Mazlumder GYK Üyesi Mehmet Alkış'ın son analizi:
NATO: Küresel ittihatçılık veya en iyi savunma saldırıdır
"Türkiye de 100 yılı aşan bir zihniyet var. 2008’de 1908 ihtilalinin 100. yılında 1908’de gelen zihniyetin hâlâ iktidarda olduğunu ifade etmiştim. Tabii zihniyet düzeyinde, bu iş devam ediyor. Halk için ama halka rağmen ve siyaseti halkı eğitmek gibi gören bir zihniyet, devamlılığını sürdürüyor.” (Prof. Şükrü Hanioğlu, Sredar Karagöz Ropörtajı, Sabah Gazetesi-05.09.2010)
“İttihatçılık” bu topraklarda darbeci zihniyeti temsil eder. Sonraki dönemlerde bu zihniyet sürekli devrede kalmış ve Devletin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Cumhuriyeti kuran kadrolar, bizzat içinde yetiştikleri ittihatçı geleneği, yeni Devleti kurarken de yaşatmışlardır. Başka bir deyişle; Ulus-Devleti, ittihatçıların kullandığı yöntemle, tepeden bir darbeyle kurmuşlardır. Oysa Milli Mücadelenin amacı; Cumhuriyeti, yani Ulus-Devleti kurmak değil, Osmanlı sistemini, daha küçük bir coğrafyada (Misakı Milli Sınırları içinde) sürdürmekti. Savaşın amacı bu çerçevede ortaya konmuştu, ama bu ters yüz edilerek, savaşı kazanan kitlenin temsil edilmediği yeni bir değerler dizisi inşa edildi.
Tek Parti Dönemi, bu değerler dizisinin(paradigma) inşa edildiği bir süreçtir.
İttihatçılık bir zihniyet olarak ulusalcı reflekslerle varlığını ve etkisini sürdürürken Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından sonra ilginç bir gelişme yaşanmıştır. NATO’nun hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik İttihatçı gelenekle örtüşen, hatta bütünleşen, bir bakıma “küresel ittihatçılık” diyebileceğimiz yeni bir gücün, devreye girdiği görülmektedir. Çeşitli kaynaklarda bu güç hakkında özetle şu bilgiler yer almaktadır:
“İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet tehdidine ve olası bir işgal durumuna karşı 1948'de NATO kuruldu. CIA bünyesinde ise komünizmle mücadele amacıyla; basını elde edip sendika ve siyasi partilere mali destek sağlayarak ve anti-komünist bir propaganda yaparak gizli kuvvet oluşturacak bir yapı oluşturuldu. “Gladio” örgütü bu gerekçeyle kuruldu. ABD'nin finanse ettiği bu örgüt bir işgal durumunda sabotaj ve gerilla eylemleri gerçekleştirerek, dışarıdaki hükümete bilgi gönderecekti.
19 Şubat 1952’de NATO’ya katılmasından kısa bir süre sonra söz konusu örgüt, 27 Eylül 1952'de ‘Seferberlik Tetkik Kurulu’ adıyla Türkiye’de de kuruldu. Türkiye'deki Gladio örgütü 1965'de “Özel Harp Dairesi” adını aldığında, hâlâ ABD askeri yardım örgütü JUSMMAT ile aynı binada faaliyet yürütüyordu. Özel Harp Dairesi'nin 12 Mart ve 12 Eylül'de görev üstlendiği biliniyor. Özel Harp Dairesi 1991'de tümen seviyesine yükseltildi ve ‘Özel Kuvvetler Komutanlığı’ adını aldı. “Gladio” adlı kontrgerilla örgütünün Türkiye’deki uzantısına siyasi literatürde ‘Özel Harp Dairesi’, eylemleri gerçekleştirenlere ise ‘Kontrgerilla’ denmiştir.”
Dikkat edilirse; sistemi ‘kollama ve koruma’ amacıyla gerçekleştirilen 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 darbelerinin tümü ve sahne gerisinden yapılan sayısız müdahale, Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından sonra gerçekleşmiştir. Hepsi, NATO’nun isteği ve onayıyla bünyesindeki derin yapı tarafından planlanmıştır.
Yapılan darbeler hem ulusalcı, hem de küreselci karakter taşımaktadır. Zaten Küreselleşmeyi besleyen Postmodernizmin, Ulus-Devlet sistemini üreten Modernitenin aynı amacı farklı araçlarla sürdüren cezb edici, ayartıcı, süslü kamuflajlarla gösteriye çıkan yeni bir türevi olduğu ve aynı öze sahip olduğu bilinmektedir.
Türkiye’de darbeci zihniyetin köklü ve derin bir geleneğe sahip olması ve sökülüp atılmasının zorluğu, belki de İttihatçı gelenekle NATO’nun üretip beslediği derin yapının örtüşmesi ve bütünleşmesidir.
Darbenin başarısız olmasını önlemek için, haklı bazı gerekçelere dayandırılması ve halkın ikna edilmesi önemldir. Toplumun karşı çıkması halinde, hareketin başarıya ulaşması güç, hatta imkânsız olabilir. İşin başını çekenlerin büyük zararlara uğramasına, ağır bedeller ödemesine yol açabilir. Bunun için toplumun, tehlikelerle karşı karşıya olduğuna ve ancak askeri bir müdahale ile bu tehlikenin bertaraf edilebileceğine inandırılması şarttır.
Darbelerden önce bu görevi; Nato ve dolayısıyla ABD’ye bağlı olan “Özel Harp Dairesi”nin koordinasyonunda; “Derin Devlet”, “Gladio”, “Kontrgerilla” veya “Ergenekon” olarak adlandırılan yapı veya yapılar yerine getirmiştir. Türkiye’de Devlet Sisteminin ve Resmi İdeolojinin korunup kollanması amacıyla ve dış odakların isteğiyle yapılacak darbe için; baskı, sindirme, işkence, tehdit, şantaj, sansürleme, istismar, bombalama, karalama, gözden düşürme, özgürlükleri askıya alma, öldürme ve benzeri pek çok olayın arkasında hukuku dikkate almayan bu yapının olduğu bilinmektedir.
Sovyet Bloku’nun çökmesi ve “komünizm”in tehdit olmaktan çıkması ile bu yapı son bulmamıştır. Yalnızca tehdit algılamasında Kızılın yerine Yeşil geçirilmek suretiyle değişikliğe gidilmiştir. Yeni düşmanın İslam ve Müslümanlar olduğu ilgililer tarafından çeşitli vesilelerle birçok kez dile getirilmiştir. NATO Genel Sekreteri Willy Claes, 2 Şubat 1995 tarihinde: "Fundamentalizm(yani İslam), en az komünizm kadar tehlikelidir. Lütfen bu tehlikeyi küçümsemeyin. NATO askeri ittifaktan daha fazla bir şeydir. Kendisini Kuzey Amerika ile Avrupa'yı birbirine bağlayan uygarlığın temel ilkelerini savunmaya adamıştır".
NATO’nun yaptığına paralel olarak Türkiye’de de gerekli değişikliğe gidilmiş, 1996’da Milli Askeri Stratejik Konsept(MASK) değiştirilmiş ve o güne kadar ikinci sırada gösterilen ‘İrtica’ yani ‘İslam’, tehdit sıralamasında birinci sıraya çıkarılmıştır. Nitekim 28 Şubat, bu yeni küresel konseptin dayatması ile gerçekleştirilmiştir.
NATO’nun yeni Stratejik Konsept belirlediği, İslam Dünyası ve özellikle İran’a karşı Füze Kalkanı Projesini hayata geçirdiği bu günlerde iki husus önemli ve dikkat çekici hale geliyor:
Birincisi: Bugüne kadarki uygulamalarına bakıldığında bir savunma örgütü olduğu iddia edilen NATO’nun aslında bir savunma örgütü gibi hareket etmediği ortadadır. Şimdiye kadar herhangi bir NATO üyesine saldırı olmamış, ama NATO, birçok yere çeşitli nedenlerle müdahale etmiştir. Bu müdahalelerin amacının Batı’nın küresel hegemonyasını güçlendirmek olduğu aşikârdır. Uygulama böyle olduğuna göre, NATO için geçerli ilkenin ‘en iyi savunma saldırıdır’ olduğu söylenebilir. Kısacası, NATO bir savunma örgütünden daha fazlasıdır.
İkincisi: Türkiye Cumhurbaşkanı: "Türkiye NATO’nun en önemli sahiplerinden birisidir. 1952'den beri üyesidir. Dolayısıyla faaliyetlerinde hem siyasi hem diğer konularda söz sahibi olmuştur.” demektedir. NATO’nun ilan edilmiş düşmanı İslam ve Müslümanlar, Afganistan işgali sürüyor, İran ve Pakistan yeni hedef, Filistin’in tarihten silinmesi görmezden geliniyor. Türkiye, NATO’nun hedeflerini paylaştığına göre; İslam, Müslümanlar ve Müslüman Halklarla ilişkilerini hangi çerçevede sürdürecektir? Bir taraftan İsrail’in Filistin’i işgaline karşı çıkarken, diğer yandan Afganistan’da işgalci olmasını nasıl açıklayacaktır? Klasgazete.com-Mehmet Alkış