KONYA’YI EHLİNDEN DİNLEYEREK TEMAŞA ETMEK

Mustafa Salim yazdı. “KONYA’YI EHLİNDEN DİNLEYEREK TEMAŞA ETMEK” Yolu Konya ile kesişenler mutlaka okumalı.

KONYA’YI EHLİNDEN DİNLEYEREK TEMAŞA ETMEK
 
Konya; kendimi bildim bileli gündemimden düşmeyen bir şehir. 
 
Beş yaşımdayken köydeki evimizin duvarına asılı ve evimizin belki de en güzel duvar süsü olan yirmi santim çapında dairesel bir çerçevenin mavi renkten, tüylü bir kumaşın üzerine yapıştırılmış Mevlana Türbesinin o yeşil kubbesi yanındaki Mevlana hazretlerine ait sema halinin kabarık motifli görseli, hala gözlerimin önünde.  Görmem, bakmam yetmiyordu çoğu zaman; kimsenin olmadığı bir anı kollayarak o kabarık motiflere dokunup, kumaşın o yumuşak yüzüne elimi sürmem benim için zevklerin en büyüğüydü. 
 
Malatya’nın Arapgir ilçesine bağlı bir yayla köyünün 1972 yılına ait bendeki bu Konya kültürü ve Mevlana bilincime yol açan husus, köyümüzde ticaretle uğraşan bir ailenin orayı mekan tutmasıydı. Bunlar Aşağı Dejde köyünün ileri gelen Bekir ağa ile yeğeni olan kirvem Battal Yıldızlardı. Köye her geldiklerinde Konya ile ilgili akla ne geliyorsa her şeyi taşırlardı adeta. Onların eliyle bu, bir kültür akışıydı aynı zamanda. Anlatımlarını hediyelerle daha da anlamlı hale getirirlerdi. Televizyon, bilgisayar ve akıllı telefonların olmadığı bir çocukluk döneminden bahsediyorum. Bu insanlar sayesinde elektriklerin bile olmadığı o dönemde bir Mevlana bilinci oluşmuştu zihinlerimizde. Aslında bu yaşadıklarımız sözlü edebiyatın ta kendisiydi. O dönemin bugünkü cd, flashdisklerin yerini alan teyip kasetlerinden Tâhir Büyükkürükçü hocanın  vaazlarını tüm iştiyakımızla defalarca dinlediğimizi bilirim.
 
Mevlana’ya karşı içten içe oluşan sevgi seli, kalbimde adeta kutsal bir şehir haline getirmişti Konya’yı; sanki Medine’ydi, ya da Mekke... Sonuçta Peygamber varisi alim olan zat, Mevlana hazretleri orada metfun değil miydi?
 
Konya’ya karşı duyduğum, çocukluğumdan kalma bu sevgimi ancak Ankara’da üniversite öğrencisi iken orya yaptığımız gezilerle taçlandırabilmiştim. Gezdiğimiz yerler Mevlana ve hocası Şems Tebrizi türbesi ile Alaattin Tepesiydi. Daha sonraları her gittiğimde yine bu mekanları gezerdim. Sonuçta Konya’yı Konya yapan bu mekanlardı benim nazarımda. 
 
Konya’yla ilgili bu bakış açım taki bu yıl, ikinci torunumun dünyaya gelmesi sebebiyle oğlum ve gelin kızımıza yaptığımız ziyaretimize kadar, hep böyleydi. 
 
Konya’nın içlerine nüfuzumu sağlayan gelişme, 1993-94 eğitim ve öğretim yılında Sincan İmam Hatip Lisesinde öğrencim Emine Karahan (Ortagedik)’ın değerli eşi Hasan beyle torunumuzun doğumunu kutlama münasebetiyle oğlumun evindeki görüşmemizde  “Ortaabacılar Turizm” diye tur şirketlerinin olduğunu öğrenmemiz ve dilediğimiz taktirde bize özel bir Konya gezisi düzenleyebileceği teklifleriyle başladı. 
 
Özel araçlarına beni ve eşimi alan öğrencimiz Emine hanım ve eşiyle gezi süresince yaptığımız sohbette, hac ve umre turları ile birlikte İstanbul, Çanakkale, Nevşehir, Mersin, Konya gibi tarihi dokunun olduğu daha birçok ile profesyonelce tur düzenlediklerini öğrendiğimde, bir öğretmeni olarak haklı bir gururu yaşıyordum. Bir bakıma turun sahipleri yoğunluklarına rağmen bize özel olmak üzere mini bir tur düzenliyorlardı; öğretmenleri olmam hatırına, vefakar olmanın örnekliği adına.
 
Saat 15;00 sularında ancak başladığımız turun ilk durağı Ateşbaz-ı Veli hazretlerinin türbesi oldu. Emine hanımın akıcı bir üslupla söze başlayıp yaptığı bilgilendirmenin beni büyülemesi bir yana, üslubundaki nezaket ve tavrındaki sabırlı duruşu bu işin hakkını vermesi adına dikkat çekiciydi. Mevlevilerin sol ayağının baş parmağına basarak sema gösterisini bu şekilde yapmalarındaki nedeni Emine Hanımdan dinlemek lazım. İlk defa duyuyormuş gibi dinleyen eşinin bu tavırları da bir ekip ruhunu gösteriyordu. Bu türbedeki tuz sırrına vukufiyeti de yine bu ekibin anlatımında dinlemek gerekiyor.  
 
Emine hanımın imam hatipli oluşu bu tasavvufi yaşayışın merkezlerini oluşturan türbe ve zaviyelerin nasıl ortaya çıktıklarını bildiğinden konuyla ilgili verdiği bilgilerde hurafe ve gerçeği ayırıcı, hissiyattan daha öte ilmi ve akli bir usul içerisinde gerekçeli bir anlatım tarzında yaptığı bilgilendirme ile de güvenirliğini belleklere adeta nakş etmekteydi. Bunun örnekliğini Tavus Baba türbesinin tanıtımında yaptığı mahirane anlatımında gördüm. Mayınlı bir tarlada başarılı geçişin bir örneğiydi. 
 
Türbenin hemen bitişiğindeki Tavus Baba camiinde kıldığımız tahıyyetü’l-mescid namazından sonra dikkatimizi çeken doğu cephesindeki kapının dönemin hafız öğrencilerinin yetiştirildiği daru’l-huffazın giriş kapısı olduğunu öğreniyoruz.  Selçuklu ’ya gücün nereden geldiğini  bu eserlerdeki insicama ek, verilen malumatlardan hareketle anlayıp görebiliyorduk. Adeta mana ile maddenin yoğrulduğu bir kültürün atmosferi içindeydik. Tasavvufun İslami hayatın dini boyutlu sosyetik bir hayat biçimi olduğunu daha net anlayabiliyor insan; böyle yerli yerince yapılan gezilerde. Ve Emine hanim ekliyor Kur’an’dan bir ayeti konuşmasına; gezip ibret almak bu sebeple önemli diyordu bize.
 
Zamanımızın darlığı nedeniyle acele etmemiz gerektiğinden Şeyh Sadrettin Konevi Camii ve Türbesine gitmek için aracımıza çoktan binmiştik. Çok güzel ve bakımlı, sağında ve solunda narin ağaçların olduğu yemyeşil bir ortamdaki caddenin trafiğinde seyrederken gündeme ilişkin özellikle imam hatip ve tarikatlar üzerinden dindar kesimin karalanmak istendiğine değinen Emine hanım, önyargılardan kurtulmanın önemine değinerek bir anekdotunu anlattı. 
 
Bugün ülkenin birçok değişik yerinde hatta Avrupa’da da yaşayan, üniversite öğrenimlerini Konya’da tamamlayan yirmi öğretmen, yıllar sonra Konya’da bir araya gelerek hem gezip hem de hasret gidermek maksadıyla milli eğitim müdürlüğünden beş günlük bir gezi tertip etme talebinde bulunur. Talepleri kabul edilir ve bu iş için de Emine hanımla görüşülür; neticede beş günü dolu dolu geçirecekleri bir program hazırlanır. Bütün hazırlıklar kusursuzdur, eş ve çocuklardan oluşan elli kişilik gurup otobüslere biner ve tüm bakışlar elinde mikrofon, tesettürlü bir bayanın anlatımlarına kilitlenir. Beş günlük mihmandarları Emine hanımdır çünkü. Yargı şu: Ne anlar bu, gezi ve tanıtımın ne olduğundan. Önyargıların izalesinin, atomların parçalanmasından daha zor olduğunu bilen Emine hanım, beş günlük doyurucu programından sonra iyi niyet, sabır ve mesleğinin hakkını vermedeki tavrıyla ekibin bakış açısını nasıl olumlu yöne kanalize ettiğini de bir çırpıda anlatı vermişti. 
 
Camiye geldiğimizde ikindi ezanı okunuyordu. Biz erkek bölümüne, bayanlar da kendilerine ayrılan yerde hep beraber namazımızı eda ettikten sonra caminin giriş kapısının kıble yönünde oluşu dikkatimizi çekerken, türbenin de üstünün açık olduğunu fark ettik. Detaylı bir anlatımdan sonra küçük dilimizi yutarcasına oradan çıkarken çoktan  İplikli Caminin içinde bulmuştuk kendimizi. Kadın elinin değdiği bu camiinin ilginç hikayesi bizi büyülemişti adeta. 
 
Aziziye Camiine doğru gidişimizde daha önce ziyaret ettiğim için uğramak niyetinde olmamama rağmen önünden geçerken, caminin pencerelerinin kapısından daha büyük olduğunu ilk kez o gün fark etmiştim Hasan beyin anlatımıyla. 
 
Üçler mezarlığına giderken Mevlana Türbesine yakın bir yerdeki pasajı bize göstererek, buranın kadın pazarı olduğunu biliyor musunuz? Sorusundan irkilirken verdiği cevapla rahatlayışım dikkatlerden kaçmamıştı. Meğer köylü kadınların, bahçe mahsullerini sattığı pazarmış. Modern yapılanmaya rağmen devam ede gelen bir gelenek olduğunu da öğrenmiş oluyorduk. 
 
Üçler Mezarlığına vardığımızda anlatılan hikayenin o kadar etkisinde kalmıştık ki neredeyse mezarlığın o bakımlı, hoş, yemyeşil manzarasını göremez olacaktık. İnsanın gördüğünde, içini hoş eden bu manzara karşısında neredeyse ölmek isteği uyandıran ve gel de ölmeyesin dedirten bu mezarlığı gezdiğimizde son dönemin Konyalı alimlerinin kabirleri, bizi çok büyük tefekkürlere daldırmıştı. Hacı Veysi Hoca efendi, vaazlarıyla büyüdüğümüz Tahir Büyükkürükçü hoca efendi ve Abdurrahman Öksüz hoca ile yine alim olan oğlunun mezarları başında okuduğumuz Yasinlerle ilim irfanla bezenmiş saltanatlı dünya eserlerinden sonra ukbaya açılan mekanlarda gezimizi nihayete erdirmiştik. Abdurrahman Öksüz hoca efendinin mezar taşına yazılı “Ya erhame’r-Rahimin” ibaresinin hikmetini de dinledik Emine hanımdan. 
 
Etli ekmek ikramlarını da yapan minik turumuz, güneş batımıyla birlikte Konya’ya kuşbakışı manzara keyfini yaşadığımız “Ak Yokuş”un bitimindeki zirvenin bu imkanı sağlayan kulesinde bir dahaki sefere başka mekanları da ziyaret etmek üzere aldığımız kararla o günü unutulmayacak anılarla güzel bir anı olarak geçmişimizin defterine işlemiş olduk. 
 
Emine Karahan (Ortagedik), bir imam hatip öğrencisi. Ne Kur’an Kursu hocası ne de Din Dersi öğretmeni. Ne de ölü yıkayıcısı. Hatta tam tersine, dirilten biri; tarihini, kültürünü, örf ve adetiyle geçmişini dirilten biri. 
 
Mesleğini icra ederken taşkınlıklara dalmadan, ölçülü ve mantıklı girişimleriyle ve de akıcı bir konuşma üslubuyla sergilediği tavrı, hayret bir yana takdirle yad edilecek özellikleri haiz olması  imani duruşunu gösteriyordu.
 
İslami ilimlere olan vukufiyeti, ehl-i sünnet itikadı, tasavvufun mahiyeti kavrayış yönü verdiği bilgilerin güvenirliğini de arttırıyordu. İstanbul’da bir tur yetkilisinin yabacı turistlere büyük bir camimizi tanıtırken ibadet edenlerin o hareketlerini cinsel güçlerini arttırmak olarak İngilizce ifade ederken ki karalayıcı ve de küstahça verdiği yanlış bilgilerin zihinleri nasıl bulandırdığını düşündüğümüzde böyle Emineli emin ellerin bu işe el atmalarının önemi de bir daha çıkıyor ortaya. 
 
Biz bu gerçekleri öğrenmezsek, bugünlerde sosyal medyada yine servis edilen sözde sahte Mevlevi şeyhinin hikmetlerine sazan dalışı gibi dalı veririz. 

Mustafa Salim
19 Eylül 2020 Ankara

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Hayat Haberleri