Saadet Partisi’nin son kongresinde yaşanan liste krizi, doğal olarak camiadaki yeni tartışmaların tetikleyicisi oldu. Biz de bu konudaki değerlendirmemizi yansıtmaya çalıştık.
Milli Görüş Hareketi Ucuz ve Düşük Hesapların Zemini Olmamalıdır
Nureddin ŞİRİN - Velfecr.com
Burada altını önemle çizerek vurgulamak istediğimiz nokta, amacımız "Milli Görüş""fitne" unsuru olmak, tartışmalara benzin dökmek ve hareketin içinde ayrılık ve karşıtlıklara destek olmak değildir.
Milli Görüş hareketinin varlığı, geleceği ve bekasının İslam Ümmeti açısından taşıdığı önemden hareketle, ümmetin bir evladı olma sorumluluğuyla birtakım kaygılarımızı, kritiklerimizi aktarırken, hakkımızda “fırsatçı” “ajan-provokatör” suçlaması yapılacak kadar bir noktada görülmemiz, ortada başkaca sorunların olduğunu gösteriyor.
Bu her şeyden önce bir “ahlak” sorunudur.
Bizim hiç kimseden, hiçbir taraftan bir beklentimiz, bir çıkarımız yok. Kimsenin yanında durarak da bir şeyler elde etme peşinde değiliz. Genelde Milli Görüş hareketine, özelde de Saadet Partisi’ne olan desteğimiz, yarın Allah’a vereceğimiz hesapla ilgilidir; “Müslümanların dertleriyle ilgilenmeden sabahlayan benden değildir” buyuran Hz. Resul-i Ekrem’in bir ümmeti olarak, Müslümanların karşılaştığı sorunlar karşısında sorumluluklarımızı ifa etme çabasından öte bir amacımız da yok.
Dünyanın her neresinde hak adına bir mücadele varsa, dünyanın her neresinde İslam sancağını dalgalandırmak için bir direniş sergileniyorsa, dünyanın her neresinde adalet ve özgürlük kavgası sürdürülüyorsa, o mücadelenin, o direniş ve kavganın esenliği ve geleceğine karşı olan sorumluluğumuz, bizleri ameli adımlar atmaya sev keder. Burada gözeteceğimiz husus, birilerinin takdir etmesi veya yermesi değil, Rabbimizin hoşnut olup olmamasıdır. Eğer vicdanlarımızda Rabbimizin hoşnutluğu yönünde bir itminan oluşuyorsa, hakkımızda söylenenlerden de, yapılan suçlamalardan ve kınamalardan da geri duracak değiliz.
Bizler, “ümmet-vahdet-mukavemet” eksenini kendimize “amentü” edindik. Bu bilinç ve sorumluluk, “efradına cami, ağyarına mani” noktasında, ümmet, vahdet ve mukavemet için hayır olan her şeyin yanında durmayı, zarar veren her şeyden de kaçınmayı gerektiriyor.
İslam ümmeti büyük bir ailedir. Tüm kavim ve mezhepleriyle, tüm hizip ve cemaatleriyle, tüm kuruluş ve hareketleriyle ümmet, vahdet ve mukavemet hattında her bir müslümanla kalbi bağ içinde olmayı akidemizin gereği biliriz.
Rabbimizin Kur’an’da buyurduğu nehiylerden, Hz. Resul-i Ekrem’in sakındırdığı hususlardan herhangi birine mürtekip olmayı büyük bir "günah" bildiğimiz gibi, ümmet, vahdet ve mukavemet zeminini zedeleyecek her söz ve ameli Allah ve Resulüne karşı işlenmiş bir “suç” olarak görürüz.
Bu cihetle geçmişten günümüze işlediğimiz tüm günahlardan, işlerimizdeki tüm aşırılıklardan, içine düştüğümüz tüm suçlardan, kusur ve ayıplardan dolayı Rabbimizden af ve mağfiret diliyoruz.
Bu girişten sonra;
Saadet Partisi kongresi sonrası gelişmeleri, bu minval üzere bir kez daha değerlendirecek olursak, ilke ve değerleri önceleyerek birkaç noktaya daha işaret etmek istiyoruz.
Küfrün ve tuğyanın tüm azgınlık ve saldırılarına karşın, Hak davayı kuşanmanın bir tezahürü olan Milli Görüş hareketi, öncelikle bu davada yer alanların, avamıyla havasıyla, genciyle ak saçlısıyla herkesin, Müslümanlar arası muhabbet ve ünsiyetin, ülfet ve vahdetin pekiştiricisi olmasını gerektirir.
Müslümanlar arası niza, ayrılık ve husumete yol açanlar, Müslümanların birbirlerine karşı duyması gereken sevgi ve ihtiramı zedeleyenler, Müslümanların hak ve onurlarının çiğnenmesine sebep olanlar, sıfatları, ünvanları ve mevkileri her ne olursa olsun, Allah ve resulü nezdinde “suçlu” oldukları gibi, Milli Görüş hareketinin temel değerlerine de muğayyirdirler.
Söylediğimiz her bir sözün, yaptığımız her bir yorumun, attığımız her bir adımının sonucunda niza, ayrılık ve husumetin kapısını aralıyorsak, o zaman “dava adamı” olma vasfımızı da yitiriyoruz demektir…
Sayın Numan Kurtulmuş hakkında söylenip yazılanlara baktığımızda içimiz burkuluyor. Çünkü kendisini az çok tanıyoruz. Kendisini hak davaya adadığına, bu davanın esenliğinden öte hiçbir derdinin olmadığına inanıyoruz.
Bir parti genel başkanı olması hasebiyle değil, ümmetin bir evladı olması noktasında, avamdan veya havastan herhangi bir müslümanın ihtiramını gözetme sorumluluğuyla bunu söylüyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, eğer Kurtulmuş’a ilişkin bir eleştiri yapılacaksa, bir suçlama getirilecekse, yaptığı işleri, söylediği sözleri göz önüne getirelim; hak mikyası ile tartalım ve ona göre hüküm verelim. Davadaki yeri, ağırlığı ve önemi ne ise, olduğu kadarı ile takdir edelim. Olduğundan fazla ne büyütelim, ne de hak etmediği şekilde küçültmeye kalkalım.
Birisi, kongre süreci ve sonuçlarına göre, Numan bey için “Çeyrek Başkan” ifadesini kullanabiliyor. Birileri onu “hain” olmakla suçlayabiliyor. Allah için bu tür istiskal ve hakaretleri hak eden birisi mi Numan Kurtulmuş? İslam davasına, Müslümanların esenliğine, hak ve onuruna karşı “suç” işleyen bir "mücrim" mi o?
Böylesi söylem ve nitelemeler üzerinden hak davanın savunuculuğunu yapıyor olmak, her şeyden önce o davanın saygınlığına gölge düşürmeyecek mi? Bu davanın değerler üzerine kurulu olduğunu söyleyenler, sergilenen bu tavırları hangi değerler ile gerekçelendirebilecekler?
Meselenin diğer bir noktası, sergilenen tartışmaların Erbakan Hoca’nın üzerinden yapılıyor olmasıdır. Birileri “Erbakan yanlısı” birileri “Erbakan karşıtı” gibi takdim edilerek, bilerek ve bilmeyerek sonuçta bu davaya en ağır darbeler indiriliyor. Kapanmaz yaralar ve gedikler açmak bu davayı ileriye ne kadar götürebilir?
Birileri kalkıp “Numan ve tayfası” nitelemesini kullanıyor. Her şeyden önce bu ifade bir “aşağılama” ifadesidir. Kimden söz ediyorsunuz; “harami”lerden, “gasıp”lardan ve “mücrim”lerden mi? Peki kim bunlar, dışarıdan harekete sızıp darbe yapmaya, hak etmedikleri konumları gasp etmeye kalkanlar mı? Bu kişileri “Erbakan karşıtı” gibi lanse etmek, hocanın konumu ve saygınlığı üzerinden bunları vurmaya kalkmak ne kadar adilane olacak? O zaman bize sormayacaklar mı; “dünyada “adil düzen” kurma iddiasında olan sizler, önce kendi aranızda bir adil olun, ondan sonra dünyada adil bir düzen kurmaya çalışın..!”
Eğer bizler, farklı bir uslup ve eğilim içinde olanlara karşı bu denli bir huşunet içinde olacaksak, o zaman Rabbimizin “Muhammed Allah’ın Resulüdür; onunla birlikte olanlar kendi aralarında mütevazi, kafirlere karşı ise serttirler” emrini ihlal etmiş olmayacak mıyız? Neredeyse haçlı-emperyalist işgalcilere, Siyonist katillere karşı sergilememiz gereken tavrı, Müslüman kardeşlerimize karşı sergileme durumunda kalmıyor muyuz?
Erbakan hocanın ismi üzerinden ne politika ne de tartışma yapalım. Zira böylesi tartışmaların anaforunda hocanın ihtiram ve değeri yıpratılıyor.
Gazeteler, internet siteleri, haber ve yorumlar “Erbakancılar” ifadesini kullanarak, ısrarla muayyen bir kesimin söylem ve tavırlarını hoca ile özdeşleştirerek belli bir ayrımcılığın ateşini körüklüyor. “Erbakancı” olmak, milli görüş hareketinin değer ve ilkelerine sadakatin, her türlü sapma ve savrulmaya karşı istikametin adı ise, bunun karşısında olanları, buna karşı duranları, her kim olursa olsunlar elimizin tersiyle itelim; ister Numan Kurtulmuş olsun, ister başkası…
Medyanın Erbakan hocaya yönelik tavrı 40 yıldır sürüyor. Medya genel olarak Erbakan hocaya karşı hiç adil olmadı. Her zaman hocanın yıpranmasına çalıştı, onun mücadelesini kırmaya uğraştı.
Birilerinin hocaya karşı böylesi tavrı sürdürdükçe, hem Numan Kurtulmuş ve hem de diğerlerinin, yüksek sesle "inadına Erbakan" demesi gerekiyor. Erbakan hocanın hareket içindeki konumunu takdir etmek, saygı ve sevgi ifadeleriyle yetinmekle olmaz.
Eğer Numan Kurtulmuş veya diğer siyasetçiler politik kariyerlerinden bir şey kaybedecekse, varsın bu, Erbakan hocanın hakkını gözetmenin bir bedeli olsun...
Diğer taratan birilerinin de Kurtulmuş’un karşısına geçip “biz Erbakancılar seni istemiyoruz” dediklerinde, kapanması zor gedikler açtıklarının farkında değiller mi? Yani “Ey Numan Kurtulmuş ve onun yanında duranlar, siz Erbakan’ın karşısındasınız!”
Erbakan hoca ilkesel olarak belli tesbit ve değerlendirmelerde bulundu ve yeni bir kongre yapılmasının gerektiğini belirtti. Milli Görüş hareketi açısından bu “faslul hitap”tır, yani; söylenecek son söz söylenmiştir. Başta Sayın Numan kurtulmuş olmak üzere kendisini Milli görüş davası içinde tanımlayan herkese düşen görev de, gerekenin yapılmasıdır. Eğer bu aşamadan sonra, hocanın sözüne muhalefet edecek olan olursa, o kişinin kendisini milli görüş mensubu olarak tanımlamasının anlamı yoktur.
Milli Görüş hareketinin doktriner bir hareket olduğunu hatırlatmak abes olsa gerek. Bir davayı muayyen bir kişi ile sınırlandırmak ve onun şahsına munhasır kılmak ne denli bir yanılgı ise, bu davanın liderini işlevsiz, etkisiz kılmak da o denli bir yanılgıdır. Allah gecinden versin, Erbakan hocanın bu dünyadan gitmesi ile kuşkusuz ki bu dava bitmeyecek. Eğer öyle olsaydı, her şeyden önce bugün ne ümmet olurdu, ne de İslam davası. zira bu ümmeti önderi, bu dinin peygamberi bu dünyadan göçtü.
Ancak bu davada yer alan herkes, "lider-itaat" kavramlarının aynı zamanda ibadi bir sorumluluk olduğunun şuurundadır. hem itaat edilmeyen bir liderden, hem de süren bir davadan söz etmek işin aslına, tabiatına aykırıdır. Ne sayın Kurtulmuş ve ne de bir başkası, bu hareket içinde olanları, hocaya itaat ile itaatsizlik arasında bir ikilime düşürmemelidir.
İlkesel anlamda tutarlılık, sorumlulukların politik argümanlardan öte, ibadi şuurla ifa edilmesini gerektirir.
Sonuç olarak, şunu belirtmek isteriz ki, bu hareket ve bu davanın hocanın ortaya koyduğu ilke ve hedeflere sadakat üzere yoluna devam etmesi hepimizin dileği ve arzusudur. Yine bizim arzumuz ve dileğimiz, Milli Görüş hareketinin Sayın Kurtulmuş ile daha ileri ve daha başarılı bir mücadeleyi omuzlamasıdır.
hareketinin bu serencamında bir demekten başka ne anlama geliyor bu?