Sarbonne Üniversitesi'nde ekomomi öğremini görüp doktorasını tamamaladığı yıllarda Cumhuriyet Gazetesi'ne Paristen mektuplar başlığı altında yazılar gönderen Mehmet Altan, Türkiye'ye dönünce Fransa'dan yazılar gönderdiği gazetede işe başlayacağını umuyor ve aynı zamanda üniversiteye giderek akademik hayatını sürdürmeyi hayal ediyordu.
Ama işleri hiç de umduğu gibi gitmedi. Cumhuriyet kendisine kapıları kapattı.
Üniversite meselesine gelince kendisini oraya ilk olarak Eser bey götürmüş. Doktorasını bitiren ama henüz savunmasını vermemiş olan Mehmet Altan orada Gülten Kazgan ile görüşmüş ve inanılmaz düşük bir maaşla üstelik 'müasahhihlik yapması yönünde bir teklif sunulunca dehşete kapılmış.
Sarbonne Üniversitesi'nde üstelik üst düzeyde öğrenim görmüş birine gözlerini düşük bir maaşla gözlerini satmasının kendisini düşürdüğü dehşeti anlatmakta zorlandığını söylüyor Mehmet Altan ve Gülten Kazgan'a kendisina asistan olarak üniversiteye girilemeyeceğini bu şekilde öğrettiği için teşekkür borçlu olduğunu düşünüyor.
İLK YAZILARI SOL BİR DERGİDE ÇIKTI
Orada girdiği şokun etkisiyle nasıl kaçtığını bilemeyen Türkiye Liberal düşüncenin önde gelen yazarlarından Mehmet Altan aslında ilk yazılarını bir liberal olarak değil Komünist Parti çizgisinde bir dergide kaleme almış.
Altan o günleri şu şekilde anlatıyor, "15-16 yaşlarımda yayınlattığım ilk denemelerim farklıdır. Galiba 66-67'ydi, Proleter diye bir dergi çıkardı. Orada yayımlanmış, babamın etkisi altında, TlP'in etkisi altında yazdığım, sınıf savaşını savunan sol yazılarım vardır. Sosyalist bir algılama ve TlP'in çizgisinde giderken, Sovyetlerin yıkılması, Leninizm'in çökmesiyle, Marksist-Leninist bir çizgiden Marksist bir anlayışa doğru geçtim ve liberalizmi o gözlükle destekledim. Yani benim 15-16 yaşlarında yazdığım yazılara bakıldığı vakit, onlar proleterya iktidarı üstüne yaklaşımlardır. Sonra araya Fransa girdi, Turgut Beyin döneminde döndüm tekrar ve liberalleşmeyi Türkiye'nin hayrına gördüğüm için bunu muazzam destekledim hatta bu çabayı gösterenlerin öncülerinden oldum"...
Üniversiteye girme hayallerinin kabusa dönüşmesiyle hemen başka bir iş arayışına giren Mehmet Altan, o günlerde evlerine sık sık gelen Rüştü Bozkurt aracılığıyla Şişe Cak Fabrikası'na girme fikrine kapılıyor. Osman Nuri Torun'la yenilen bir yemek sonrası Şişe Cam'a girmeye karar veriyor. "Ama tabii Cumhuriyet'te yazan, Sorbonne'da ekonomi okumuş birinin Şişe Cam'da ne işi var?"
"BİRLERİ BİZDEN ATATÜRK'Ü SAKLIYOR"
İsterseniz bundan sonrasını biz değil sizlere Mehmet Altan kendisi anlatsın. Aslında biz bu öyküyü sizlere zaten hayy kitap yayınevinin Söyleyecek Sözü Kalanlar başlıklı nehir söyleileri dizisinin üçüncü kitabı olan Mehmet Altan İkinci Cumhuriyet'in yol hikayesi adlı kitaptan kurgulayarak anlatmaya karar verdik. Haber 7 Kitap Dünyası farkı ile kitabın altıncı bölümünü oluşturan "İlk aşkın eviliğe dönüşmesi anlatılmaı zor bir doyum sağlıyor" başlıklı bölümden cımbızlayarak kurguladımız bu öykü'nün yer aldığı kitap, Defne Asal Er'in MehmetAltan ile yaptığı söyleşilerden kurgulanmış on bir bölümden oluşan 172 sayfalık bir eser. İkinci Cumhuriye'in Yol hikayesi adı üstünde resmi tarih yalanlarını deşifre eden, Kemalizm yerine demokrasi isteyen, "Birileri bizden Atatürk'ü saklıyor" diyen "ciddi" ve ulus devleti bir iç sömürge çetesi olarak tanımlayan"cesur" bir yolculuğu bizzat yolcusundan dinlemeye çağırıyor sizi...
Ama kitapta sadece bir fikir yolculuğu değil, insan manzarları da var. Mehmet Altan ve Altan ailesi başta olmak üzere bir dönemde isimleri çokça zikredilen ünlülerin bilinmeyen yönlerini de (Çetin Altan'ın bürosunda üç tekerlekli bisikle dolaşan Mehmet Barlas gibi... ) anılar arasında görüp gülümsememek ede değil. Hele kitabın sonunda yer alan siyah beyaz 20 özel albüm resmi var ki bu resimlerde yer alanların bugünkühallerine bakıp şaşmamak mümkün değil...
Neyse biz şimdi öykümüze dönelim ve sözü Mehmet Altan'a bırakalım:
... O yemekten sonra... Babamla da bir gerginlik yaşadığımızı hatırlıyorum, çünkü ben bundan çok mutlu olmadım, babam da pek fazla sevinmediğimi yüksek sezgisi ile algılayınca huzursuz oldu, eve döndükten sonra bir gerginlik yaşadığımızı hatırlıyorum.
"ŞİŞECAM'DA 1.5 YIL ÇALIŞTIM"
Ne dedi ki Çetin Bey?
İnsanlar bir şekilde çocuklarının güvencelerini daha fazla düşünüyorlar. Ben Fransa'da doktora yapmışım, ama üniversiteye girersem musahhihlik yapacağım, gazete de beni almıyor, hiç olmazsa daha güvenceli bir yere girsin al-gısıyla davrandı, yani biraz klasik bir baba yaklaşımı gösterdi. Üstelik benim durumum da buna uygundu yani... Ondan sonra tabii tekrar Fransa'ya gittim ve doktoramı savundum, doktor oldum ve yeniden müracaat ettim üniversiteye. Allah rahmet eylesin Yüksel Ülgen, aynı zamanda İşıl Akbaygil, ön ayak oldular, çok yardımcı oldular, ama güvenlik soruşturmam, sanki çok bilinmeyen bir adammışım gibi, çok uzun sürdü, sonunda yardımcı doçent olarak üniversiteye girdim. Asistan girmek ile yardımcı doçent olarak girmek arasında her açıdan çok büyük bir fark var. Hoca sınıfına giriyorsun, öğretim üyesi oluyorsun.
Bütün bu süreç bir buçuk yılı falan aldı, yani Şişe Cam'da bir buçuk sene çalışmış oldum. O sırada da tabii deneyimlerim olmuştur. Orada planlama uzmanı olarak çalışıyordum. O sıralarda Şişe Cam'ın yatırımlarıyla ilgili zor konularda deneyimlerim arttı ama canla başla çalışmadığımı, planlama uzmanı olayım diye çok fevkalade bir heyecan duymadiğimi herhalde yöneticiler de görüyordu. Beni, o esas çekirdek kadronun çok içinde olmayan daha eski bir arkadaşla birlikte o bölümün en önüne koymuşlardı, bizim oraya Planlama'nın Uganda'sı derlerdi ..
Çalışma ortamı rahat, parası pulu genele göre fazla, güvenceleri gelişmiş... ama bir zaman sonra bir kavanoz içine düşmüş olduğunu anlıyorsun, 7.20 araba vapuruna yetiştim, öğle yemeğine indim, ikramiyemi aldım... Şişe Cam'da çalışırken bir yandan da yazı çizi dünyasıyla ilişkimi sürdürdüm. Yani basının içinde değildim ama bağımı koparmadım, tamamen dışında kalmadım.
"CANAN BARLAS SAYESİNDE GÜNEŞ'E DİZİ YAZILAR HAZIRLADIM"
Cumhuriyetin beni almamasına karşın, o sırada Güneş gazetesinde dizilerden sorumlu müdür olan Canan Barlas'ın bana imkân açması, entelektüel yazma çizme faaliyetlerimi Güneş gazetesi üzerinden sürdürebilmemi sağladı, hem kendimi ifade etme hem de ek bir para kazanma olanağı verdi. Büyük bir gayretle çeşitli diziler yaptım orada.
"MEHMET BARLAS BABAMIN ODASINDA BİSİKLETLE GEZERDİ"
Sonra Güneri Civaoglu'ndan boşalan yere Mehmet Barlas gelince haftada bir yazı yazmaya başladım. Çünkü Mehmet Barlas yeni yazar uygulamasına geçmişti o zaman ve bana da bu imkânı sağlamıştı.
Mehmet Barlas'la ilişki, dostluk eskilerden geliyor herhalde...
Tabii, çok çok eski. Babam içerdeyken çok sahip çıktılar aileye. Babam Mehmet'in babasının arkadaşı. Babam Mehmet'i ilk tanıdığında babası bakandı ve o babasının bakanlık odasında üç tekerlekli bisikletle dolaşıyordu. Cemil Sait Barlas adı geçtiği zaman annem hep hayıflanırdı, Allah rahmet eylesin bir trafik kazasında öldü, bu talihsizlik başına gelmeden evvel anneme, "bir mantı yap da yiyelim," demiş; annem ona mantı yapamamış olmaktan dolayı hayıflanırdı.
Çok güçlü bir tanışıklık var yani aile olarak. Ben Mehmet'i tanıdığımda çok gençti, 23 yaşında Cumhuriyet gazetesinin dış haberler servisini yönetiyor ve köşe yazarlığı yapıyordu. Aramızda 11 yaş fark var ama benim de onunla dostluğum çok eski. İnsanlar beraber yaşlanıyor, yürüyor...
"UĞUR MUMCU İLE ARAMIZDA CİDDİ POLEMİKLER OLDU"
Ben Güneş'te haftada bir yazarken, Söz gazetesi kuruldu ve Söz'e geçtim. Orada her gün yazmaya başladım ve Uğur Mumcu ile aramızda çok ciddi polemikler oldu. Söz tutunamamış bir gazetedir ama o polemikler bir şekilde Sabah gazetesi tarafından izlenmiş olacak ki, Zafer Mutlu bir gün bana Sabatia köşe yazarı olarak gelmemi teklif etti.
Söz uzun yaşamadı zaten, ama oraya geçmem için Güneş'te aldığım paranın kat kat üstünü verdiler. O gazetenin yaşama umudunun çok olmadığını bildiğim halde gittim. Ama işte o sırada o polemikler patladı. Özal dönemiydi, biz Özal'ı destekliyorduk, Özal'ı destekleyen bütün Marksistlere Uğur Mumcu hücum ediyordu. Onunla aramızda çıkan polemik kitleye yansımadı, çünkü Söz'ün tirajı çok düşüktü ve bilinen bir gazete değildi.
VE SABAH'A GEÇİŞ
Sabah yönetimi bir şekilde oradan beni Sabah'a aldı. Yani Türkiye'ye döndükten sonra hayatım çok hızlı akmaya başladı. Bir buçuk yıllık bir Şişe Cam dönemi var ama o memurluk dönemim beni entelektüel dünyadan koparmadı. Yani iki yıl gibi bir sürede, yerleşik olmaya başlayan bir konum elde ettim.
Özal dönemiydi, Turgut Bey'le birlikte liberalleşmeye doğru adım atarken liberalizmi Türkiye'ye anlatmak, devletçiliğe karşı liberalizmi savunmak ilk başta çok yaygın bir şey değildi. Babam mesela bu konuda muazzam bir rol oynamıştır. Onun rüzgârında biz de hareket ederken, Kemalist kadrolarla, Turgut Bey'i destekleyen solcular, Marksistler arasında muazam bir bir fikirsel, hatta onun da ötesinde çatışma çıktı. Bu fikirsel çatışmada ciddi bir rol oynamam söz konusu oldu.
Aslında bugün yaşananlar o günelerde başlayan sürecin devamıdır. Turgut Özal'ın başlattığı devrimler tam değildi, yerleşik de değildi; 12 Eylül ile hesaplaşamadı Türkiye, liberazimin tüm kurum ve kuralları henüz oturmadı...