M.Es'ad Coşan Hocaefendi'nin tasavvuf anlayışı

Tasavvuf geleneğinin içerisinde yetkin bir şahsiyet olarak Es’ad Coşan Hocaefendi’ye göre, tasavvuf dinin özge, farklı bir yaşam şeklidir

ES’AD COŞAN HOCAEFENDİ’NİN TASAVVUF ANLAYIŞI


Tasavvuf geleneğinin içerisinde yetkin bir şahsiyet olarak Es’ad Coşan Hocaefendi’ye göre, tasavvuf dinin özge, farklı bir yaşam şeklidir. O’na göre bir dînî hayat vardır bir de dindarâne hayat vardır. Dindar insanların içinde de bir meşrep, tarz, özge bir düşünce ve yaşam biçimi vardır ki o tasavvuftur.


O’na göre tasavvuf, iki cihan saadetinin anahtarıdır. Ancak bu tasavvuf, İslâmî ve Kur’ânî; şerîate tam tamına bağlı olan gerçek tasavvuftur. Zira tasavvufun çeşitleri çoktur; yerlisi-yabancısı; İslâm öncesi-İslâm sonrası; sahihi-sakatı; şer’îsi-rafızisi; şerîate uygunu-aykırısı; doğrusu-eğrisi; hakîkîsi-sahtesi; tahkîkîsi-taklîdîsi; tatlısı-acısı; sevimlisi-sevimsizi; nurlusu-nursuzu; gelenekseli-moderni; huşulusu-fantazîsi; takvâlısı-lâubalisi; klasiği-folkloriği; tarihîsi-sosyetiği; ihlâslısı-göstermeliği… vardır.


Hocaefendi’ye göre tasavvufun iştigal sahası, Allah’ı sevme ve O’nun sevgisini kazanmadır. Bu ölçülerle düşünüldüğünde, İslâm tasavvufu İslâm’ın özü ve ruhudur. Menşei, Kur’ân-ı Kerîm, hadîs-i şerîfler ve Hz. Peygamber ile ashabının hayat tarzlarıdır.


Tasavvufun bir çok tarifinin yapıldığını, her sûfînin kendi kavrayış ve meşrebine göre bir tanımlamaya gittiğini belirttikten sonra Hocaefendi, efrâdını câmî ağyârını mânî şu tarifi yapar: “Tasavvuf Hâlık’a itaat, mahlûka şefkattir.” Mahlûka şefkat, Hâlık’a itaatin zorunlu bir sonucudur. Tasavvuf diğerbinliktir, merhamettir, muhabbettir, hizmettir, samimiyet, ihlâs ve hikmettir; kalp temizliği, irfan yüceliği ve amel-i sâlih üreticiliğidir; güzel hâldir; taşa karşı gül, zehire karşı panzehirdir.


Hocaefendi’ye göre tasavvuf sayesinde insan ahlâkî, sosyal ve estetik olgunluğa ulaşır. Ulvî ideallerle yoğrularak hayatı anlamlı yaşar. Birlik, beraberlik ve sevgi duygusuyla kucaklaşır. O’na göre tasavvuf dünyadan uzak, insanlardan kopuk, münzeviyâne bir yaşantıyı asla kabul etmez. İnsanların içerisinde olup verdikleri sıkıntılara tahammülle onlara hizmet etmek ferdî ibadetlerin erdiriciliğinden çok daha etkilidir.
Hocaefendi, tasavvufun, iki kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet ölçülerine uymayan taraflarının her zaman tenkid gördüğünü, reddedildiğini, böyle bir anlayışı reddedenlerin başında da kendisinin geldiğini her fırsatta vurgulamaktadır. Bir aksiyon insanı olarak bizzat kendisinin tasavvufu Allah’ın rızasına uygun hayat tarzı olarak algıladığını, ille mutasavvıf olacağım diye yola çıkmadığını, yola Allah’ın rızasını kazanmak için çıktığını, o yolun nereye götürürse kendisinin o olduğunu belirtmekte ve bu ana ölçüye göre; “Mutasavvıfsam mutasavvıfım; fakihsem fakihim; softaysam softayım; yobazsam yobazım kim ne derse desin. Evet, isterse ‘softa’ desinler; isterse ‘yobaz’ desinler; isterse ‘gerici’ desinler, bana ne! Ben Allah’ın rızâsının nerede olduğunu anlayabilirsem, sezebilirsem ona uymaya çalışırım. Gerisi vız gelir! Benim çıktığım hedef, vardığım nokta, görüntüm ne? Bilmem, eğer tasavvufsa tasavvuf o işte. Ama tasavvuf öyle değil de, başka bir şey ise, o zaman ben de mutasavvıf değilim. O zaman ben buyum; o değilim. Çünkü bize Allah’ın emrettiği, Kur’ân’a uymaktır. Bize Allah’ın emrettiği, Resûlullah’a uymaktır” demekle tam bir melâmet neş’e ve neşvesine sahip olduğunu göstermektedir.


Melâmet “kınamak” anlamına gelir. Melâmet düşüncesinin iki temel ilkesi vardır. Birisi kişinin ibadetlerini kusurlu ve eksik görüp kendisini kınaması; ikincisi insanların onu eleştirmesinden korkmamasıdır. “…Ve kınayanın kınamasından korkmazlar” âyeti bu ikinci ilkeye işaret eder.


Melamet, bütün tarikatlarca benimsenen bir anlayış, neş’e, meşreb hatta mânevî bir makamdır. İslâm âleminde akâid ve hukuk sistemlerinde bir takım mezheplerin zuhur etmesi gibi tasavvufî düşüncede de bazı ekol/mektepler ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri “Bağdat Tasavvuf Ekolü” diğeri ise “Horasan Melâmet Ekolü”dür. Bütün tasavvufî fikirlerini âyet ve hadisle ölçen ona göre kabul veya reddeden, bakâya, farka, isbata, temkine, sahva, huzura, mârifete, istikâmete, elinin emeği ile kazanmaya (kesb) önem veren, telakkilerini çok dikkatli cümleler, ölçülü sözler ve ilmî tavırlarla ortaya koyan, imkan nisbetinde “sekr ve telvin”den kaçınanlar Melametiyye’yi; fenayı, cem’i, mahvı, telvini, cezbeyi, sekri, galebeyi, gaybeti ve kerâmeti ön planda tutan, duygu ve düşüncelerini hiçbir kayda tâbî kılmaksızın tam bir düşünce serbestisi içinde ortaya koyanlar da Bâyezid-i Bistâmî’ye nisbetle “Tayfûrî ve Bağdâdî”leri meydana getirmiştir.


İşte bu anlayış içerisinde meşbu bulan Hocaefendi’nin ibadet anlayışını kendinden dinleyelim: “Normal olan ibadetler sevabdır. Ama bir insan, ‘Ben ibadet yapıyorum!’ diye kendisine bir emniyet gelirse, bir gurur gelirse, bir bölürlenme gelirse, bir rahatlık ve rehavet gelirse, bir garanti duygusu gelirse, sevab değil günah bile kazanabilir. Buna ibadette mağrur olmak diyoruz. Mağrur olmak, kibirli olmak manasına değil de; aldanmak demek. Arabça’da, mağrûr, aldanmış; gurûr, aldanma demek. Yani bizdeki gibi, kibirlenmek burnu büyük olmak manasına gelmiyor. İbadetine mağrur olmak, ibadetine aldanmak… Niçin aldanıyor insan? Genel olarak ibadetini sevablı sanıyor da ondan dolayı aldanıyor. Mühim olan Allah’ın rızâsını elde etmek, Allah’ın rızâsını elde edemediğin zaman ibadet dahi telef olabiliyor.”


Hocaefendi’yi anlatırken ilerleyen sayfalarda genişçe yer vereceğimiz hususiyetlerini ve faaliyetlerini yerli yerinde değerlendirebilmek için melâmet anlayışını ve temellerini iyi kavramak icab eder.


Hocaefendi’ye göre, elmanın dışı ve içi olduğu gibi, dinin de bir zâhirî, bir de bâtınî yani iç yapısı vardır. Din kitaplarının bir kısmı formeldir, şekilcidir. Namazın nasıl kılınacağını, abdestin nasıl alınacağını anlatır. Görünüş itibariyle bunlara çok iyi riâyet edilebilir, “zarf çok güzel olabilir ama, mazruf, zarfın içindeki iyi olmayabilir. Tasavvuf içe önem veriyor, için güzel olmasına önem veriyor.” Dinin özüne, kalbe bakıyor. “Dış şekil itibariyle, formel olarak bir şey güzel görünebilir. Ama içinden güzel olmayabilir. Birisi size çok saygı gösteriyor gibi yapabilir, önünüzde reverans yapar, tebessüm eder; ama azılı düşmanınız olur, arkanızı döndüğünüz zaman sizi çelmeleyecek veya hançerleyecek olabilir. Demek ki dışı güzel ama içi güzel değil…” Hocaefendi’ye göre iç güzelliğine önem veren tasavvufun bu iç güzelliği lâik bir iç güzelliği değildir. İnanca dayanmayan, pozitivist ve Sokrates’in ahlâkı gibi değildir. “İnanca dayalı, Allah’a inanmaya ve Allah’a hesap vermeye yönelik bir samimiyet içindeki bir güzel ahlâk”tır. Dinî olduğu için de tasavvufun ilk meselesi Allah’a inanmak, Allah’ı bulmaktır. Buna tasavvufun verdiği tabir de ma’rifetullah ve irfandır.


Es’ad Coşan Hocaefendi, ecdâdımızın İslâmiyet’i kabûlünün sıradan ve sosyal ve coğrafî şartlar dolayısıyla tesâdüfî bir kabul olmadığı görüşündedir. Onlar mevcut bütün inançları tanıyıp, tadıp tercih ederek müslümanlığı seçmişlerdir. O’na göre ecdâdımız tasavvufla yoğrulmuştur. Milletimiz dindar ve mutasavvıf bir millettir. Kültürümüzde, mimarîmizde, konuşmamızda, edebiyatımızda, örfümüzde, âdetimizde tasavvufun tesiri vardır. Osmanlı halkıyla, münevveriyle hatta padişahlarıyla mutasavvıftır.


Hocaefendi, kim ne derse desin, kim ne tutum takınırsa takınsın tasavvufî anlayışın toplum olarak bizim genlerimize işlediğini vurgularcasına, 1993 senesinde Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta; “Bu, sadece halkın arasında kalmış bir şey de değil… Son zamanlarda bizim devlet idaresi de mutasavvıflaştı, dervişleşti. Geçen seneki [1992] kültür yılı, Yunus Emre Yılı oldu. Bu sene [1993] Ahmed Yesevî Yılı oldu. Bir seneyi bir mutasavvıfın anısına tahsis ediyoruz” dedikten sonra Mevlânâ (ve Hacı Bektaş Velî) ihtifallerine reisicumhurların katıldığını zikretmektedir.


Hocaefendi’ye göre, tasavvuf aslı ve esası Kur’ân ve Hz. Peygamber’in sünneti olduğu halde bu, ayrıntıda katı ve yeknesak bir tarz da değildir. Mutasavvıf olup da, bölgeleri farklı olduğu için farklı görünümler arz eden ülkeler vardır. Bu çerçevede Hindistan’daki tasavvuf ile Kuzey Afrika’daki tasavvuf, Tunus’taki, Cezayir’deki, Yemen’deki, Orta Asya’daki tasavvuf hiç aynı değildir. Fakat bütün bunların üstünde İslâm tasavvufunun başka tasavvuflardan çok net ve bâriz bir farkı vardır. İslâm tasavvufu Batı mistisizmine, Hint mistisizmine, Yunan panteizmine benzemez. Çünkü kaynakları çok farklıdır. Farklı kaynaklarla farklı müesseseler oluşmuştur. Müşterek kullanılan kelimeler bile her yerde aynı değildir. Harfler bile farklıdır. Bizim “v” harfimizle, Arab’ın “v” harfi farklıdır. Ancak bütün bu farklı tonlarına rağmen tasavvuf gerçek ihtiyacı karşıladığı için o ihtiyacı duyan herkes, bu müesseseye yanaşmaktadır.


Hocaefendi’ye göre, İslâm’ın, hayat dini olduğunu, toplumsal tarafı çok kuvvetli olan bir din olduğunu kaydetmiştik. O’na göre gündelik hayat ve İslâm’ın bir özge yaşayış biçimi olan tasavvuf her zaman iç içe olmuştur. İslâm’ın üretmiş olduğu değerler sistemi içinde zaten ruhban bir sınıf yoktur. Şeriat ile hakikat veya başka bir deyişle zâhir ile bâtın, bir arada ve gönül gönüle yaşamışlardır. Bu gönül gönüle oluş toplumsallığın mahiyeti açısından da önemli bir etkendir. Tasavvuf dün olduğu gibi bugün de hayatla candan ilişkilidir. Tasavvuf, toplumun kamu değerlerinin özü ve özeti olan ahlâkın okuludur. Öğrenmek zekânın yapmak ahlâkın işidir.Toplum arasındaki münasebetleri düzenleyen konuya ahlâk denildiğini” söyler Hocaefendi ve “ahlâk, toplumun bir kurumudur, insanlar arasındaki münâsebetleri düzenler. İşte tasavvuf, o toplum münâsebetlerini en güzel, en fedâkâr, en hasbî, en menfaat duygusundan uzak şekilde düzenleyen bir eğitim verdiğinden, bugün de sevilmektedir” diye devam eder. O yüzden Hocaefendi bu olguyu vurgulamak için konuşma/konferans başlıkları olarak Tasavvuf ve Hayat’ı seçmiş, kitap ismi olarak İslâm, Tasavvuf ve Hayat’ı tercih etmiş, bu çerçevede yazılan kitaplara sık sık atıflar yaparak tavsiyede bulunmuştur.O, Süfyân-ı Sevrî’nin “Horasan’da ezan okumak, Mekke’de ibadete dalmaktan daha üstün ve daha fazîletlidir” sözüyle beslenmiş bir anlayışın katıksız bir temsilcisidir.


Tasavvufa bakışını ve tasavvuf anlayışını ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız Hocaefendi -ki O, bir tarif ortaya koymak iddiasında değildir. Nazariye geliştirme peşinde hiç değildir. O, hâli yaşayan bir îman ve aksiyon adamıdır. Tasavvufu tarif etmek için bir şeyi şuurda zaptetme endişesinden uzaktır.- Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddin Hazretleri’nin Câmiu’l-usûl isimli kitabındaki “Bütün tarîkatları inceledim. Bütün tarîkatlarda müşterek olan esas hizmet’tir” sözünden hareketle her tarîkatın kendine göre ince farkları olduğunu ama, bütün tarîkatlarda ortak olan, müşterek olanın hizmet olduğunu vurgulayarak aslında bütün görüşlerinin ve hayat anlayışının özetini vermektedir.

SEVGİ

Esad Coşan Hocaefendi’ye göre İslâm sevgi dinidir. Buna rağmen bu dinin “kılıç dini, kılıçla yayılmış din, kan ile yayılan bir inanç” gibi gösterilmesi kasıtlıdır, menfi propagandadır. Kâmil îman sevgiyi tevlid eder. Sevgi dermansızı ihya kılar, huzursuzu, müsterih ve bahtiyar eder, insana iksîr gibi, vitamin gibi, yarar, muazzam bir gayret ve şevk verir, içini enerji doldurur, zor şartlara sabır ve tahammül ettirir, azmi artırır, gayeye varmada sebatkâr eyler; hayatta her işinde üstün başarılı olmasını sağlar. Tasavvuf yolunun metodu meşakkatli ve sıkıntılı olmasına rağmen sabır ve sevgi metodudur. Bu metod Yunus’un, Eşrefoğlu Rûmî’nin, İbrahim Hakkı hazretlerinin metodudur.

İnsanlar toplum hayatı içinde yaşamaya müsait, toplum halinde yaşamaya göre yaratılmış varlıklardır. İnsan doğal olarak sosyal bir varlık olduğundan, birbirini sevmek için yaratılmıştır. Birbirini seviyor, grup teşkil ediyor. Evlâdı annesini seviyor. Annesini göremediği zaman ağlıyor. Anne baba evlâdını seviyor. Yakınlarını seviyor, akrabasını seviyor, kabilesini seviyor. İnsanlar arasında bir sevgi bağı tabiî olarak mevcut ve insan bu sevgiye muhtaçtır. Sevgi ile beslenen çocukların sevgisiz beslenen çocuklardan daha çok geliştiği denenmiş, ispat edilmiştir. Sevgi bir çok yarayı tedavi eder; müşkilleri halleder; herkesin gönlü kazanılır. İslâm fetihlerinin temelinde silah değil sevgi vardır.

Sevgi kolay kazanılabilen bir husus da değildir. Hayatın en mühim işi olan sevmek bir eğitim işidir. O’nun dilinde insan “çiçeği sevebilir, denizi sevebilir, yüzmeyi sevebilir, dağı sevebilir, meyveyi sevebilir, kaymaklı kadayıfı sevebilir…” Bu sevgiler insanı asıl sevgiye götürür. Sevilecek şeyde eksik aramamalı, optimist/iyimser olmalı, dikenine rağmen gülünü sevebilmelidir.

Dinin esası ihlâs, ihlâs da karşılık beklemeden sevmektir. Sevgide aslolan vermedir. Seven sevdiğinin yolunda bütün varını verebilmelidir. Tasavvuf almayı değil sevmeyi ve vermeyi öğreten bir kurumdur. Verme kurumudur. Esad Coşan Hocaefendi’de bunun sihirli adı hizmettir. Seven sevdiklerine hizmet edecektir.

iskenderpasa.com

İslam Haberleri