IMF'nin baş ekonomisti Olivier Blanchard, "resesyonun derin izler bıraktığını, bunun önümüzdeki yıllarda arz ve talebe etkisinin olacağını" söyledi.
Blanchard'ın açıklaması, Fransa ve Almanya'nın ardından dünyanın ikinci büyük ekonomisi Japonya'nın da dün İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşadığı en büyük resesyonun sona erdiğini ilan etmesini izliyor.
Fransa ve Almanya ekonomileri Nisan ve Haziran aylarını kapsayan üç aylık dönemde binde üç oranında büyüme kaydetti
Japon ekonomisi de yılın ikinci çeyreği olan Nisan- Haziran aralığında 0,9 büyüme kaydetti ki bu, bir yıldan fazla süredir ilk kez görülüyor.
Resesyondan çıkmak için, en az bir çeyrek dönemde büyüme kaydedilmesi gerekiyor.
'Yeni bir şekillenme'
Blanchard, son raporunda ayrıca küresel üretimin, ekonomik krizden öncesine kıyasla çok daha düşük olacağı tahmininde de bulundu ve "ülkelerin, büyüme trendini korumak ve sürdürülebilir kılmak için ekonomilerindeki dengeleri gözden geçirmeleri gerektiğine" dikkat çekti.
Baş ekonomist Olivier Blanchard'a göre ABD gibi ekonomisi tüketime dayanan ülkelerin, ihracata, Asya'daki ülkelerin ise ithalata odaklanmaları gerektiğini savundu.
Blanchard, çoğu kalkınmış ülkenin işlevsiz kalan mali sistemlerinin yeniden şekillenmeleri için uzun zamana ihtiyaç olduğunun da altını çizdi.
Bu arada ekonomileri giderek güçlenen ülkelerde sermaye akışının bir süre daha kriz öncesi döneme dönmeyeceği belirtiliyor.
BBC baş ekonomi muhabiri Hugh Pym, "IMF'nin temkinli açıklamalarda bulunduğu, ancak en azından bardağın yarısını boş değil, dolu görmeye başladığı" yorumunda bulundu.
İngiltere Merkez Bankası Para Politikaları Komisyonu'nun eski üyelerinden Profesör David Blanchflower da bazı ülkelerde en kötü dönemin geride kaldığına dair işaretler alındığını, ancak risklerin sürdüğünü kaydetti.
Bu ülkelerdeki iyileşmenin ardında, hükümetlerin açıkladığı dev teşvik paketlerinin yatıyor olabileceği yolundaki kaygılara değinen Blanchflower, bunlar ortadan kalktığında, resesyona dönüş yaşanabileceğine işaret etti.
Blanchflower'a göre bankaların borç verme kabiliyetlerinin güçlenmiş olması ve tüketicilerin de işlerin yoluna gireceğine dair inançlarının artması şart.