Hükümete ve Başbakan Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, 'solcular Erdoğan'ı neden sevmiyor' diye sordu. Sorusuna kendisini sosyalist demokrat diye tanımlayan Oral Çalışlar'ın açıklamalarıyla cevap veren Karaalioğlu bugünkü köşesinde şu satırları yazdı:
Türkiye küçük bir azınlığın etkisinde olmaya alışmış. 'Nerden çıktı bu Kasımpaşalı' diyorlar. Bunu hazmedemiyorlar ve AK Parti'ye düşman oluyorlar."
Bu sözler Oral Çalışlar'a ait. Çalışlar, kimliğini "demokratik sosyalist" olarak tarif eden bir aydın. Bizim Elif'in (Çakır) 24'te yeni başlayan ve giderek daha çok merak uyandıran programı "Söz Bitmeden'de söyledi bu cümleleri.
BEN DEMİYORUM ONLAR DİYOR
Bütün bu detayları biraz da "Ben demiyorum, o diyor" makamında olabilmek için aktarıyorum. Kendi kelimelerimi kullanmaktan çekindiğim için değil elbette... Zaten kullanıyorum ama bir cephenin psikolojisini anlamak için Oral'ın hepimizden daha ehliyetli olduğuna şüphe yok... İşte o ehliyetli sosyalist aydın, solcuların Başbakan'a yönelik tavrını"hazımsızlık" ve "düşmanlık"kelimeleriyle tanımlıyor.
Dahasını söylüyor...
Solun PKK'ya verdiği desteği de şu cümlelerle yorumluyor:
TÜRK SOLU ŞİDDETLE YÜZLEŞMEDİ
"AK Parti'yi baş düşman gördüğünüz zaman buna karşı destek ararsanız bu sonuca varırsınız. Aslında Türk solu şiddetle yüzleşmedi. Kendi yaşadığı şiddetin sonuçlarıyla da hesaplaşamadı."
Bunlar; yani, hazımsızlık, düşmanlık, nefret, küçümseme vs. yakın ve uzak dönemlerden alışık olunmayan tavırlar değildir. Özellikle, Tayyip Erdoğan'ın siyasi kariyeri neredeyse bunun birbirini takip eden örnekleriyle doludur.
Ergenekon, darbe devrinin tamamı bu esas üzerine kurulmuştur. Muhalefet üzerine değil... Muhalefet yaparken rakibinize saygı duyar ve varlığını kabul edersiniz. Düşmanlık ise, pusu kurmayı, yok etmeyi amaçlayan bambaşka bir şeydir.
ACI ACI GÜLÜMSÜYORUM
Solcuların Tayyip Erdoğan'a bakışı beyazla siyah arasında grinin hangi tonunda bilemiyorum. En azından bazılarının tam olarak ne düşündüğünü anlamak zordur. Düne kadar demokrasi mücadelesinde askeri vesayeti geriletmekle dini hakların kullanılmasını aynı cümle içinde kullananların bugün ikisini de aynı şiddette tehlike olarak görüyor olmaları insanı endişeye sevkediyor. Acı acı gülümsetiyor...
Türkiye, demokrasi yolunda, darbeler, andıçlar, faili meçhuller gibi her biri devasa problemleri aşıp, devlet kaynaklı ırkçılığı yok etmek yolunda büyük mesafe kat ederken değişime direnen yeni bir sınıfla mı karşı karşıyayız yoksa!
HEM MUHALİF HEM PASTADAN PAY ALANLAR
Eski Türkiye'nin adaletsiz pay dağıtırken kendisine pek benzemese de dindar ve muhafazakar olmadıkları için bazı sınıflara ayrıcalık tanıdığını biliyoruz. Hem muhalif hem de pastadan pay almak gibi benzersiz bir imtiyaza mazhar olanlar vardı aramızda...
Şimdi karşı karşıya bulunduğumuz durum bu sınıfın başkaldırısına delalet ediyor.
Solcu, liberal, devrimci kimlikler kazındı, bazılarının altından o bildiğimiz Kemalist metalin matlığı çıktı. Tıpkı, Kemalistler gibi dayatıyor, dine hayatın içinde rol biçiyor, camiye onlar gibi bakıyor ve hepsinden kötüsü de kendi hayat tarzının, kendi hayat kodlarının bir norm olarak herkes tarafından benimsenmesini emrediyor. Emir yerine getirilmeyince de soğukkanlılık kayboluyor.
HANGİ GÜNLERİ YAŞIYORUZ BİLİYOR MUSUNUZ?
Erdoğan, iktidarı Ankara'nın elinden alırken olup bitene alkış tutan "solcular, liberaller, sosyalistler" şimdi onun bu yeni devleti idare etmesini ve kullanım hakkını kıskanıyorlar. O'nu tek adam olmakla suçlarken aslında kendi diktalarının denklem dışında kalmasına isyan ediyorlar. Kendi"tek adam"lıklarının kıymetinin bilinmemesine öfkeleniyorlar.
En şımarık olanları zaten, güçlü imalarla yönetime ortak olma arzusunu izhar ediyor; bu hayal gerçekleşmeyince de hırçınlaşıyor. Bazı gazete köşelerinden yükselen yürek parçalayıcı feryadın sebebi budur.
Birilerinin onlara gazeteler marifetiyle devlet yönetilemeyeceğini, o dönemin geride kaldığını nazikçe anlatması gerekiyor. Belge, bilgi yayınladı diye kimsenin Yeni Türkiye'den pay talep edemeyeceğini de elbette...