Kürtçü kesimin en ünlü sitesi www.nasname.com'da Cevdat Akbay imzasıyla yayınlanan yazıda, Abdullah Öcalan'a asker şapkası takıldı. Yazıda Kürt ve Türk Ergenekoncuların kurduğu ortak mücadale hattıyla ilgili oldukça derin ayrıntılar yeralıyor.
İşte o yazı:
Cevdet Akbay/Nasname
Kürd ve Türk Ergenekoncular, Demokratikleşmeye Karşı “Ortak Mücadele Hattı” Ördü
Abdullah Öcalan, 24 Mart 2010 tarihli avukat görüşme notlarinda tehlikeli bir süreçten geçildiğine dikkat çekip, “Tehlikeler herkesi beklemektedir. O yüzden ortak mücadele hattı an be an saat saat örülmelidir” ilavesinde bulunmuştu. Öcalan’in sifreli dilinden az çok anlayanlar, “Tehlikeli surec” ifadesiyle “Demokratikleşme Süreci”ni kasdettiğini bilirler.
Abdullah Öcalan, 24 Mart 2010 tarihli avukat görüşme notlarinda tehlikeli bir süreçten geçildiğine dikkat çekip, “Tehlikeler herkesi beklemektedir. O yüzden ortak mücadele hattı an be an saat saat örülmelidir” ilavesinde bulunmuştu (http://www.gundem-online.net/haber.asp?haberid=88817). Öcalan’in sifreli dilinden az çok anlayanlar, “Tehlikeli surec” ifadesiyle “Demokratikleşme Süreci”ni kasdettiğini bilirler. Değişime direnen yerleşik sistem gibi o da uzun süreden beri “Demokratik Açılım”ın “safsata” olduğunu söyleyip duruyor.
Sahip olduğu herşeyini şiddete, masum insanlarin akan kanina ve gözyaşlarına borclu olan “Derin devlet”in Ergenekoncu, JITEMci tetikcileri gibi, Öcalan da sistemin demokratiklesmesini “buyuk bir tehlike” olarak görmesinde kendi acisindan haksiz sayilmaz; çünkü demokratik bir sistemde kurdugu saltanatini devam ettiremeyeceginin farkindadir. Öcalan ve şiddete dayali Apoist sistemi ancak kaotik ortamlarda varliklarini devam ettirebilirler; demokrasi ve barış onlari rahatsız eder.
Öcalan’i çok rahatsiz ettiği belli olan anayasa değişikliği arasinda üçü geçici olmak uzere 29 madde var. Bu değişiklikler gerceklesirse, ozet olarak, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nin yapısı degisecek, siyasi partilerin kapatılması zorlaşacak, Askeri Şura ve HSYK kararlari yargiya acilacak, bugun askeri mahkemelerde aklanan darbeci askerler sivil mahkemelerde yargilanacak… Başka iyileşmeler de var ama uzerinde en çok firtina kopartilan bunlar.
Firtinayi kopartanlar, “devletin sahibi biziz” diyen bir avuc azinlik ile vesayet sisteminin ve burokratik oligarsinin devamini isteyenlerdir. Bir de mevcut sistemden maddi ve manevi olarak nemalananlar var tabi. Degisim sonucu gercek manada “zarar gorecekleri” toplasaniz, Isci Partisi’nin her secimde aldigi standard yuzde yarimlik oran ya eder ya etmez. Halk, yapilmasi hedeflenen değişikliklerden rahatsiz degil çünkü kendisine ne bir zarari, ne de ek bir yuku var. Zaten itirazcilar “bu değişiklik halkin zararinadir” demiyor, diyemiyor; en buyuk itirazlari “AK Parti yargi ele gecirilmeye calisiyor; yargi bagimsizligina darbe vuruyor” seklindedir.
Degistirilecek maddeler açıklandiktan sonra en çok feryadi cikan CHP ile “CHP’nin arka bahcesi”ne donusturuldukleri için tarafsiz kurumlardan çok muhalefet gibi calisan yargi sisteminin tepe noktalarina oturtulan birkac kisidir. Icraatlarina bakildiginda, yargi sisteminin, ozellikle de HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargitay ve Danistay’in CHP’nin bir alt kolu gibi calistigi rahatlikla gorulebilir. Onun için CHP, “AK Parti yargiyi ele gecirmeye calisiyor” sikayetiyle aslinda “AK Parti yargiyi elimden almaya calisiyor” demek istiyor. Genelkurmay salonlarinda hazirol pozisyonunda duran, apoletlilerden aldigi emirlerle kararlar veren bir yarginin “bagimsiz” oldugunu iddia etmek insan akliyla dalga gecmektir, ciddiyetsizliktir.
Kendini devletin yegane sahibi olarak goren bir avuc simarik azinligin yargi sisteminde kurdugu carki gormek bile bunlarin rahatsizliginin asil sebebini gostermeye yetiyor. Mevcut sistemin nasil calistigini Oral Calislar’in 2 Nisan 2010 tarihli “Yüksek yargının çemberinde...” baslikli yazisindan aktarmak istiyorum (http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=02.04.2010&ArticleID=989162):
“Şimdiye kadarki düzen, tamamen askeri darbelerin mantığı (ki bu mantığın özü, ‘Seçilmiş meclislere ve seçilmiş hükümetlere güvenilemez, onları yukarıdan denetleyecek bir yargısal mekanizmanın sisteme egemen olması gerekir’ şeklinde tanımlanabilir) içinde şekillenmişti. Bu sistemin pratik işleyiş şekli de şöyle tanımlanabilir: Yüksek yargı mensupları, kendi aralarından, kendi ideolojik anlayışlarına uygun isimleri Anayasa Mahkemesi’ne öneriyorlar. Önerdikleri üç isimden birisini de Cumhurbaşkanı atıyor. Bütün Meclis’i, partileri, siyasi sistemi istediğinde aniden etkisiz hale getirebilecek kadar geniş yetkilere sahip bir oligarşi, siyasi hayatımızın üzerinde Damokles’in kılıcı gibi sallanıyor.”
“Anayasa Mahkemesi’ni şekillendiren yüksek yargıyı (Yargıtay, Danıştay vb.), Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu belirliyor. Oradaki terfi ve tayinler yoluyla yüksek yargı ortaya çıkıyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üyelerini de yüksek yargı mensupları belirliyor. Yani tam anlamıyla bir ‘küçük çember egemenliği’ söz konusu.”
“Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin tamamına yakını Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdari Mahkemesi’nin üyeleri tarafından belirleniyor. Bu yargıçlar yanlarına bir de Yargıtay Başsavcısı’nı aldıkları zaman ‘sınırsız güç’e kavuşuyorlar ve Meclis’teki bütün partileri kapatabilecek konuma geliyorlar. Onları dengeleyebilecek, frenleyebilecek, denetleyebilecek, kararlarını gözden geçirebilecek hiçbir makam ve organ yok.”
Yeni düzenleme ile, tabiri caizse, bu cember önemli ölçüde kırılacak; sistemin kaymagını yeyip zulmunu millete yediren azgın azınlığın bütün rahatsızlığı da işte bundan kaynaklanıyor zaten. Mithat Sancar’in ifadesiyle “AKP’nin hazırladığı paket, eksiğiyle gediğiyle, bir hedefe yönelmektedir. Bu da, vesayet sisteminin temel sütunlarından biri olan ‘yargı’yı yeniden düzenlemektir. HSYK’nın tam bir oligarşik yapıya sahip olduğu apaçık ortadadır. Bu yapının, vesayet sistemindeki diğer sütun olan orduyla etkileşimine dair pek çok açık veri vardır. Bu alışverişin yarattığı sonuçlar, yani ‘ağır adaletsizlik halleri’ de, hafızasını tümüyle yitirmemiş herkesin az ya da çok bilgisi dahilindedir” (1 Nisan 2010, Taraf; http://www.taraf.com.tr/makale/10709.htm).
Meseleye bu açıdan bakıldıgında, halktan umudunu kestiginden iktidara gelebilmek için cuntacilara bel baglayan CHP, saltanatlari sarsintiya ugrayacak olan cubbeli burokratlar, imtiyazlari/ayricaliklari onemli olcude tirpanlanacak olan apoletli burokratlar ve butun bunlarin elbirligi ederek olusturduklari kaotik ortamdan nemalanan “Derin devlet”in rahatsizligi gayet açık ve anlasilirdir; bunda sasilacak bir durum yoktur.
Bir de hakli olarak “Bu duzenlemeler eksiktir, bununla demokrasi gelmez” diyen cephe var. Bu cehpe de kendi arasinda ikiye bolunuyor. Biri samimi, digerí samimiyetsiz. Samimi olanlar “Bu duzenlemeler eksiktir, bununla demokrasi gelmez” dedikten sonra “Buna rağmen yapilanlar demokratik surec için onemli adimlardir” ilavesinde bulunurlar. Abdullah Öcalan gibi samimiyetten uzak olanlar ise “Duzenlemede bu yok, su yok, o yok; o halde toptan red!” diye kestirip atiyorlar.
Kimse, sozkonusu duzenlemenin mukemmel ve en son duzenleme oldugunu, bunun kabuluyle baska duzenlemelerin olmayacagini soylemiyor. Demokratiklesme bir surectir, bu duzenlemeler ise bu surecin onundeki engelleri (ozellikle yargi ve askeri burokrasidekileri) bertaraf etmeye yonelik hayati oneme sahip adimlardir. Mevcut Anayasa Mahkemesi’nin 367 entrikasi ve benzeri siyasi kararlarini ve ozellikle dindar ve Kürd partilere karsi hasmane bakis acisina sahip oldugunu biliyoruz. Ayrica, HSYK’nin da bugun butun mesaisini demokrasi karsiti Ergenekon Teror Orgutu uyelerini serbest birakmaya vakfetmis oldugunu biliyoruz (bir muddet once usullere aykiri olarak atamasini yaptigi Oktay Kuban’in “Balyoz Darbe Plani”na bulasan istisnasiz herkesi hapisten cikartmasi en guncel ornektir). Ozellikle bu iki kurumun demokratiklesme surecine engel olacaklari ortadadir.
Ayrica, AK Parti kendi içinde homojen yapiya sahip bir parti degildir, içinde Kürdleri ilgilendiren konularda yapilacak duzenlemelere alerjisi olanlar oldugu için secim barajinin dusurulmesini Kürdlere taviz olarak algilayanlar ve Meclis’teki gizli oylamada “Hayir” oyu verecegini belli edenler vardir. Duzenlemenin halk oylamasina goturebilmek için 330 oya ihtiyaci olan AK Parti de bu konuda çok hassas davranmak zorunda kaliyor. OHAL gibi zulum yonetiminden çok ceken biz Kürdler, demokratiklesmeye en muhtac oldugumzu halde, Kürdleri temsilen Meclis’te bulunan BDP ise Ergenekon ile ayni frekansta konusan Öcalan’in agzina bakiyor. Kisacasi çok kritik bir durum var ve AK Parti bu kritik durumdan mumkun oldugu en az zararla cikmaya, değişikligi kazasiz ve belasiz olarak halka sunmaya calisiyor.
BDP içinde sozkonusu duzenlemelere olumlu bakan Milletvekilleri var ama Öcalan’a rağmen ozgur iradeleriyle hareket edip etmeyecekleri belli degil (bu da Öcalan’in “parti ici demokrasi” lafini havada birakiyor). Öcalan’in secim baraji ve diger sartlari, AK Parti’yi koşeye sikistirmak içindir, yoksa gercekten BDP’nin Meclis’e daha guclu girmesini saglamak için degildir. Çünkü Öcalan’in tercihi demokratik zeminde mucadele eden BDP’den degil, şiddet arenasinda israr eden PKK’den yanadir. BDP’nin guclenmesinin PKK’nin zayiflamasina sebep olacagini çok iyi biliyor. BDP’yi, PKK’yi guclendirmek için yem olarak kullaniyor. BDP’nin karsi karsiya kaldigi her haksizlik PKK’ye guc olarak donuyor. “Biz demokrasi istiyoruz ama onumuzu tikiyorlar, daga cikmaktan baska caremiz yok” gibi cikislarla Kürdleri PKK’ye mahkum etmeye calisiyorlar.
Öcalan’in israrla PKK’yi guclu tutmasinin sebebi, PKK’nin BDP’ye gore “Derin devlet”in amaci dogrultusunda kullanilmaya daha elverisli olamsindandir. Çünkü apoletlilere darbe plani yazdirmakla is bitmiyor, bir de darbe zemininin olusmasi gerekiyor, bu da ancak şiddet ve kaosla mumkundur. Ergenekon Teror Orgutu ve onun kontrolundeki mafya ve ceteler etkisiz hale getirildiginden bu gorevi ancak PKK yapabilir. BDP (ve eski DTP) istese bile çok da fazla “hizmet etme” sansi yoktur. Öcalan ve Derin devlet, DTP’nin kapatilmasina çok buyuk umut baglamislardi; partinin kapatilmasiyla birlikte Kürdlerin sokaklara cikip Türklerle catisacagini, Kürd-Türk catismasinin butun Türkiye’ye yayilacagini hesap ediyorlardi (Apocu medyanin o siralar “ayaklanmayi butun ulkeye yayalim” gibi yayinlarini hatirlatmakta fayda var).
DTP’li butun vekillerin “sine-i millet”e donmesiyle ortalik daha da karisacakti. Kürdler oyuna gelmeyerek hem Öcalan’i hem de Derin Devlet’i hayal kirikligina ugratti. DTP’li milletvekilleri Diyarbakir’da 200-250 bin kisi toplayabilselerdi “sine-i millet” karari vereceklerdi; bekledikleri sayinin ancak yuzde 10’u, yani 20-25 bin kisi toplandi. Bu da Kürdlerin kargasa istemedigini, demokraside israr ettigini isaret ediyordu. Bunu goren/sezen Öcalan, 16 Aralık 2009 tarihli Görüşme Notları'nda “Bence henüz istifa edilecek aşamaya gelinmedi” diyerek umidini BDP’nin kapatilmasina bagladigini gosterdi. Bu plan hakkindaki dusuncelerimi daha once yazdim, merak eden oraya bakabilir (http://www.nasname.com/Yazarlar/cakbay/5731.html).
AK Parti, parti kapatilmasini zorlaştiran düzenleme ile Öcalan’in elindeki kozu aldi. Bu da haliyle Öcalan’in kimyasini bozdu. Değişikligin halk oylamasina sunulmasi durumunda Kürdlerin yuzde 80’inden fazlasinin destekleyeceğini bildiği için değişikligin Meclis’te yeterli oyu almamasi için elinden geleni yapacaktir. Demokrasiden yana tercihini yapan Kürdler, Öcalan’in Ergenekoncularla paralel dusen tavrini unutmayacaklar, ilk secimde BDP’yi cezalandiracaklardir. Bu da Öcalan için sonun baslangici olacaktir. Öcalan’in Kürdler arasindaki guvenirligi azaldiktan sonra “Derin devlet” ile yaptigi anlasmalarin yazili ve goruntulu belgeleri internet ortamina sizmaya baslayacak, Öcalan’in Kürdlerin aleyhine calistigi somut delillerle belgelenecektir. Bu da Öcalan’in ve PKK’sinin sonu olacaktır. Kısacası Öcalan, Demokratik Açılım’a karşı olmakla, kendi sonunu kendi elleriyle hazırlıyor.