Yazarlığa adım attığınız ilk zamanları anımsıyor musunuz? Nasıl bir süreç içerisinden geçtiniz?
Yazmaya askerden dönüşümde başladım, fakat başladığım ilk anlarda farklı şeyler yazıyordum ve daha sonra tek bir şeye yöneldim. Kur’an-ı Kerim. Çünkü gitmeden önce Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetler okumuştum ve 15 ay sonra yine ilgimi çekmeyi başardı. Şairin “ayrılıklar da sevdanın bir paçasıdır” dediği gibi ayrılığımız bizi daha da birleştirdi. Meğer Kur’an bana, ben Kur’an’a aşık olmuşum.
Okuyucuya neler kazandırmak istiyorsunuz?
Allah’ın hakkını az da olsa verebilmek ve insanlara insanın ve insanlığın önemini az da olsa anlatabilmek, insanın gerçek yerinin bu dünya olmadığını hatırlatabilmektir.
Bazı felsefeciler ve alimler “varlık Allah’la hep vardı”, bazıları da “yoktu sonradan oldu” diyorlar. Sizin düşünceniz nedir?
Bence, hep vardı diyen de doğru söylemiş olur, sonradan oldu diyen de. Çünkü hem hep vardı, hem de yoktu. Peki bu nasıl oluyor? Bu şunun gibidir; bir insanı düşünün ki içinde ses hem vardır hem yoktur. Ses insanın içinde bir yerde depolu değildir, fakat onu dilediğinde harf veya kelime olarak ortaya çıkarır. Bilinmezlik ve görünmezlik içindedir. Yoktur ama aslında vardır. İşte Allah’ta da bu şekilde her şey hem vardı hem yoktu. O bilinmeyi ve marifetini bir de âlem aynasında görmeyi dileyince kendinden içinde her harfin ve kelimenin bulunduğu bir cevher var etti ve bu cevherden her şeyi kademe kademe yarattı. Yani tabiri caizse “Sesini duyurdu” gibi bir şey. Bu yüzden Allah “Ben gizli bir hazine idim…” demiştir. Bu konuyu daha ayrıntılı olarak kitabımızda açıklamaya çalıştık. Ben böyle düşündüm ama en doğrusunu ve ayrıntısını yüce Allah bilir.
Sizce kader nedir? Alın yazısı var mıdır? Kaderi nasıl idrak etmeliyiz?
Bence kader ikidir. Bir Allah’ın yazdığı kıyamet günü, ölüm gibi belli kurallar ve kanunlardır, iki insanın yazdırdığı yani kendi elleriyle yaptıklarının karşılığıdır. Allah’ın yazdığı belirli bir kader mutlaka gerçekleşecek olandır ama insanın kendi elleriyle yaptıkları kendine bağlıdır ve her an değişebilir. Güya şöyle bir olay olmuş;
Bir gün Hz. Musa, Hz. Âdem’e “Sen bizim babamızsın. Sen bizim ayağımızı kaydırıp Cennetten çıkardın.” demiş. Hz. Âdem de ona: “Ey Musa! Allah seni kelamıyla seçkin kıldı ve kudret eliyle senin için yazdı. Allah'ın beni yaratmadan kırk yıl önce bana takdir ettiği (yazdığı) şeyden dolayı beni kınıyor musun?” demiş.
Eğer böyle olacağı kırk yıl önce yazıldıysa ve Hz. Âdem de bunu biliyorsa neden o zaman Allah’a “Bizi affet biz kendimize zulmettik…” [39/23] dedi ve iki yüz yıl ağladı. O da şeytan gibi beni azdırmana karşılık veya (alnıma) böyle yazmana karşılık ben de şöyle - böyle yapacağım derdi ve şeytan gibi aşağılanmış olup, cennete bir daha hiç dönemeyecekti.
Şimdi birisine arabana bin, aşağı doğru sal kendini, Allah ne yazdıysa alnına o olur desek, kimse buna yanaşmaz, hatta buna delilik der. O halde şunu diyebilir miyiz? Kader; insanın kendi elleriyle yaptıklarının, düşündüklerinin, merak ettiklerinin hatta hayal ettiklerinin sonucunda, belirli bir süreye kadar yapılan işler ve yaşanan hayattır. Yok alnına yazdı, burnuma yazdı, ağzıma yazdı diye bir şey yoktur. İnsan ne yaptıysa kaderi odur. En doğrusunu Allah bilir.
Muhyiddin Arabi’nin “alem Allah’ın gölgesidir” sözünü nasıl anlamalıyız ?
Muhyiddin Arabi, Allah’ın selamı onun üzerine olsun, burada bir benzetme tabiri kullanmıştır. Mesela gizli gizli işler yapıp belli etmeyen kişilere “saman altından su yürütüyor” benzetmesinin yapıldığı gibi. Alem Allah’ın gölgesi demek, O’nun varlığının kanıtı, hiçbir şeyin O’ndan ayrı olmadığını ve her şeyin O’na dönücü olduğunu belli etmektir. Güneşin gölgesi olmadığı gibi Allah’ın gölgesi de olamaz. Çünkü güneş Allah’ın “Nur” isminin temsilidir. Allah bu aleme bakılarak hem bilinir hem bilinmezdir. Çünkü nasıl bir insanın gölgesinden onun nasıl birisi olduğunu anlamıyorsan (huy, kaş, göz, renk) gibi, Allah’ı da bu âleme bakarak bilmek imkansızdır. Bu yönüyle O hem bilinir hem bilinmezdir. Ve O’nun varlığı da ancak kendi aynıyla ortaya çıkar. Güneşi gölgeye delil kılması bundandır. İnşallah anlaşılmıştır. En doğrusunu Allah bilir.
Peki dünyada yapılan savaşlar, adaletsizlikler, terör ve yapılan diğer kötülükleri nasıl açıklayacağız?
Şu çok açıktır ki eğer biz Allah’ı hakkıyla bilmeye çalışsaydık ve Kur’an-ı Kerim ahlakıyla büyüseydik, oradaki geçmiş kavimlerin yaptığı yanlışlardan ders çıkarsaydık, peygamberlerin kişiliklerini örnek alsaydık, bugün biz bu dünyada ne savaşlarla, ne terör belası ile ne adaletsizliklerle ne hak yemelerle ne kadın dövme öldürmelerle, ne üç kâğıtçılarla ne de namussuzluklarla uğraşıyorduk. Bunlarla geçireceğimiz zamanı daha güzel şeylere harcayabilirdik. Ondan sonra isteyen yine doktor olsaydı veya ressam ya da bilim adamı. Herkes hoca olacak veya Kur’an âlimi olacak diye bir şey yoktu. Şu da bir gerçektir ki, eğer bir insanın kalbinde hastalık (kötülük) varsa bu, hangi doktora giderse gitsin, hangi ilacı içerse içsin, ne kadar tedavi görürse görsün o düzelmez. Bunun ilacı da ancak şudur;
Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi. (Yunus Suresi, 57)
Ben üzerime düşen bazı hatırlatmaları yapmaya çalıştım. Allah hepimize hidayetlik versin ve bizi affetsin. Amin.