İşte Mustafa Akyol'un o yazısı:
Bir yazı yazdım, duymadığım hakaret kalmadı.
Geçen pazartesi bu sütunda yayınlanan “Gençliğe Hitabe de kaldırılmalı” başlıklı yazımdan söz ediyorum. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin; “iç ve dış düşmanlar” fikri aşılayan, “zinde kuvvetler”e meşruiyet veren, dahası “asil kan” vurgusu yapan “sorunlu bir metin” olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştim:
“Gençliğe Hitabe, Atatürk’ün kendi siyasi şartlarını yansıtan ama bugüne yol gösteremeyecek tarihsel bir metin olarak kabul edilmeli, okullardan ve ders kitaplarından kaldırılmalıdır.”
Arkasından ben diyeyim yüz, siz deyin bin tane hakaret mesajı aldım. Sinkaflı küfürler bir yana, “ağzını bozmayanlar” dahi “tam da o satılmış dahili bedhahlardan biri” olduğumu söylüyordu. (Böylelikle de Gençliğe Hitabe’nin aşıladığı zihniyet hakkındaki teşhisimi doğrulamış oluyorlardı.)
İşin garip tarafı, bir-iki istisna dışında, bana karşı çıkanların hiçbirinin “Sayın yazar, bence yanılıyorsunuz, sebepleri de şunlardır” diye akılcı bir itiraz getirmemesiydi.
Akıl ve güç
Türkiye, bu histerik tepkilerin çok örneğini gördü. 28 Şubat yıllarında “gericiler”e karşı yürütülen medya kampanyaları, tam bir linç görüntüsüydü. Aynı dönemde Ahmet Kaya, sırf “Kürtçe şarkı söyleyeceğim” dediği için çatal-bıçak yağmuruna hedef oldu. Daha beş yıl önce, liberal akademisyen Atilla Yayla, “Atatürk devri özgürlükler açısından gerilemedir” dediği için gazete manşetlerinde “hain” ilan edildi.
Sanırım tüm bu linç kültürünün altında, Kemalistlerin, benimsedikleri ideolojiyi “akıl”la değil “güç”le korumaya alışık olmaları yatıyor. Bu güç eskiden hapis, idam, cinayet gibi yöntemlerle işliyordu. Allah’tan şimdi hakaret, aşağılama ve tehdit düzeyinde hayata geçiyor.
Umudum, bu linç kültüründen rahatsız olan “ılımlı Kemalistler”in ortaya çıkması ve kafadarlarına “Arkadaşlar, tehdit ve hakaretle sadece kendimizi küçük düşürürüz, akılcı ve medeni bir dil geliştirelim” diyerek onları ikna etmesi.
Kendi payıma ise, hazır konu açılmışken, Atatürk’e nasıl baktığımı kısaca izah edeyim.
İki Atatürk
Benim gözümde iki Atatürk var: Birincisi, bir Osmanlı subayı ve Kurtuluş Savaşı lideri olan Mustafa Kemal Paşa. İkincisi, bir siyasetçi olan CHF (sonraki ismiyle CHP) lideri Kemal Atatürk.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’dan İzmir’e yürüttüğü cesur mücadele, kuşkusuz takdire ve minnete şayandır. O olmasa Kurtuluş Savaşı muhtemelen bu kadar başarılı olamazdı. Liderliğini saygıyla anıyorum.
Ancak, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Atatürk bir siyasetçidir. “Yurt savunması” gibi milli bir değerin değil, kendi siyasi vizyonunun temsilcisidir. İsteyen bu vizyonu doğru bulur, isteyen yanlış. Nitekim düşmana karşı Atatürk’le kader birliği yapan Kazım Karabekir veya Refet Bele gibi kahramanlar da, onun vizyonuna katılmadıkları için ilk muhalif parti olan Terakkiperver Fırka’yı kurmuşlardı.
Ben ise, hem Atatürk’ün siyasi vizyonuna katılmıyor, hem de bunu “tek doğru” sayıp muhaliflerini “vatan haini” ilan etmesini çok yanlış buluyorum. Gençliğe Hitabe’ye itirazımın en büyük sebebi, bu haksız suçlamayı kalıcı bir “öğreti”ye dönüştürmesi.
Kemalistler kusura bakmasınlar ama bu “Atatürk’ü eleştirenler vatan hainidir” öğretisini daha fazla taşımamız mümkün değil. Dünyanın hiçbir özgür ülkesinde böyle totaliter bir tabu olamaz. Eleştirmeye devam edeğiz.
Ancak “demokratikleşen Türkiye’de Kemalistler de mağdur olmasın” diye bir hassasiyet de taşıyor, Ergenekon, Balyoz gibi davalarda gördüğüm sorunlara onun için bazen eleştiriler getiriyorum. Kemalistler muhaliflerinin haklarını hiç umursamadılar; ama biz umursamalıyız diye düşünüyorum.
Belki bazı dostlarımın dediği gibi “saflık”tır bu; ama yine de zalimlikten çok daha iyidir.