Netanyahu Katz'ı atayarak ne mesaj verdi?

Katz, Netanyahu’dan daha Netanyahucu olmayı başaran bir isim. Bu atama, Netanyahu’nun Joe Biden yönetimine ve bölgede gerilimin diplomasi yoluyla düşürülmesinden yana olan devletlere gönderdiği bir mesaj mahiyetinde

Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serhan Afacan, Netanyahu'nun Savunma Bakanı Yoav Gallant'ı azlederek yerine Dışişleri Bakanı Yisrael Katz'ı atamasının bölgesel yansımalarını AA Analiz için kaleme aldı.

***

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 2022’nin güzünden beri bu görevde olan Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı yaklaşık iki yıl sonra ve kritik bir süreçte aralarında “güven krizi” bulunduğunu söyleyerek azletti ve yerine Dışişleri Bakanı Yisrael Katz’ı atadı. Bu durum, İsrail’in iç politikası kadar bölgesel gelişmeler açısından da önemli bir karardı. Gallant 7 Ekim’den sadece iki gün sonra İsrail’in soykırım yapma kararlılığını, “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket ediyoruz” diyerek ilan etmiş bir isim. Nitekim açıklamaları ve eylemleri nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han, 20 Mayıs’ta Netanyahu, ve üç Hamas liderinin yanı sıra Gallant hakkında da yakalama talebinde bulunmuştu. Mahkeme, geride kalan aylar boyunca konuya dair kararını açıklamadığı için eleştiriliyor.

Netanyahu’nun partisi Likud’dan bazı vekillerin, Gallant’ın 7 Ekim’den sonra “kusursuz” bir başlangıç yaptığını ancak süreç içinde “yoldan çıktığını” söylemesi, Netanyahu’nun kendisine çok daha sadık bir isim olan Katz seçimini de açıklıyor. Gallant, Benny Gantz’ın haziranda Netanyahu’nun savaş kabinesinden istifa etmesi sonrasında kabinedeki en önemli “mutedil” isimlerden biri haline gelmişti. Hatta ağustosta Gallant’ın gizli bir toplantıda Netanyahu’nun “nihai ve topyekun” zafer söylemini “abuk sabuk” laflar olarak eleştirdiği yönünde haberler çıkması üzerine Netanyahu’nun ofisinden yapılan açıklamada, “İsrail karşıtı” bir söylem takınan Gallant’ın rehine anlaşmasına ulaşma şansını zedelediği aktarılmıştı. Diğer bir ifadeyle ikili arasındaki ipler uzun bir süredir zaten koptuğu için azil kararı sürpriz olmadı. Katz’ın bu göreve getirilmesi ise sürpriz bir karardı.

Neden Katz?

Netanyahu hem Gazze’de hem de Lübnan’da kaba kuvvet boca ederek yürüttüğü katliamların, kendisini sürecin başında deklare ettiği “nihai” zafere ulaştırmadığını ve halk arasında aşırılık yanlısı kesimlerden, siyasiler arasında ise köktenci kliklerden aldığı desteğin bir sınırı olduğunu biliyor. Dahası Netanyahu’nun taktikleri, Abraham Anlaşmaları çerçevesinde İsrail ile diplomatik ilişki kuran Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi devletler ve Suudi Arabistan gibi bu eğilimi gösteren ama ağırdan alan devletler dahil bölge devletlerinin istisnasız hepsinin nezdinde büyük bir rahatsızlığa neden oluyor. Ancak geri adım atmanın kendisi için yolun sonu olacağını bilen Netanyahu, kontrolün elinde olduğu görüntüsü vermek konusunda oldukça hevesli görünüyor.

Netanyahu kayda değer bir askeri deneyime sahip olmayan Katz’ı, Gallant gibi bir ismin yerine getirerek aslında süreci kendisinin yürüteceğini tekrar göstermiş oldu. Selefinden farklı olarak Katz’ın Netanyahu’nun işini yeni görevinde sağlayacağı katkıdan çok siyasi alanda kolaylaştıracağı söylenebilir. Nitekim Katz, 2019'da Gallant siyasete adım attığı ve o dönem parçası olduğu Kaluna Partisi lideri Moshe Kahlon ile ters düştüğünde, onun Likud’a geçiş yolunu hazırlayan isimlerden biri. Yani Katz İsrail siyasetinde önemli bir isim. Bu açıdan bakılınca erken seçim baskılarıyla karşı karşıya bulunan Netanyahu’nun ülke içinde kızışacak siyasi ortama hazırlık yaptığı söylenebilir. Peki bu atama bölgeyi nasıl etkiler?

Bölgeyi ne bekliyor?

Son bir yıldır sosyal medya trollüğünü andıran paylaşımları nedeniyle Türk kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim olan Katz, yeni görevine atanması sonrasında yaptığı açıklamada kendisine duyduğu güven nedeniyle Netanyahu’ya teşekkürlerini sunduktan sonra şu ifadeleri kullandı: “En önemli misyonumuz rehineleri geri getirmek, Gazze’de Hamas’ı yok etmek, Lübnan’da Hizbullah’ı yenilgiye uğratmak, İran'ın saldırganlığını kontrol altına almak ve kuzey ve güneyde yaşayanların güvenli bir şekilde evlerine dönmelerini sağlamaktır.”

Katz 7 Ekim’den beri Netanyahu’dan daha Netanyahucu olmayı başaran bir isim. Bu atama ve yapılan açıklamalar, İsrail ile Hamas arasında başta Katar olmak üzere arabulucu devletler üzerinden yürütülen ateşkes görüşmelerine ilişkin gelişmelerin pek de olumlu seyretmediği bir ortamda, Netanyahu’nun ABD Başkanı Joe Biden yönetimine ve bölgede gerilimin diplomasi yoluyla düşürülmesinden yana olan devletlere gönderdiği bir mesaj mahiyetinde. Ekibini yavaş yavaş şekillendiren ABD'nin seçilmiş başkanı Donald Trump’ın Mike Waltz gibi şahin bir ismi ulusal güvenlik danışmanı olarak ataması da Netanyahu’ya cesaret vermiş olmalı. Nitekim İsrail’in Lübnan’daki saldırılarını sürdürdüğü hatta genişlettiği bir ortamda Katz, 11 Kasım Pazartesi günü yaptığı açıklamada “Ateşkes de olmayacak ara da” ifadelerini kullandı. Bu açıklamadan yalnızca bir gün sonra, kabinedeki aşırı sağcı bir diğer isim olan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Trump’ın ABD'nın 47. Başkanı olarak seçilmesinin İsrail için bir fırsat olduğunu savunarak 2025’in İsrail açısından Batı Şeria’da “egemenlik” yılı olacağını söyleyecek kadar ileri gitti.

Daha önce çeşitli tarihlerde sarf ettiği haddi aşan ifadelerden ötürü Katz’a yanıt veren Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Smotrich’in açıklamalarını da bu ifadelerin “İsrail’in nihai amacının Filistin topraklarını ele geçirmek” olduğunu kanıtladığını söyledi ve “İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı soykırım ve işgal politikasının cezasız kalması, Netanyahu ve yandaşlarını daha da cesaretlendirmektedir” diyerek kınadı. Ancak İsrail’in tutumuna bakıldığında en azından Trump Ocak 2025’te görevi devralana kadar Netanyahu'nun kabinesinden sınırları zorlayan eylem ve açıklamaların gelmeye devam edeceği görülüyor. Bu süreçte Netanyahu yönetimindeki İsrail, gerek Gazze gerekse de Lübnan ve İran’a yönelik tehditlerini sürdürecektir. Trump görevi devraldığında ise iki cambazın bir ipte oynamayacağı görülecektir.

Netanyahu ne kadar rahat?

Netanyahu, İsrail ve ABD siyasetinin tüm imkan ve açmazlarını kullanmayı bilen kurnaz bir politikacı olsa da vizyoner bir lider değil ve köhne bir zihniyeti temsil ediyor. İsrail’in varlığını sürdürmek istediği Orta Doğu’nun güncel gerçekleriyle uyuşmayan bu zihniyet, ABD’nin dahi omuzlamaya gönüllü olmadığı ağırlıkta bir yükü beraberinde getiriyor. 2020’de seçimi Biden’a kaybeden Trump, Biden’ı ilk tebrik eden isimlerden biri olan Netanyahu’dan pek hazzetmediğini gizlemiyor. Ancak şahsi ilişkilerin de ötesinde Trump’ın ajandasıyla Netanyahu’nunkinin çakışması pek kolay görünmüyor. Orta Doğu politikalarında Araplara da önemli bir alan açan Trump, kuvvetle muhtemel elinde olsa başkanlık koltuğunda oturduğunda İsrail’de muhatabı olarak karşısında Netanyahu’yu görmek istemezdi. Bu nedenle Netanyahu’nun yeni atamalarının bölgede beklediği sonuçları verip vermeyeceği kuşkulu. Netanyahu baştan itibaren tek kazananlı ve çok kaybedenli bir oyun kurdu ve İran dahil süreçten etkilenen diğer devletler çok daha ihtiyatlı bir politika takip ederken elindeki tüm kozları pervasızca kullandı. Bu, Trump’ın bir önceki döneminde mühendisliğini yaptığı Abraham Anlaşmalarının mantığıyla taban tabana zıt bir yaklaşım. Seçimlerden iki hafta önce konuya ilişkin açıklama yapan Trump, kazanması durumunda daha fazla ülkeyi dahil etmek suretiyle anlaşmaları genişletmenin “mutlak bir öncelik” olacağını söyledi. Bunun da Trump’tan Netanyahu’ya gönderilmiş bir mesaj olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dolayısıyla içeride ve dışarıda koşulların aleyhine işleyeceği önümüzdeki süreçte Netanyahu’yu iniş çıkışlı siyasi hayatının sancılı dönemeçlerinden biri daha bekliyor olacak. Can havline düşmüş bir Netanyahu’nun bölgeyi ateşe atmaması için bölge devletlerinin güçlü bir irade ortaya koyması gerekiyor.

11 Kasım 2023’teki ilk zirveden tam bir yıl sonra 11 Kasım’da yine Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi’nin ardından yayımlanan ve “Filistin meselesinin merkeziliğini ve Filistin halkının vazgeçilemez meşru ulusal haklarını elde etmesi için verilen sarsılmaz desteği” vurgulayan ve “Gazze ve Lübnan’a yönelik acımasız İsrail saldırganlığına karşı durma ve bu saldırının siviller üzerindeki, özellikle çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve silahsız siviller üzerindeki yıkıcı insani etkilerini sonlandırmak için çalışma kararlılığımızı teyit ediyoruz” ifadelerini içeren ortak bildiride altı çizilen hususlar bu iradeyi kağıt üstünde yansıtmayı başardı. Bu irade sahaya da yansırsa Netanyahu’nun mesajı karşılıksız kalacaktır. Aksi takdirde İsrail, katliamlarına da işgal ve ilhak siyasetine de devam edecektir.

[Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Leiden Üniversitesi İran Çalışmaları bölümünde tamamlayan Doç. Dr. Serhan Afacan, Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsünde Öğretim Üyesidir.]

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Gündem Haberleri