Milletlerin ilmen ve fennen terakki etmeleri, ancak yetiştirmiş olduğu ilim adamları ile mümkündür. Lokomotif görevini üstlenen bu fedakâr şahsiyetler, vagonlarını müspet gayeye doğru sürüklerler. Bu lokomotif değerlerimizden birisi de; İslâm tarihçisi, şair ve mutasavvıf Mustafa Âsım Köksal'dır. (M.B)
Asrımızın en büyük din alimlerinden olan Mustafa Asım Köksal 28 Kasım 1998 tarihinde vefat etti. Köksal’ı 10. vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz. Kabri Keçiören-Bağlum kabristanında bulunan Merhum Köksal’ın “İslâm Tarihi” isimli kitabı Peygamberimiz’in hayatına dair Türkçe yazılmış en geniş kitaptır. İslâm Tarihi-Hz. Muhammed (s.a.s.) ve İslâmiyet, 1964’ten 1998’e kadar devam eden bir serüvendir. Okuyucuyu Asr-ı Saadet ikliminde dolaştıran, sahabilerle beraber yaşıyormuş gibi hissettiren abide eser, İslâm dininin ve tarihinin bütün ana kaynaklarına dayanılarak yazılmış bir klasiktir. Eserin 18 ciltlik ilk baskısı üzerinde yeniden çalışan merhum yazar, ömrünün son yıllarını bu eserin yeniden yazımıyla geçirdi. Yeni kaynakları kullanmak, bazı hataları düzeltmek, uzun bölümleri toparlayıp kısaltmak böylece mümkün oldu. Eserin bu son şekli, ömrünün meyvesi oldu.
Mahmut Toptaş Hoca eserle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “Cumhuriyet döneminde yazılan en önemli dört eser say deseler ben, 1- Elmalılı merhumun tefsiri, 2- Ahmed Naim ile Kâmil Miras’ın Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 3- Ömer Nasuhi Bilmen’in Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, 4-Âsım Köksal’ın İslâm Tarihi derim.”
BIR AKSIYON ADAMI M.ASIM KÖKSAL
Kaynak Yayınları'nın düşünce ve aksiyon insanları serisinden çıkan biyografi kitabı "Mustafa Asım Köksal" kitabında ise Cüneyt Köksal şunları ifade ediyor: “Köksal'ın hayatı peygambere adanmış bir ömür olarak nitelenebilir. İsmi, en geniş siyret kitabı olan "İslam Tarihi" ile özdeşleşti, ömrü boyunca Rasulullah'ı anlayıp anlatmaya adanmışlığı, akademik titizlik ve ısrarın, yılmaz bir gayretin ne demek olduğunu bilfiil gösterdi. İlmi şahsiyet dışında sahip olduğu ahlaki olgunluk sebebiyle Türkiye Müslümanlarının son devirde güvendikleri ve başvurdukları bir İslam alimi konumunda bulundu. Köksal, son 34 yılında sürekli eser yazarak münzevi bir şekilde yaşamıştı.”
Asım Köksal hakkında araştırma yaparken Mustafa Bektaşoğlu’nun “Mustafa Asım Köksal'ı anarken” başlıklı bir yazısı dikkatimizi çekti. Bahsi geçen yazıdan bazı bölümlerin altını çizdik....
ÖMRÜNE ONLARCA ESER SIĞDIRDI
(...) M. Âsım Köksal seksen beş yıllık ömrüne onlarca eseri sığdırıp, son demine kadar yazmaya, eser vermeye devam etti. Resulullah'ın ve ashabının aşkıyla yanıp tutuşan Köksal, her sohbetinde onlardan bahsetti, baktığı her yerde onları gördü.
(...)Ankara'da bulunduğu sırada 'Dört başı mamur insan-ı kâmil' diye dilinden düşürmediği, nefsinin terbiyesinde önemli rolü olan İskilipli İbrahim Efendi'den on iki sene ders görerek icazet aldı.
(...) Memuriyeti süresince; Rifat Börekçi, Şerafettin Yaltkaya, Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, Ömer Nasuhi Bilmen ve Hasan Hüsnü Erdem gibi başkanlarla birlikte çalıştı.
20 Kasım 1998 günü, Cuma namazına giderken beyin kanaması neticesinde hastaneye kaldırılan Köksal, 28 Kasım 1998 tarihinde vefat etti. Kabri Keçiören-Bağlum kabristanında bulunmaktadır.
REDDIYE'YI YAZMASININ SEBEPLERI
(...) Reddiyeyi yazmama, İtalyan müsteşriklerinden Kaetani'nin İslâm Tarihi; İslâm Tarihi'ni yazmama da Reddiye sebep oldu. Leone Kaetani'nin bu eserini; 1924 yılında İslâm Tarihi adıyla Hüseyin Cahit (Yalçın) dilimize çevirmiştir.
Hüseyin Cahit, tercümesini üzerine aldığı kitapta; Kaetani'nin bazı fikirlerinin reddedilmesi gerektiğini, fakat kendinde bu kudreti bulamadığını açıkça itiraf etmiştir. Hal böyleyken; bu tarihin Avrupa'da yazılmış en mükemmel, tarafsız, büyük ilmi değere haiz bir eser olduğunu nasıl ve neresinden anlayabilmiştir? Bir tarihin mükemmel olabilmesi için; kaynaklarının sağlam, nakillerinin vesikalarına, tahlil ve muhakemelerinin ilmî usul ve kaidelere uygun ve isabetli olması gerekmez mi? İndî hüküm ve görüşlerden, tezat ve tenakuzlardan, her türlü tarafgirlikten, garazdan uzak bulunması gerekmez mi?
KAETANI DINIMIZLE BAĞDAŞMIYOR
Kaetani'nin dinimiz, peygamberimiz, kitabımız hakkındaki telâkkilerinde de maalesef tarafsızlıkla bağdaşacak bir cihet bulunmamaktadır. Kaetani'ye göre Peygamberimiz; hâşâ dünyayı ele geçirmek hırsıyla ortaya atılmış bir maceraperest. İslâmiyet; bu iş için siyasi bir alet. Kur'an-ı Kerim de; Onun (Peygamberimizin) Allah'a isnat etmek istediği kendi sözlerinden ibarettir.
İşte Kaetani'nin tarihinde, bütün olaylar bu bakış açısından değerlendirilmeye çalışılmış, kitap baştanbaşa bu zihniyet ve indî fikirlerin zehirli havasıyla kirletilmiştir. Böyle bir kitabın Müslümanlara tavsiye ve takdim edilmesinin manası ne olabilir?
Kitapta, dinimize, peygamberimize, ashab-ı kiram'a, İslâm alimlerine hakaret edilmektedir. Kullandığı şaşırtıcı taktik sayesinde bazı münevverlerimizce, İslâmiyet ve İslâmî konular için en mevsuk, en emin, en ilmî bir kaynak imiş gibi telâkkî olunmaktadır. Kitap ve ansiklopedilere, dergilere aktarmalar yapılmış, İslâmî konulara vakıf olmayanların inançları altüst edilmiştir. Bazılarının İslâmiyetle ilişkilerini kestirmekle kalmamış, İslâmiyete açıktan açığa düşman kesilmelerine de yol açmıştır. Kaetani'nin İslâm Tarihi kitabı, ülkemizde yayınlandığı sıralarda; Darülfünun Müderrislerinden Ahmed Naim beyle Sadrettin ve Yusuf Ziya beyler tarafından üç-beş makale yazıldı. Makalede adı geçen kitabın itimada şâyân olmadığı belirtilmeye çalışılmış ise de, bu cevaplar yeterli olmamıştır.
“NE IŞTAHIM KALDI NE UYKUM”
(...) Olanca gücümü zorlayarak ve kaynak bulmadaki güçlükleri de yenmeye çalışarak Reddiye'yi yazmaya altı ay kadar devam ettim. Ne iştahım kaldı ne uykum. Bunun üzerine; çalışmayı bırakmak zorunda kaldığımı hocam İskilipli İbrahim Edhem Gerçekoğlu'na bildirdim. O da 'Sen bu işe manen memursun evladım. Sakın bırakayım deme' diyerek beni çalışmaya teşvik etti. Çaresiz kaldıkça manen desteklendiğim ve şükür secdesine kapandığım oldu. Beş yıl gibi bir süre içinde, geceyi gündüze katarak bu görevi yerine getirdim.
Tamamlanan beş yüz sahifelik Reddiye'yi Ömer Nasuhi Bilmen'in başkanlığındaki Müşavere ve Dini Eserleri İnceleme Kurulu'nun tetkikine sundum. Müşavere Kurulu; 10.8.1960 tarih ve 357 sayılı kararında:
'İslâmiyeti, hadis gibi en mühim bir kaynağından mahrum etmek ve sarsmak için hadis'e, ilm-i hadis'e, muhaddislere, hatta ashabın büyüklerinden İbn Abbas ve Ebu Hüreyre gibi şahsiyetlere var kuvvetiyle saldıran, İslâmiyet'in beş vakit namaz gibi amelî farizasının Kur'an-ı Kerim'e istinat edilmeyip sonradan sonraya İslâm kelâmcıları tarafından icat edildiğini, Resul-i Ekrem'in Haşimî ve hatta Kureyşî bile olmayıp meçhul bir soydan geldiğini iddia eden İtalyan Müsteşriki Kaetani'ye; ilme ve İslâmiyete has ağırbaşlılık ve nezaketle layık olduğu cevabı veren bu Reddiye; aynı zamanda Kaetani tarihine istinat eden neşriyata da bir cevap teşkil edeceği cihetle, Başkanlık yayınları arasında yer almasının uygun olacağının yüksek başkanlığa arzına karar verildi.’
'HAZRETI MUHAMMED VE İSLÂMIYET'I NIÇIN YAZDIM?'
Kaetani'nin yazmış olduğu İslâm Tarihi'ni yıllarca inceleyip yalan ve yanlışlarını ortaya koydum. Peygamberimiz (s.a.s.)'in hayatına ve dinimize ait bilgileri Kur'an-ı Kerim ve hadis gibi doğrudan doğruya ana kaynaklardan derleyip yazmaya çalıştım.
(...) Sadece kaynakları konuşturmak istedim. Şahsi görüş ve düşüncelerimle araya girmekten, olayların arı-duru havasını bulandırmaktan son derece kaçındım.
MEHMET AKIF VE ARZUSU
(...) Mehmet Akif Bey, Peygamberimizin hayatını yazamadan vefat etti. Onun bu arzusunu ben gerçekleştireyim dedim. Onun ruhu şad olsun, onu bana o yazdırdı. Günde on dört sahife yazarak kısa bir müddet içinde üç yüz sayfayı bitirmiş oldum.
KUR'AN-I KERIM TERCEMESI VE M. ÂSIM KÖKSAL
(...) 1956 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı'nda, zamanın ihtiyacına uygun bir terceme hazırlamak üzere bir heyet kuruldu. Bu heyette bidayette: Şehit Oral, Yusuf Ziyaeddin Ersal (Ezherî), Mustafa Runyun, Ali Sami Yücesoy, Âsım Güven, Mustafa Âsım Köksal, Kemal Edip Kürkçüoğlu, M. Şevki Özmen bulunuyordu. Sonraları Şehid Oral, Yusuf Ziyaeddin Ersal (Ezheri), M. Âsım Köksal ve Şevki Özmen heyette kaldı ve Âl-i İmran sûresinin tercemesine kadar gelinebildi. Nihayet 1 Kasım 1960'ta Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi asistanlarından Dr. Hüseyin Atay ile Dr. Yaşar Kutluay Türkçe Anlam (Meâl) üzerinde çalışmaya memur edildiler.
Vakit / Kültür Sanat Servisi