Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, canlı yayında NTV Ankara Temsilcisi Nilgün Balkaç'ın sorularını yanıtladı.
Nilgün Balkaç: Mısır'da yaşananlar ve İslam dünyasını derinden etkileyenler olaylar var. Mısır'a nasıl bir çağrıda bulunuyorsunuz?
Prof. Mehmet Görmez: Doğrusu Mısır hem Türkiye açısından hem de tarihi kültürel bağları açısından çok önemli bir ülke. 89-90'lı yıllarda Kahire Üniversitesi'nde bir sene bulundum. Tabi ki Mısır'da yaşananlarla ilgili Diyanet İşleri Başkanı olarak siyasi ve uluslararası boyutuyla açıklama yapmam doğru olmaz. Ancak dini boyutuyla ilgili yorum yapabilirim.
Son çeyrek yüzyılda dünyada ve Türkiye'de toplumsal hadiseleri değerlendirirken bir yanlışlığa gidiyoruz. Toplumsal sorunların siyasi, sosyal, kültürel, tarihi boyutlarını bir tarafa bırakıp sadece din boyutunda yoğunlaştığımızda realiteleri gözardı etmiş oluyoruz.
Gerçekten Mısır'da yaşanan hadiseler çok boyutludur. Dün El Cezire'den çok manzara izledim, önce insanlar Tahrir Meydanı'nda birlikte namaz kıldılar, sonra daha ilginç bir gelişme oldu, Kıpti Kilisesi pazar ayinini meydanda yapmak istedi. Müslümanların tam ortasında Kıpti Kilisesi pazar ayinini yaptı ve sonra hep birlikte dua etmeye başladılar. Mısır'da yaşananları tespit etmek istiyorsak o dualarda söylenenleri anlamaya çalışmalıyız. Yaratıcıdan istenenlere bir göz atmak lazım.
Diyanet İşleri Başkanı olarak tek emelim, Mısır halkının kendi iradesini ve toplumsal gerçekliklerini kendi idaresinde görebilecek, barış içerisinde yaşamasını sağlayacak yeni bir yapıya kavuşmalarıdır.
'DİNİ ANLAMDA BAŞÖRTÜSÜ KONUSUNUN DEĞİŞMESİ MÜMKÜN DEĞİL'
Nilgün Balkaç: Sayın Başkan, Türkiye'de çok fazla tartışılan bir konu ve uzun süre de tartışma sürecek gibi. Üniversitedeki başörtüsü sorunu hukuken çözüldü diyemeyiz ancak fiilen çözüldü gibi bir tablo var. Bunun kamusal alana ve ilkokullara yansıması çok fazla tartışılıyor. Bu konudaki görüşü nedir Diyanet'in?
Prof. Mehmet Görmez: Diyanet'in bu konudaki görüşü dini olan kısmını ilgilendiriyor, dini olan kısmındaki görüşü sabittir ve değişmesi de mümkün değildir. Zaman zaman insanlar Kuran ayetlerindeki bazı kelimelerin semantik alanlarıyla oynamak suretiyle farklı görüşler ortaya çıkarabilirler. Ancak başörtüsü sadece İslam'la birlikte var olmayan, çok kadim kültürlerde ve medeniyetlerde var olan, Hristiyanlık'ta ve Yahudilik'te dini metinlere girmiş, uygulanmış ve arkasında pek çok sembol manalar taşıyan bir giysidir. Doğrusu Türkiye'de 1960'lı yıllardan itibaren, yani 40 yıl boyunca, bizim millet olarak başörtüsünü değil ama başörtüsünün arkasındaki yorumlarımızı, anlamlarımızı, anlamlar dünyamızı tartışmaya açmamız, sürekli tartışmamızı bir zaman kaybı olarak görüyorum şahsen. Hukuki ve fiili çözümlerden çok, kaldı ki hukuki manada çok farklı yorumlar söz konusu, ben toplumsal çözümün çok önemli olduğunu düşünürüm.
Başörtüsü sorunu Türkiye'de sadece başını örten hanımefendilerin sorunu değildir, erkeğiyle kadınıyla, başını örteniyle örtmeyeniyle herkesin sorunudur. Herkesin sorunu toplumsal barış içerisinde halletmesi ve bunu toplumsal gerçeklikliğimizin bir parçası olarak görmesi gerekiyor.
Nilgün Balkaç: Özellikle Doğu ve Güneydoğu'da sizin dini çağrışımları halka anlatmanız lazım, terörün boyutlarını da bu çok fazla etkileyecek bir nokta. Bölgede Hizbullah veya PKK noktasında din adamlarını zorlayan bir nokta var mı? Gelen duyumlar var, bu duyumlarda belli örgütlerin veya cemaatlerin camileri baskı altına aldığı söyleniyor. Ne yapacaksınız bu soruna karşı?
Prof. Mehmet Görmez: Tabi ki dini ve din hizmetlerini terörün karşı kutbuna yerleştirmek doğru değil. Elbette ifsad edici, bozucu, dini ve din hizmetlerini manipüle edici herhangi bir tavır söz konusu olduğu zaman Diyanet İşleri olarak dinin o safiyetini korumak, herhagi bir manipülasyona alet olmamasını sağlamak hepimizin görevi, sadece Diyanet'in değil.
Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan zaman zaman sadece burada bir barış ve kardeşlik çağrısında bulunulmasını istenmiş veya irşat hizmetlerinde bu konuya yer verilmesi istenmiş. Sadece vaaz ve hutbelerle, sadece bölgeye veya farklı bölgelere irşat ekipleri göndermek suretiyle bu sorunun çözülebileceğini düşünmüyorum. Öncelikle bizim kendimizin bölgede veya başka bölgelerde yaşanan sorunlarla ilgili irşada ihtiyacımız var. Bu dönemde daha çok bu konular üzerinde yoğunlaşmak istiyoruz.
Öncelikle sadece bir bölgede değil. Trakya'da farklı bir hizmet politikasına ihtiyacımız var, sahil kentlerinden farklı talepler var. Bu bölgede ise sadece barış ve kardeşlik vaazları yapmak değil, barışın ve kardeşliğin gereklerini yerine getirmeye ihtiyaç var. Yani fiili kardeşliklerin örneklerini çoğaltmak ve bunları yaşayarak göstermek gerekiyor. Sadece biz kardeşiz, biz barış içerisinde birlikte yaşamalıyız diye konuşarak olmaz. Elbette Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan kardeşlerimizin İslam'a olan bağlılığı ve sadakati tartışılmaz. Böyle olduğu içindir ki, terör zaman zaman arada var olan bu din kardeşliği bağlarını da koparmak suretiyle farklı bir yönteme geçmiş olabilir. Ancak tekrar ediyorum biz Diyanet olarak ve toplum olarak dinin ifsad edici, bozucu, manipüle edici kullanmasını önlemek ve dinin safiyetini bütün yönleriyle ortaya koymak, kardeşlik bağlarını da özde kardeşliğin hukukunu yerine getirmek suretiyle katkıda bulunabileceğimizi düşünüyorum. Dinin o rahmet boyutunu öne çıkarmalıyız.
Nilgün Balkaç: Din adamlarının bu şekilde Hizbullah veya PKK'nın baskısından uzaklaşabileceğini düşünüyor musunuz efendim?
Prof. Mehmet Görmez: Doğrudan Diyanet İşleri'ne bağlı, görevlerinin bulunduğu bir yerde bir başkasının egemenliği söz konusu değil. Ancak gerçekten son derece üzücü hadiseler yaşandı. Bir süre önce Mardin'in Bilge Köyü'nde biz çok genç ve bilge bir imamımızı teröre kurban verdik. Kendi aldığı azıcık maaşıyla köydeki bütün çocukların yüreğini kazanmış bir din görevlisiydi.
Daha sonra Hakkari'de Aziz Tan isimli çok kıymetli ve bölgenin tamamına hizmeti olan bir kardeşimizi kaybettik, tabi ki bunların bir daha tekrarlanmasını istemeyiz elbette. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın halkla el ele vererek sorunun çözümüne büyük bir katkıda bulunacağını ifade edebilirim.
Nilgün Balkaç: Kadınları camide daha fazla görmek istediğinizi söylediniz. Bunun için nasıl bir çalışma yapacaksınız?
Prof. Mehmet Görmez: Biz bu dönemde geçmişe yönelik hizmet kusurlarımızın envanterini çıkarmaya çalışıyoruz. Ve Diyanet açısından özeleşteri yapmak için bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Geriye dönüp baktığımızda hizmet kusurlarımız içerisinde en başlara yerleştirebileceğimiz kadınlara yöneliktir. Bu kadar camilerimiz var, camilerimizi de kadınların en az erkekler kadar caminin atmosferine katılabilecek şekilde en azından mimaride dahi kusurlarımız söz konusu. Camilerin en izbe yerlerinde namaz kılmalarını sağlamışız, bu bizim kusurumuz.
Herhangi bir iki şehir arasında yolculuk yaptığınızda herhangi bir mescide uğradığınızda dahi buradaki düzenlemelerde kadınlarımızı biraz dışarıda bıraktığımızı görüyoruz ve bundan çok üzüntü duyuyoruz. Ben Diyanet İşleri Başkanı olarak bütün hanımefendilerden, bütün kadınlardan özür diliyorum. Ancak elbette pek çok şey yapmak istiyoruz, kadının camiden uzak durmasının dinle ilgisi yok tamamen gelenekle ilgisi var. Hazreti Peygamber zamanına gittiğimizde kadınların sadece cuma ve bayram namazalarına değil, beş vakit namazlarına da aktif olarak katıldığını görürüz. Cuma hutbelerinde peygamberimiz hutbe okurken ayağa kalkıp peygambere sorular soran, sorularına doğrudan peygamberden cevap alan kadınların varlığından haberdarız. Bu konuda tabi ki farklı milletlerin farklı kültürleri oluştu.
Bazı konular vardır ki gelenek dinin önüne geçmiştir, kadın konusunda özellikle. Kadına karşı davranışlarımızda, kadın ve cami söz konusu olduğunda bilhassa törelerin, geleneklerin dinin önüne geçtiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Gönüllü bir grup arkadaşımız öncelikle İstanbul'da bütün camileri gezmek suretiyle durum tespiti yapıyor. Kadın ve cami konusunda yapılması gereken iyileştirmeler yapılacak ve bu daha sonra Türkiye geneline yaygınlaştırılacak.
Nilgün Balkaç: Kadına karşı şiddette de Diyanet devreye girebilecek diyebilir miyiz?
Prof. Mehmet Görmez: Şüphesiz özellikle kadına karşı ayrım, kadına karşı şiddet konusunda biz öteden beri çok aktif çalışıyoruz, bundan sonra da dinin bu konudaki yapıcı rolünü ortaya çıkarmak ve özellikle yanlış yorumları düzeltici bir çalışma içerisinde olacağız.
KANDİL İLE SEVGİLİLER GÜNÜNÜN DENK GELMESİ
Nilgün Balkaç: Biraz daha farklı ve herkesin çok merak ettiği bir konuya geçelim. 14 Şubat tarihi Sevgililer Günü ve aynı zamanda bu yıl Mevlit Kandili. Farklı çözümler bulunmaya çalışılıyor, Sevgililer Günü'nün önceden kutlanması gibi. Sizin bu konudaki yorumunuzu alabilir miyiz?
Prof. Mehmet Görmez: Ne güzel bir tesadüf veya tevafuk. Çünkü biz kendi kültürümüzde ve medeniyetimizde sevgili peygamberimize 'Sevgililer Sevgilisi' adını veriyoruz. Hem de bütün sevgilerin kaynağı yaratıcımıza olan sevgimizi de gösterir, böyle bakıyoruz. Bizim kültürümüzde peygamberimize çok farklı bir sevgimiz var. Dolayısıyla bu iki günün bu sene tesadüf etmesini bir güzellik olarak görüyorum. Biz hem hep birlikte 'Sevgililer Sevgilisi'nin doğum gününü kutlarız, mevlidi çok daha canlı yaşarız hem de 'Sevgililer Sevgilisi'nden aldığımız sevgiyi kendi sevgililerimize de en güzel şekilde ifade etmiş oluruz.
SEÇİM LİDERLERİNE TAVSİYE
Nilgün Balkaç: Özellikle seçimlerin yaklaştığı bir dönemde siyasi üslup çok fazla tartışma yaratıyor ve tabi ki bu halk arasında da bir gerginliğe neden oluyor. Çoğu zaman halkın istemediği bir üsluba da dönüşebiliyor. Bu noktada seçime girecek tüm siyasi gruplara çağrınız nedir?
Prof. Mehmet Görmez: Biz önümüzdeki Kutlu Doğum Haftası için seçtiğimiz başlık 'Hazreti Peygamber ve Merhamet Eğitimi.' Doğrusu bu başlığı seçerken şunları düşündük, bütün dünyayı bir şiddet sarmalı sarmış vaziyette, hatta şiddet çocukların eğitimine dahi girmiş vaziyette, çocukların bilgisayar ortamındaki bütün oyunları şiddet üzerine bina edilmiş halde. Sadece kadına karşı şiddet, tabiata karşı şiddet, canlıya karşı şiddet, bitkiye karşı şiddet, hayvana karşı şiddet değil aynı zamanda tabi ki siyaset ve şiddeti de dikkate alarak da, belki de bir merhamet çağrısı yaparak hem dilimizde hem gönlümüzde hem de organlarımızda ortaya çıkan nasıl geride bırakabiliriz diye bir çaba içerisinde olacağız. Siyasetin de merhamete ihtiyacı var, hikmete ihtiyacı var. Hikmetsiz siyaset veya siyasetsiz hikmet daima sorun olur, bütün dünyada. Ben son zamanlarda sıkça tekrarladığım bir Mevlana çağrısını yinelemek isterim. Hatta bu süreçte herkesin hem 'Sevgililer Sevgilisi'ni okumasını hem de Hazreti Mevlana veya Yunus'u okumasını tavsiye ederim. Hazreti Mevlana Mesnevisi'nde 'üslubu hakim' diye hikmetli bir üsluptan söz eder, sorarlar kendisine 'Hikmetli üslup nasıl olur?' O da der ki, 'Hiç kimseyi rencide etmeden aklın kapılarını açmaktır.' Ben de bütün insanlara, siyasilere bu çağrıyı yapabilirim, böyle bir üslup bulalım, böyle hikmetli bir üslup içerisinde siyaset yapalım derim. Hiç kimsenin gözüne parmağımızı sokmadan bütün gözlerin ülfet perdelerini açmak. Gözlerin ülfet perdeleri açıldığı zaman, zaten insanlıkla ünsiyet aynı kökten gelir, insanlar arasında ünsiyet veya dostluk oluşacaktır. Daha hikmetli veya daha merhametli bir siyasi dil diyorum.
NTVMSNBC