız ‘Kan Kırmızısı Ay’dan sonra, üçüncüsü ‘Eflatun Şafağın Kokusu’ da Türkçe’ye çevrilerek yayınlandı. Vampir hikayeleri hep popüler olmuştur ama bu dönem özellikle çok revaçta. Siz nasıl başladınız vampir hikayeleri yazmaya?
İlk vampir öykümü yazdığımda 10 yaşımdaydım. Renkli kalemlerle kargacık burgacık bir yazıyla yazmıştım. Her sayfaya küçük çizimler ekleyip, öykü tamamlandığında sayfaları birbirine zımbalamıştım. Ön ve arka sayfayı da paket kağıdıyla kaplayıp ilk kitabıma bir isim verdim; ‘Erkek Kardeşim Bir Vampir’. Sonra devamı geldi işte..
Sizin kitaplarınızı diğer vampir hikayelerden ayıran en belirgin fark nedir?
Bu aralar popüler vampir hikayelerinin geçtiği yerler küçük Amerikan kasabaları. Bense vampirlerim için Victoria dönemi İngiltere’sini seçtim. Bana göre bu dönem eski ve yeni ile atlar ve arabalar arasında kalmış, büyüleyici bir tarihi dönem. Bunun dışında bir çok hikayenin aksine bendeki vampir ölümsüz değil. Benim vampirlerim bir evrimleşme sürecinin ürünü ve 600 yıla kadar yaşayabiliyorlar; fakat çoğu bu kadar uzun süre dayanamıyor. Sadece gerçek aşkı bulan vampirler hayatlarının sonuna kadar yaşayacak gücü bulabiliyor.
Özellikle yabancı yazarların vampir hikayeleri genelde dini konuları da içerir; kutsanmış sular, haçlar... ‘Eflatun Şafağın Kokusu’ndaysa vampirlerden biri Türk. Bize biraz Osmanlılı vampir İsmail’i anlatabilir misiniz?
İsmail ilk romanda, romanın ana karakteri Alexander’ın yakın arkadaşı ve eşiti olarak yer alıyor. Yani büyük bir güce sahip bir vampir lideri ama İsmail’in asıl olarak vurgu kazanması ikinci romanla oldu. Her ne kadar yine bir arkadaş ve rehber rolüyle sahnede yer alsa da bu kez hikayenin tümüyle daha çok ilişkili. İsmail karakterine gerçekten düşkünüm. Avrupa’nın birçok bölgesindeki Türk imajının bu kadar dışına çıkan bir Türk vampir karakterini romanlarıma eklemek gerçekten de zevkliydi.
Üstelik ana karakter Patrick maço bir tavır içinde; sevgilisinin çalışmasını istemiyor, dekolte giydirmiyor. İsmail’se Patrick ile karşılaştırılınca daha rahat. Huzur istiyor, Mevlana’dan sözler veriyor. Hedefiniz, bu bahsettiğiniz yabancıların kafasindaki Türk imajını değiştirmek miydi?
Uzun yıllar boyunca Almanya, Amerika ve İngiltere’de yaşadım. Bu süre boyunca Türklerin ve Türkiye’nin kötü ve yanlış tanıtıldığına çok kez şahit oldum. İnsanlar bazen olumlu bazen de olumsuz yönde önyargılıdırlar. Biz, bildiklerimize göre tavır alırız. Bu da bize verilen bilgiler doğrultusunda birini sevdiğimiz ya da sevmediğimiz anlamına gelir. İşte bu nedenle romandaki Türk karakterin bilge olmasını istedim. Barışı ve sevgiyi yücelten, maneviyatı yüksek bir adam olması benim için önemliydi. Vampirler arasında İsmail örnek alınabilecek, iyi fikirler veren ve kahramanları uyaran tek karakter. Karakterlerim arasında en oturmuşu da o; Türkler hakkındaki önyargıların arasından sıyrılması gereken bir Türk.
Kitabınızda hafif de olsa cinsellik, kötü muamele, pedofili gibi konular geçiyor. Baş karakter görme engelli. Fantastik bir hikayede çok rastladığımız öğeler değil bunlar...
Vampir üçlememle bu türün sınırlarını zorlamayı amaçladım. Her türde olduğu gibi romanlarda da yazılmamış belli kurallar vardır. Örneğin başkarakter, okuyucu tarafından sevilecek bir karakter olmalıdır gibi...Yıllar içinde, yazdığım türün boyutlarını öğrendim. ‘Eflatun Şafağın Kokusu’ ile bu türün sınırlarından birini zorlamak istedim. Bundan dolayı kör bir başkarakter yarattım. Oturma odamda gözlerim kapalı saatlerce oturup görmüyor olmanın nasıl bir şey olacağını anlamaya çalışarak uzun vakitler geçirdim. Zorlayıcı ama beni geliştiren bir deneyim oldu.
Hikayede oldukça hareketli bölümler de var. Film yapımcıları için ideal bir hikaye olabilir...
Romanlarımın filme uyarlanması gerçekten sıcak baktığım bir proje. Bu konuda özellikle şunu belirtmek isterim; İstanbul karşıtlıkları ve çeşitlilikleriyle vampir hikayeleri için yaratılmış bir sahne gibi. Vampirler hakkında İstanbul’da geçen bir dizi ya da sinema serisi harika olur diye düşünüyorum.
BABAM BANA HEP “BİR GAYEN OLSUN” DERDİ
Büyük, çok çocuklu, çok sesli bir ailede büyüdüm. Kardeşlerim ve kuzenlerim dışında evde mutlaka birileri olurdu; arkadaşlar, komşular... Hep sıra sıra rengarenk ayakkabılar dururdu kapıların yanında. Amerka’ya üniversite eğitimim için gittiğimde o alışılmadık sessizliği doldurmak için kafamda sesler, karakterler oluşturmaya başladım belki de... Çok hayal kurdum.