İsrail’le yaşanan "alçak koltuk" krizinin, bu ülkeden gelen özürle birlikte kapandığını belirten Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Devletin ve milletin onurunu pazarlık konusu yapmayız" dedi. Davutoğlu, Ermenistan’la imzalanan protokol, İsrail’le yaşanan kriz, Afganistan ve Pakistan’daki durum, Yunanistan’la olan ilişkiler ve Kıbrıs konusunda önemli değerlendirmelerde bulundu.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Çırağan Sarayı’nda NTV’den Nermin Yurteri’nin sorularını yanıtladı.
Afganistan meselesi ile başlayalım, neler konuşuldu burada bugün? Türkiye’nin rolü ne olabilir?
AKPM başkanlığına Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun seçilmesi hepimiz için bir iftihar meselesidir. Öncelikle kendisini tebrik ediyoruz. İkincisi de Sayın Şakir Eczacıbaşı’nın vefatı... Ona da Allah rahmet eylesin diyoruz, ailesine başsağlığı diliyoruz.
AFGANİSTAN’DA YAPRAK KIPIRDASA...
Afganistan konusu birçok açıdan önemli; hem bölgesel dengeler açısından hem küresel barış açısından önemli. Bir kere Afganistan, Türkiye’nin en kardeş en dost ülkeleri sıralaması yapılsa en başında gelecek ülkelerden birisi. Afganistan’da bir yaprak kıpırdasa ve bu yaprak bir acı doğursa biz hissederiz. Bir sevinç doğarsa onu da hissederiz. Onun için Afganistan, Türkiye’nin yakın ilgisi içindedir. İkincisi, Asya içindeki dengeler ve bölgesel barış alanında Türkiye’nin yakın ilgi alanındadır. Üçüncüsü de tabii ki, Türkiye NATO operasyonları çerçevesinde Afganistan’da çok önemli görevlerde üstlenmektedir. Bütün bunlar yakın ilgimizi gerekli kılan unsurlar. Biz onun için uzun süreli bir Afganistan stratejisi ortaya koyduk.
Bu stratejinin birinci ayağı Afganistan’daki güvenliğin bütün Afgan halkını kuşatacak şekilde yerleşmesi. Türkiye’nin Afganistan’da yaptığı katkı kesinlikle bir grubun başka bir gruba ya da Afgan halkına karşı bir tutum içinde değil, aksine bütün Afganistanlı kardeşlerimizi kuşatan bir güvenlik anlayışıdır. İkincisi askeri alan dışında çok kapsamlı bir ekonomik kalkınma programı uyguluyoruz. Cumhuriyet tarihimizin en kapsamlı ekonomik yardım programı son 4 yıl içinde Afganistan’a uygulanıyor. Başbakanımızın ziyareti sonrasında 200 milyon dolarlık kapsamlı bir program harekete geçirildi ve yaptığımız çok sayıda okulda 50 bine yakın Afgan çocuk okuyor. Hastanelerde 1 milyona yakın hasta tedavi gördü.
’ASYA’NIN KALBİ’
Türkiye, Afganistan, Pakistan arasında geleceğe dönük bir ortak vizyon oluşuyor. Bugün bölgesel bir toplantı yaptık. Başlığı ’Asya’nın Kalbi’ konferansı. ’Asya’nın Kalbi’ ifadesi büyük şair, Pakistan’ın doğuşuna öncülük eden büyük şair Muhammed İkbal’in Afganistan için kullandığı bir tabir. ’Asya bir bedense Afganistan onun kalbidir’ der. Biz de küresel dengelerin ve Asya’nın kalbinin Afganistan’da olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bütün bölge ülkelerini Afganistan konusunda ortak bir pozisyonda tutmaya çalışıyoruz.
HER BİR FERDİYLE KARDEŞ ÜLKE
Güvenlik alanında risk oluşturan faktörlerin azaltılması lazım. Bunun sağlanması içinde siyasal sürece katılma iradesi gösteren herkesin siyasal sürece katılmasını temin etmek lazım. Kriter bu olmalı. Burada tabii temel kriter, Afgan vatandaşı olmak yani El Kaide gibi yapılar vesaire değil. Sayın Karzai’de bu görüşte. Afganistan bizim için her bir ferdiyle kardeş bir ülkedir. İstiklal Harbi’ni başlattığımızda biliyorsunuz o zaman Hindistan, Müslümanları kendi aralarında büyük bir kampanyayla bize maddi destek sağladılar. Hanımlar yüzüklerini sattılar. Aynı günlerde 1921’de Gazi Mustafa Kemal’in Fevzi Çakmak’a yazdığı bir talimat mektubu var. En seçkin subaylarımızdan bir öncü grubun Afganistan’a gönderilerek Afganistan ordusunun güçlendirilmesine katkıda bulunmak üzere gitmişlerdir. Kendi toprağımız işgal altındayken Afganistan toprağı da bizim ilgi alanımız içinde olmuştur. Dolayısıyla bizim şimdi de bakışımızdaki temel duygu, his budur. Kim olursa olsun Pakistan da bu şekilde. Afgan kardeşlerimizin birbirleriyle kucaklaşmasında her türlü katkıya biz hazırız.
’YA BÖYLE GELMİŞ BÖYLE GİDER’ YA DA...
Ermenistan konusunda tam olarak sizi bu süreçte rahatsız eden nedir?
Bizim bütün bu süreçlere bakışımız bir vizyona dayanır. Geçen sene bu aylarda ortada protokol yoktu, olumlu gelişmeler yaşanmamıştı. Birtakım tarihi önyargılar, jeopolitik dengelerden kaynaklanan sıkıntılar, işgaller var vs. Ya ’Böyle gelmiş böyle gider’ diyeceksiniz ya da değiştirmeye çalışacaksınız. Değiştirdiğinizde o tablonun oluşmasında ya da oluştuktan sonra çıkan durumdan menfaatlenen gruplar rahatsız olmaya başlar. Mesele burada kararlılık göstererek bu vizyona doğru hareket etmek. Bizim vizyonumuz belli daha öncede anlattık. Biz üç şeyi aynı anda gerçekleştirmek istiyoruz.
ÖNYARGILARININ ORTADAN KALKMASINI İSTİYORUZ
Bir, Türkiye ile Ermenistan’ın iki ulus devlet, komşu olarak aralarındaki kalıcı barışın sağlanması, güvenin sağlanması. İkincisi, dünyanın neresinde olursa olsun, Türklerin ve Ermenilerin tarihte asırlardır bir arada yaşamış gruplar olarak anlaşabilmesini, konuşabilmelerini sağlamak. İki milletin birbiri ile olan önyargılarının ortadan kalkmasını temin etmek. Üçüncüsü de bölgemizde Kafkasya’da kalıcı istikrarın önünü açmak. Bu süreç bunların hepsine büyük katkı sağladı.
2005 yılında tek parti olarak Sayın Saşbakanımız, Cumhuriyet Halk Partisi’nin de desteğini alarak Tarih Komisyonu konusunda bir mektup yazmıştı. Biz istiyoruz ki bu yapılabilsin. Bunu konuşalım dediğinizde birileri şunu söylüyorsa ’Konuşalım ama bizim dediğimiz doğru olsun ve hiç bunu tartışmaya açmayalım’, o zaman tek taraflı bir hafıza olur. Biz bu yolla bunun aşılacağını düşündük ve hep böyle planladık.
PROTOKOLLERE SAHİP ÇIKMALILAR
Kamuoylarında birtakım tepkiler olması ve bu tepkilere göre ufak dil ve iletişim ayarlamaları yapılmasını anlayışla karşılayabiliriz. Ama bunun hukuki bir metne dökülmemesi lazım. Demin söylediğim Ermenistan’da vizyonun ortaya çıkmasından en büyük rahatsızlık duyan gruplar aşırı milliyetçi kesimler oldu. Taşnaklar biliyorsunuz çok büyük gürültüler çıkardı. Sayın Sarkisyan’ın Sayın Nalbantyan’ın bu anlamda paylaştığımız ortak vizyonu hayata geçirebilmek için bu tür tepkilere karşı protokollere sahip çıkmalarını bekleriz.
SAVSAKLAMIYORUZ
Bizim kamuoyumuzda da sanki Türkiye bazı şeyleri geciktiriyor ve bunu da bir mazeret olarak görüyor. Ertesi gün Nalbantyan’la bir telefon görüşmesi yaptım, çok açık konuştuk bunu da ben ifade ettim. Türkiye tarafından geciktirme, savsaklama yok. Biz, 10 Ekim’de protokolleri imzaladık 20 Ekim’de parlamentoya gönderdik ve gerekli olmadığı halde ben yüce meclisimizi bu konuda bilgilendirdim. Muhalefet partilerimiz tarafından birçok eleştiriye de maruz kaldık. Tabii ki eleştiri olacak. Hükümetler de uyguladıkları politikaların doğruluğunu izah edecekler. Biz bunu meclisin doğal süreci içinde işlettik. Ama protokolleri sınırlayacak kısıtlayacak bir yol içinde olmayı düşünmedik. Aradan yaklaşık 3.5-4 ay geçti, daha Ermenistan protokolleri parlamentoya sevk etmiş değil. Biz Anayasa Mahkemesi’nden çıkan metnin aynı metin olmasını önemsiyoruz. Anayasa Mahkemelerinin toplumlarda ne anlam ifade ettiğini biliyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye’deki kararları Ermenistan’daki veya bir toplumdaki kararlarının belli kısıtlamalar getirecek güçte kararlar olduğunu da görüyoruz.
TÜRKİYE NE İSTİYOR?
Ne istiyoruz tam olarak, yazılı güvence mi istiyoruz?
Bugün bizim ne beklediğimiz taraflarca bilinmektedir. Biz bu protokollerin lafsına uygun bir şekilde sürecin devam etmesinin ve yine ruhuna uygun şekilde protokoller devreye girdikten sonra aynı anda bütün unsurları ile başlamasını öngörüyoruz. Bazı unsurlar önce başlar bazıları sonra devreye girer ya da bazı unsurlar başka bazı unsurlara bağlı olur dediğinizde protokollerin yürürlüğe girmesi sonrası başka tartışmayı başka müzakereyi başlatırsınız.
KAYGI BİZE YAKIŞMAZ
Hep deniyor ki, Amerikan Kongresi’nde Ermeni Lobisi harekete geçmek için gün sayıyor. Bir anlamda bu protokollerin aksaması da onların işine geliyor. İsrail’le ilişkiler yüzünden Yahudi Lobisi ile de Türkiye’nin arası iyi değil. Peki Nisan’da ne olacak? Yani Amerikan Kongresi’ne bu soykırım iddialarıyla ilgili meseleler geldiğinde ne olacak?
Öyle bir şey olacak ki, kapkaranlık bir tablo ortaya çıkacak ya da öyle bir gelişme olacak ki bütün sorunlar sabah kalkınca çözülecek gibi bir şey yok. Diplomaside birçok şey adım adım sabırla yürütülür. Biz çakıl üstüne çakıl koya koya bir bina inşa etmeye çalışıyoruz. Herkesin inşaat sürecinde binaya zarar vermemesi önem taşıyor. Bir şeyi yapmak zordur ama tek bir hamle ile yıkabilirsiniz. Kongrede ya da Amerika’da Türkiye’yi tarihi bakımdan itham edici bir tutum takınırsa bu binanın bu şekilde kalması mümkün olmaz. Bütün çabalara rağmen tarihte kalmış bir olay sebebiyle ve acıların karşıt olduğu bir olay sebebiyle Türk halkı itham edilmeye kalkılırsa bu adaletli bir tutum olmaz herhalde. Biz o konuda Amerikan Kongresi’nin de rasyonaliteye sahip olduğunu düşünmek istiyoruz. Dış politika da her an her türlü sürpriz için hazırlıklı olmak durumundayız ama kaygı bize yakışmaz.
GAZZE HATIRLATMASI
Geçtiğimiz yılın ilk ayları Davos toplantısında ‘One munite’ çıkışı ile hafızalara kazınmıştı. Sonrasında TRT’de yayınlanan bir dizi nedeni ile yaşanan sıkıntılar oldu, sonrasında Anadolu tatbikatı... Yani görüyoruz ki, 2009 yılı Türkiye-İsrail ilişkileri açısından çok da iyi bir yıl olmadı. Ve 2010’un hemen başı ve koltuk krizi. Gelinen noktada Türk-İsrail ilişkilerinin bundan sonraki seyrinin büyük ölçüde İsrail’in bölgedeki tavrına bağlı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu konuda da bizim tutumumuz ilkeseldir. 2009 yılı belli gerilimler yaşandı sebepleri malumdur. Bizim koyduğumuz ilkeler bellidir, bölgemizde kim barışa dönük adım atarsa üç adım beş adım, biz ona daha fazla atarız. Ama bölgemizde insanları kategorik olarak ayırıp bazı insanların güvenliklerinin, özgürlüklerinin diğer bazılarına göre daha fazla olduğunu düşünürseniz hele bazı çocukların okula gitme hakkının, akşam evinde sıcak bir odada uyuma haklarının, sabah sağ kalkabilme haklarının olmayabileceğini düşünmeye başlarsanız bu bölgede rahat, huzur, sükun kalmaz. Bu Gazze içinde geçerlidir, Irak için veya başka ülkeler için de.
ONURUMUZU PAZARLIK YAPMAYIZ
Biz şunu söylüyoruz, bölgedeki herkesin güvenlik ve özgürlüğünden Türkiye kendini ahlaki bakımdan sorumlu hisseder ve bu konuda kayıtsız kalmaz. İsrail bunu anladığı için İsrail-Suriye ilişkilerinde Türkiye’ye güven duydular. Bugün de anlayan İsrailliler var, anlamayanlar var. Ama bazı şeyleri pazarlık konusu yapmayız. Birincisi devletimizin ve milletimizin onudur. Onun için bu ’koltuk krizi’ diye sembolleştirilen gelişme de tutumumuz net ve kesindi. Beklentilerimiz belliydi, hangi süre içinde karşılanması gerektiği de biliniyordu. Bu karşılandığı için bizim için o mesele kapanmıştır. Ama bu konuda bizim pazarlık marjımız yoktur, herkesin de bunu bilmesi gerekir. Bu her devlet içinden geçerlidir ama bizim için bu anlamda kendi sorumluluk alanımızı biliyoruz. İsrail ile Yahudi diasporası arasındaki ilişkiyi doğru okumak lazım.
İSRAİL’İ ELEŞTİRMEK ANTİSEMİTİZM DEĞİL
Bizim ikinci ilkesel durumumuz Türk tarihinde hiçbir zaman antisemitizm olmamıştır. Ne Yahudilere ne de başka etnik ve din mensubuna dışlayıcı bir tutum söz konusu değildir, olmayacaktır. Buna Türkiye izin vermez. Ama İsrail’i tenkit etmek, antisemitizm değildir. Nasıl Müslüman bir ülkenin dış politikasını tenkit etmek, diyelim Saddam dönemi Irak’ı tenkit ettiğinizde bazı politikaları sebebi ile Müslümanları toptan tenkit etmiş mi oluyordunuz? Bizde bunun ayrılmasını düşünüyoruz. İsrail’in politikalarını tenkit etmek antisemitizm ya da Yahudiliği tenkit etmek anlamına gelmez. O zaman İsrail yönetiminden bizim beklediğimiz çok açık ve net. Barak geldiğinde kendisi ile de bunları paylaştık. Bölgedeki tavrına o tavrı yöneten hükümete veya partilere dönüktür bu tepki. Bir barışçıl dile dönmek, izolasyonlara, baskılara değil tekrar barışın önünü açmak. Bir senedir Ortadoğu’da hiçbir barış süreci işlemiyor. Sayın Obama’nın bütün o ikna edici söylemi ve yeni bakış açısına rağmen bir senedir İsrail yönetimi yerleşimleri durdurma konusunda ikna etmek mümkün olmadı. Hem ’Bu topraklardan çekileceğim’ diyeceksiniz hem de her gün oraya yeni yerleşim ekleyeceksiniz veya ’yerleşimleri durdurmayacağım’ diyeceksiniz, o zaman nasıl bir barış perspektifi olabilir. Gazze’deki ablukanın bitmesi lazım, bizim kabul edebileceğimiz bir şey değildir. Sürekli bir saldırıya uğrayacağım korkusu içinde insanın yaşaması yanlıştır, barınaklı çadırlarda yaşaması yanlıştır. Eski Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın var olan statüsünü ve buradaki kutsal mekanların kutsiyetine saygı göstermek.