Kürt siyasetinin en önemli ve kıdemli isimlerinden Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana, akan kanın durdurulması için önerilerini Hürriyet’e anlattı.
Başbakan Tayyip Erdoğan için, “Ben onun bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum” ifadesini kullanan Zana, sorularımıza şu yanıtları verdi:
Bölme, bölünme
- 10 yıl kadar uzun bir süre hapis yattınız, 2004’te çıktınız, manzara neydi?
O zaman 2004’te devlet tarafından uygulanan Kürtleri böl-yönet mantığı hâkimdi. Tahminimce Filistin modeli örnek alınmıştı. Bölünerek hareketin zayıflayacağını, hatta yok olacağını düşünen bazı çevreler büyük bir yanılgıyla karşılaştılar. Çünkü taban birdi. Haklı talepler birdi. Çekilen acılar birdi. Bu şartlar altında bir bölünme olmadığı gibi daha da güçlenen bir hareketle karşılaşıldı. Kürtlerin bölünmesinin kime ne fayda sağlayacağını da yakın dönemdeki örneklere bakarak anlamak mümkün. Bakın Filistin davasında bölünme yaşandı. Filistin Kurtuluş Örgütü’nden (FKÖ) HAMAS’a, El Fetih’e dek birçok yapı ortaya çıktı. Bu da birbirinden farklı talepleri savunan, bağımsız yeni sorun merkezleri ve aktörler olarak karşımıza çıktı ve sorun 50 yıl geriye gitti. O nedenle bölmek çözüm değil. Tek parçalı düşünülmeli. Aynı şekilde devlet de bu işi eğer çözme kararlılığı gösterecekse ortak bakış açısını sürekli kılmalı. Yani sadece karşı tarafı bölme değil kendisinin de bölünmemesi, tüm kurumlarıyla, politikalarıyla kararlı tek bir duruş sergilemesi şart. Buna herkes, her şey dahil. Sermayesinden politikacısına Türkiye bu sorunu çözmede tek vücut olmayı bilmeli. Eğer tek söylem olsa, hükümetten hükümete değişen dengelerle günden güne söylemler değişmeseydi bu sorun çok rahat çözülürdü. Bu devamlılığın yanı sıra hükümetin güçlü söylemlerle birlikte somut adımlarıyla da bunu halka hissettirilmesi lazım. Şu an sadece düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü kapsamında hassasiyetlerini dile getiren binlerce insan hiçbir eyleme karışmasa da tutuklu.
Hapiste unutuyorlar
KCK deyip duruyorlar. Bu işin hikâye kısmı. Kim kendini ifade ettiyse, isyan ettiyse kendini içeride buldu. Benim tanıdığım onlarca insan var KCK’lı değiller ama içerideler. Türkiye’de adamı içeriye atıyorlar, orada unutuyorlar. Tamam bari suçluyorsun cezasını ver ama ceza da yok. Yargıçlar gereğini yapmıyor, hüküm yok. Yarın bu insanların hepsi AİHM’ye gitse, uzun tutukluluktan dolayı tazminat alsa bu paralar bu milletin, gariban vatandaşın cebinden, cebimizden çıkmayacak mı? Üniformanın laciverti, yeşili olmaz. Önemli olan tutumdur. Asker çözer, polis çözer, yargı çözerle bu iş olamaz. Burada bir gerçek vardı. Bunu hepimiz açıkça söyleyelim ve kabul edelim. Bu işi isterse en güçlü durdurur. O güçlü kimdir, şimdiki hükümettir. O hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Tarihin en güçlü hükümetinin başındaki isim isterse o iradeyi gösterir, buna gücü yeter ve bu sorunu da çözer. Ben onun bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum. Yitirseydim giderdim, burada olmazdım. Şimdi hepimizin yapması gereken, hepimizin başbakanın sorunu çözmesinde yanında olduğumuzu ona hissettirmemiz, onu teşvik etmemizdir.
Erdoğan’ı destekledim
- Başbakan Erdoğan ile ilgili ilk yıllarda Güneydoğu’da kuvvetli bir siyasi beklenti vardı, sebebi neydi?
Bir kere Başbakan’ın çözüme ilişkin önemli çıkışları vardı. Bu da üç noktada yoğunlaşıyordu. Birincisi Kürt halkının haklarının verilmesine dair onda bir iradenin bulunabileceği, ikincisi AB temelinde Batı’yla entegrasyon sürecinin hızlandırılmasının soruna olumlu katkısının olabileceği, üçüncüsü de Osmanlı’dan sonra inançlı kesimin baskı altında tutulmasının, haklarının verilmemesinin ne anlama geldiğini çok iyi bilen bir Tayyip Erdoğan’ın mağdurun halinden anlayan, psikolojisiyle bölgedeki taleplere de paralel bakış açısına sahip olabileceği beklentisi. Açıkça söyleyeyim bir barış projesi olarak yaklaşıldı o dönemde. Ben de onu destekledim. Avrupa’da, ABD’de, Türkiye’de dinlerarası diyalog, evrensel ilkeler demokrasi, özgürlük gibi çıkışları herkesin ilgisini çekmişti. Ne zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdükleri türban kararına olumsuz cevap verildi, ondan sonra Avrupa’ya dair süreçte onlar da soğuyunca umutlar tükendi.
3 konuya dikkat
- Peki Başbakan ile görüşmeyi düşünüyor musunuz?
Tabii ki görüşmek isterim. Faydalı olacağına da inanıyorum ama mesele benim görüşüp görüşmemem değil. Bence ayda bir toplumun bu iş üzerine düşünen insanlarına kapısını açabilmeli, onlarla da görüşmeli. Evet ben Leyla Zana olursam bu görüşme daha heyecan yaratır. Ama devamını getirmek, somut adımlar hayati. Dolmabahçe’de de zaman zaman çeşitli çevrelerden davet ettikleri oldu. Onlar dinlendi, notlar alındı. Ama somut bir sonuca çevrilmedi. Açılım deniyor, ben ne olduğunu hâlâ anlayamadım. Asıl mesele açılım falan gibi ifadelerden ziyade bu ülkede şiddetin hemen durması, kanın akmasının önüne geçilmesi için ne yapılmalı, sorun bu.
- Bir kere terör ve Kürtler ifadesi bir arada anılmamalı. Bu herkesi biz terörist değiliz şeklinde bir tepkiye sevk ediyor.
- İki, Kürt kimliği anayasal güvenceye alınmalı.
- Üç, Kürt çocukları asimilasyondan çok mustarip. Bu nedenle eğitim hakkı verilmeli. Başbakan diyor ki asimilasyon yok. Ama anaokulunda bile var. Bugün bölgeye gidin, köylere bile anaokulu gelmiş. Ama eğitim Türkçe. Anneden kültürü öğrenmesi gereken çağda çocuğa Türkçe öğretiliyor, atomize ediliyor.
Türk-Kürt aile, diğer sorunlara benzemez
- Türkiye’deki Kürt sorunu ile bölgesel sorunları benzetenler var, katılıyor musunuz? Katılmıyorsanız, fark nerede?
Ben de dünyanın çeşitli noktalarındaki sorunlarla Türkiye’deki mesele arasında benzerlikler kurulduğunu görüyorum, ancak ben buna şiddetle karşıyım. Çünkü Türkler ve Kürtler bir ailedir. Dünyada çatışma bölgelerine baktığımızda Filistin-İsrail sorununda olduğu gibi kültürel ve siyasi beklenti ile sosyal doku temelinde farklılıkların olduğunu görürsünüz. Farklı din ve inançların öne çıktığını görürsünüz. Bizde böyle bir durum asla olmadı. Her anlamda tarihi bir birliktelik var. Paylaşmışlık var. Bence en temel noktada İsrail-Filistin veya İsrail-İran eksenindeki çatışmaların aksine birbirini tamamen reddetme, yok olsun üzerine mücadele etme diye bir şey söz konusu değil. Türk-Kürt meselesinde böyle bir şey olamaz. Belki devlette eskiden tamamıyla Kürt kimliğini inkâr vardı, ama şimdi tamamen içine sindirilmese de bu durumun sürdüğünü söyleyemeyiz. Kürtler diyor ki: “Ben bu ülkenin, sizin parçanızım, ortağıyım, kardeşinizim. Zorluğa beraber kucak açtık, savaştık. Acıyı, sevinci beraber yaşadık. Ama devletin hak talepleri ile bu karmaşık söylemi anlamında uzattığı el bu kadar samimi olmadı. 1996’da o güne dek ne yaparsa doğru yapar dediğimiz devlet babanın, yaşanan Susurluk’taki trafik kazasıyla o kadar da her şeyi her zaman temiz yapmadığını halk gördü, sorguladı. Yani şüpheler daha sonra yaşanan olaylarla da ayyuka çıktı. Ama net bir şey var ki, o da bu bir devlet politikası veya tutarsızlığının uzantısıyla oluştu.
- Peki PKK ne yapmalı?
1999’da Abdullah Öcalan Türkiye’ye geldikten sonra aslında büyük fırsatlar yakalandı. 1984’ten 1999’a dek çok farklı ateşkesler uygulansa da 1999’da ilk kez sınırlar ötesine çekilindi ve bağımsız birleşik Kürdistan mücadelesi yerine Türkiye ile birleşik yaşam politikası hâkim oldu. Hatta bu da o dönemdeki dalgalanmaları beraberinde getirdi. O dönemden bu yana bu anlayış farklılığını görüyoruz. Benim bakış açım şöyle. Bence PKK da bugün bunu şöyle anlamalı: Bağımsız Kürdistan için o zaman ölenleri anlıyorum. Ama 1999’dan itibaren strateji değiştiyse Bağımsız Birleşik Kürdistan yerini, haklı talepleri elde ederek tamamen birlikte yaşama stratejisine bıraktıysa ve amaç yerel yönetimin güçlenmesi, demokratikleşme ise bu gençlerin ölmesini artık hiçbir vicdan kabul edemez. PKK da ona göre bu süreci yeniden değerlendirsin.
- Kuzey Irak’taki ve Bağdat’taki aktörler nasıl bir rol oynuyor?
Sayın Celal Talabani ve Mesut Barzani çok önemli isimlerdir. Ama Türkiye, bir çözüm iradesi, somut bir plan ortaya koyarsa iki isim de Türkiye’nin peşinden gelecektir. Türk devleti devasa bir mekanizmadır. Ancak hâlâ ne zaman olaylar olsa şahıslardan bahsediliyor. Provakatif eylemlerde olayların üzerine gidip gerçek sorumlular derhal bulunmalı. Bir sürü karanlık eylem, süreci dinamitledi. İki tarafı Silvan’da karşı karşıya getiren 5 esrarengiz kişi var, kimdi bunlar? Şunu demek çok kolay. Devletin Ergenekon’u yaptı. PKK’nın şahinleri yaptı. Asıl önemli olan bunu çözmek, bunları bulmak.
- Örneğin Silvan... PKK da mı içindeki provokatörleri bulamıyor?
Hayır, inanın bilmiyor. İki tarafta acılar yaşanınca kimse bir sonraki acının yaşanmaması için aklını başına toplayıp o anki yaşanan acının gerçeğinin ortaya çıkması için çaba sarf etmiyor.
AK Partili duyguda Kürt, düşüncede değil
- Doğu ve Güneydoğu kökenli AKP ve BDP milletvekillerini karşılaştırır mısınız?
Ak Parti’deki Kürt milletvekilleri duyguda Kürt, düşüncede Kürt değildir. BDP’dekiler ise düşüncede Kürt, duyguda değil. İkisi de olaya yarım yarım bakıyor. Yani düşüncede Kürt değil demekle Ak Parti milletvekilleri Kürtlerin geleceğine dair bir şey beslemiyor, düşünmüyor. BDP’liler ise geleceği düşünüyor ama Kürtlerin duygusuna uzak olduğu için çok mekanik kalıyor.
- Bunu biraz daha açmak lazım.
BDP’deki eksikliğin hissedilmesi çok önemli. Yani sadece BDP’li arkadaşlar sokak gösterilerine destek. Kamera karşısında sert ve güçlü mesajlar ya da cenaze törenlerinde halkla bir araya gelmenin haricinde kameralardan uzak sofralarda da insanlarımızla bir araya gelmeli, ekmeği paylaşmayı öğrenmeli. Tarladaki kadının terini silebilmeyi, emeğin ne olduğunu anlayabilmeyi, eşek sırtında eve su taşıyan teyzenin testisinden bir bardak su içmeyi bilmeli. BDP’nin dikkat edeceği bir önemli husus da kapalı kapılar ardında olumlu, Kürtlere yönelik kameralar önünde ise bunun tam tersi olan gerilim dilinden vazgeçmeli. Yani içeride başka, dışarıda başka konuşmamalı. AK Partililer de Kürt olmanın duygusuna sahip olsa da düşüncesinin bakış açısı maalesef ticari bir havada. O bölgeyi bilen biri olarak kendi parti lideri yönetimini daha samimi ve açık bilgilendirse, söylemini güçlendirse sorunun çözümüne inanın daha samimi katkıda bulunur.
Başbakan cesaretli İmralı’dan ev hapsine alınabilir
İÇERİDE düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde görüşlerini söylemekten başka bir şey yapmayan binlerce tutuklu var. Tüm bunlar ortadayken bu toplumsal karamsarlığı dağıtabilecek bir şeylerin yapılması lazım. Başbakan’da bu cesaret var. Mesela Öcalan İmralı’dan alınıp bazı kesimlerle temas edebileceği bir ev hapsine alınabilir. Türkiye Mandela’nın Güney Afrika’sı gibi olmasın. Öcalan’ın böyle bir ev hapsine taşınması, Başbakan’ın bu cesarete sahip bir kişi olarak bu adımı atması, inanın yüzde 80 ülkede mevcut iklimi değiştirir. Burada Öcalan’ın Türkiye’nin dinamiklerini anlaması için sadece kendi bildiklerini söylemesi değil, gelenleri de dinleyip bir sentez oluşturması önemli. 5 yıl daha niye bekleyelim? Bakın çocuklarımız ölüyor.
Medyaya bazı öneriler
- Bu süreçte medyanın rolü ne olmalı?
Türkiye’nin geçmişinde medya çok sayıda iktidarı getirdi götürdü. Çoğu zaman gerilim sebebi oldu. Şimdi bir geçmişle hesaplaşma süreci olduğunu düşünüyorum. Bunun sonunda inşallah barışçı bir dil, bir bakış açısı egemen olur, ama medya tarafları incitecek tanımlamalardan kaçınmalı. Kürtleri irite edecek teslimiyet ifadesini kullanmamalıdır. Kürtlere akıl vermemeli ve onların yerine karar vermemeli. Bir cümle de müsaadenizle Hürriyet Gazetesi için söylemek istiyorum. Hürriyet kendine yakışan bir şekilde Hürriyetçi bir mantıkla logosunu artık değiştirmeli ve “Türkiye Türklerindir” yerine “Türkiye Türkiyelilerindir” deme büyüklüğünü göstermeli.
Çay üreticisi için de mücadele
- BDP’nin bu süreçte hiç mi yapacağı bir şey yok?
BDP yeni anayasa sürecine mutlaka destek vermeli. BDP, Türkiye’de Kürtlerin de yararına olacak her şeyin içinde bulunmalı. Toplumun faydasına olan sadece kitlesel, bölgesel değil. Tüm Türkiye genelinde halk için bir şeyler yapabilmeyi gösterebilmeli. Kürtlerin haklı talepleri için mücadele veren BDP, yeri geldiğinde Karadeniz’deki çay üreticisi için de mücadele verse fena mı olur?
- Başkanlık sistemi tartışmalarına ne diyorsunuz?
18. yüzyılda Fransa’da devlet köylülerin patates ekmesini istemiş. Köylüler de bu yeniliğe karşı çıkmış. Ne zaman ben ekeceğim deyince de halk hayır, biz ekeceğiz yanıtını vermiş. Demek istediğim devlet halkla inatlaşmadan onu ileriye taşımanın nasıl olacağına bakmalı. Toplumu ileriye götürecek her adıma ben olumlu bakarım. Yanlışlık varsa da çıkar söylerim. Onun için başkanlık, yarı başkanlık önemli değil. Ülkeye faydalı mı ona bakmak lazım.
- Türkiye’nin sol partileri bu işin neresinde?
Sizinle bu ülkenin bir yanlışını paylaşmak istiyorum. Dikkat ediyor musunuz, hep Türk solu denir. Türkiye solu denmez. İdeolojide bile ırkçılık söylemi hâkim. Kürt solu, Türk solu olur mu? Zaten bakıyorsunuz Türk solunun yakın tarihteki önemli isimleri, liderleri hep Kürt kökenli. Sol evrenseldir, ırkçı değildir.
Kültürümüzü hatırlattı
- Bugüne kadar Kürtlerin hak talepleriyle ilgili hiç mi bir adım atılmadı?
Hayır asla. Olumlu şeylerin hakkını vermek lazım, tabii ki atıldı. ABD’nin araştırmasında Türkiye Cumhuriyeti’nde kimliğine sahip çıkmayan 5 milyon Kürt olduğu söyleniyor. Yani asimilasyona uğramış. Bu TRT Şeş gibi kanallar bu insanların dilini, kültürünü hatırlattı. Bu TRT ŞEŞ’in olumlu yanıdır. İnsanların kendine güveninin oluşmasına fayda sağladı.
- Son 10 yılda başka iyi şeyler diye tanımlayacağınız olumlu adımlar var mı?
Var tabii ki, hem de çok önemli şeyler var. Bugün bölgeye gidin duble yollar var. Ulaşım sorunu çözülmüş, ihtiyacı olan yeşil kartla devlet tarafından tedavi ediliyor. Okuması yazması olmayan, ekonomik özgürlüğü bulunmayan Kürt ev kadınları devletten aldıkları ekonomik destekle hayatları boyunca görmedikleri bir farklılığı yaşadı. Az bir para da olsa ekonomik inisiyatifin farkına vardı. Eskiden sandıklara gidilirken, kadınlar erkeklerin kendini yanıltmasın diye yanına gelmesini istemezdi. Şimdi bu ödemeler sonrası erkekler ikna eder diye kadınları yanına istemiyormuş. Güneydeki akrabalarla sınır üzerinden güçlü ilişkiler de insanlara moral oldu. İlk defa Kürdistan ifadesi kullanıldı. Ama dediğim gibi bu önemli adımlar gençlerin akan kanında boğulmamalı. Gençler hayatta kalmalı. Her gün cenazelerin kalktığı bir ortamda sorun çözülmez. Acı, geleceği ipotek altına alır.
‘Kürt sorunu’ sözünü şiddetle reddediyorum
- Kürt sorununa çözüm yolunda neredeyiz?
Bir kere Kürt sorunu sözünü şiddetle reddediyorum. Ortada bir hak talebi meselesi vardır. Kürtler bu ülkede sorun değildir. Belki haklar sorunu vardır. Bugün en azından toplumda makul bir diyalog noktası bile var. Ama soruna Kürt sorunu diyerek başlarsak bu halkı başlı başına sorunmuş gibi algılanmanın önünü açarız. Bu da yanlış bir başlangıç.
Kürt politikacı küfürden vazgeçmeli
- CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü yönünde yaptığı çağrı ve Başbakan Erdoğan’la yaptığı görüşmeyi nasıl görüyorsunuz?
Dünyanın hiçbir yerinde aslında böyle bir toplantı bu kadar ilgi çekmez ama bizde toplumun tüm kesimlerinde öyle bir umuda aç durum var ki bir diyalog, bir kıpırtı ortamı hareketlendiriyor. Biraz daha özgüven oluşmalı. Sistem bazen siyasetin önüne geçebiliyor. Bu hareketler sisteme kurban edilmemeli, cesur, özgüven dolu adımlar birlikte atılabilmeli.
- Peki Türk ve Kürt politikacılar bu süreçte neler yapmalı?
Türk politikacılar taktik davranmayı bırakmalı, stratejik bir tavır almalı. Tüm tartışmaların zemini Meclis olmalı. Herkes kısa, orta, uzun vadede yapacaklarını somut olarak ortaya koymalı, herkes bunu bilmeli. Kürt politikacılar ise olumsuz dilden vazgeçmeli yani toplumdaki umutları söndürmemeli. Mutlaka siyasal düzlemde birbirimizi eleştireceğiz hem de sert şekilde eleştireceğiz, ama son zamanlarda bu benim bizim tarafta da gördüğüm şekilde bir küfür dilini içermemeli. Siyasette küfür olmaz.
KAYNAK: Enis Berberoğlu / Metehan Demir / Hürriyet