Özköse İslam dünyasının farklı coğrafyalarında yaşayan üç çocuğun hikâyesini yazdı. Çocuklardan biri Lübnanlı, diğeri Gazzeli, bir diğeri de Adıyaman’ın Karaburun köyünden.
İsrail savaş uçakları Lübnan’ın güneyindeki Kana’da üç katlı bir evi bombalıyor. İsrail artık bir gelenek haline getirdiği katliamlarından birini daha işliyor ve bombalama esnasında evde bulunan 27 çocuk, 27 melek parçalanmış bedenleriyle cennete doğru uçuyorlar. Kana’daki katliamı haber alır almaz olay yerine gitmek için adeta çırpınmaya başlıyorum. Fakat olmuyor. Taksiciler bombalardan çekindikleri için Güney Lübnan’a, Kana’ya gitmek istemiyorlar. Ayrıca bölgeden kaçan siviller nedeniyle yollar da kapanmış. O gece geç saatlere kadar bir internet sitesinde Kana’da meydana gelen katliamın fotoğraflarına bakıyorum. Minicik bebelerin parçalanmış bedenlerini gördükçe gözyaşlarıma hâkim olamıyorum, İsraillilere, Yahudilerin katliamlarına duyarsız kalan herkese küfrediyorum. Allah’ın Müntakim ismini hatırlıyorum ve İsrail’den bu yapılanların hesabını sormaları için mücahidlere dua ediyorum. Bedenleri parçalanmış çocukların fotoğraflarına baktıkça dünyaya dair birçok şey de bitiyor içimde. Artık tamamen kirlendiğini hissettiğim, vicdanı olmayan bu dünyayı bir an önce terk etmek istiyorum. İçinde bulunduğum çaresizlik nedeniyle isyan ediyorum ve kendi kendime defalarca kızıyorum.
Tarih: 31 Temmuz 2006
Sabah saat 6-7 gibi birkaç gazeteci arkadaşla birlikte bir taksi kiralayıp Kana’ya doğru yola düşüyoruz. Yollar Güney Lübnan’dan kaçan arabaları beyaz bayraklı sivillerle dolu. Saatler süren yolculuğun ardından İsrail savaş uçaklarından atılan bombaların yerle bir ettiği Kana’daki üç katlı o eve ulaşıyoruz. 27’si çocuk 50’den fazla sivil insana mezar olan evden geriye büyük bir moloz yığını kalmış. Evin bulunduğu yer tam bir harabe görünümünde. Harabeler arasında gezinirken evde can veren ve her biri beyaz kanatlı bir meleğe dönüşen çocukların bombalama esnasında yaşadıkları korku dolu anlar geliyor gözlerimin önüne. İçim sıkılıyor, vücudum kasılıyor, başım ağrımaya başlıyor. Birden gözüm bir çift ayakkabıya ilişiyor. 2 yaşlarındaki bir kız çocuğuna ait olan bu ayakkabının içinde pembe bir çorap da var. Ayakkabıları önce bir süre seyrediyorum. Daha sonra da kalbimin üzerine bastırıyorum. O an bir gece önce melek olup cennete uçan 27 çocuğu birden kucakladığımı, onlara sarıldığımı hissediyorum. Kim bilir babası bu güzel ayakkabıları aldığında ne kadar da çok sevinmiştir o küçük kız. Belki de bizim çocukken yaptığımız gibi ilk birkaç gün ayakkabılarla yatmıştır. Şu an ben de olan ayakkabılara her dokunuşumda ayakkabıların sahibi olan o küçük kız çocuğunu düşünüyorum. Oğlum Ahmet Yasin ve kızım Fatıma Kevser hikâye dinleme yaşına geldiklerinde ilk anlatacağım hikâyelerden biri de sanırım o siyah ayakkabıların hikâyesi olacak.
Tarih: 23 Ocak 2OO9
1300’e yakın Filistinli sivilin hayatını kaybettiği Gazze savaşı birkaç gün önce sona ermiş. Fotoğraf çekmek ve insanlarla sohbet etmek için Gazze sokaklarında tek başıma dolaşıyorum. Gözlerim kumlar üzerinde neşeyle oynayan bir grup çocuğa takılıyor. Çocuklara doğru yöneliyorum ve fotoğraf makinemi çantamdan çıkarıyorum. Tam bu sırada 4-5 yaşlarındaki bir kız çocuğuyla göz göze geliyoruz. Yüzü korkudan sapsarı kesilen kız çocuğu birden “anne anne” diye bağırarak koşmaya başlıyor. Küçük kız koşarken iki kulağını da parmaklarıyla kapatmaya çalışıyor ve öyle hızlı koşuyor ki terlikleri ayağından fırlıyor. Fotoğraf makinemi çantamın içine yerleştirmeye çalışırken küçük kız da daracık sokakların arasında kayboluyor. Küçük kızın korku dolu bir sesle “Anne anne” diye bağırması kulaklarımın içini öyle kaplıyor ki 5-10 saniye kadar olduğum yerde donup kalıyorum. Küçük kızın günlerce süren bombardımanın ve kurşun seslerinin etkisiyle fotoğraf makinemi silah sandığını ve o berbat sesleri bir daha duymamak için kulaklarını kapadığını fark ediyorum.
Kendimi toparlayıp küçük kızın arkadaşlarına doğru yöneliyorum. Önce çantamda taşıdığım çikolataları çocuklara dağıtıyorum. Daha sonra da çocuklarla kumların üzerinde hep birlikte oyun oynamaya başlıyoruz. En çok fotoğraf makinemi merak ediyorlar. Makinemi oynamaları için çocuklara veriyorum, onlar da birbirlerinin resimlerini çekerek eğleniyorlar. Dakikalar geçtikten sonra o küçük kız sokağın başında tekrar görünüyor. Ürkek bakışlarla yanıma doğru geliyor. İsminin Hena olduğunu öğrendiğim küçük kızla bir süre oyun oynuyoruz. Fotoğraf makinemi silah sanıp korkuya kapılan Gazzeli küçük Hena’nın o korku dolu bakışları sık sık gözümün önüne geliyor ve büyük acılar çekiyorum.
Tarih: 23 Nisan 2010
Kuds el Arabiya gazetesi yazarlarından Filistinli Eymen Halid ile birlikte Türkiye ayağını İHH’nın oluşturduğu Gazze’ye yönelik ambargoyu denizden kırmak için düzenlenen organizasyona destek vermek için Anadolu’yu adım adım geziyoruz. Katıldığımız panel, konferans, radyo ve televizyon programlarında Anadolu halkını bu tarihi sefere destek olmaya çağırıyoruz. Bolu, Konya, Kayseri, Gaziantep, Kahramanmaraş’tan sonra Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesindeyiz. Gölbaşı’nın Karaburun köyüne sabah kahvaltısına davet ediliyoruz. Bizi evine davet eden kişi ise Karaburun köyünün imamı Fadıl Akkuş. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu olan Fadıl bey İHH’nın Gölbaşı’ndaki gönüllülerinden. Eymen Halid böyle güzel bir köy evinde sabah kahvaltısı yaptığı için çok mutlu olduğunu söylüyor ve misafir olduğumuz bu köy evinin kendisine Filistin’deki evleri hatırlattığını ifade ediyor. Taptaze köy yumurtası, çökelek, peynir ve birbirinden güzel reçel ve böreklerle sabah kahvaltısını yapıp mis gibi köy havasını içimize çekiyoruz. Köylülere Gazze’yi, Gazze’ye denizden yapacağımız seferi anlatırken birden Fadıl Bey’in küçük oğlu Ahmet Salih elindeki şeker torbasıyla kapıdan içeri giriyor. 4-5 yaşlarındaki Ahmet Salih yanıma yaklaşarak; “Abi, bu şekerleri Filistin’den gelen bu amcaya ver de Gazze’ye götürsün. Bu şeker torbasını İHH’nın gemileriyle Gazze’deki çocuklara götürün.” diyor. Evlerine Filistin’den misafirlerin geleceğini duyan küçük Ahmet evden aldığı bir torbayla köyü dolaşıp köylülerden Gazze’ye gönderilmek üzere şeker toplamış. Ahmet Salih’in saf ve masum kalbi Eymen Halid’i ve beni çok etkiliyor. Eymen Halid bir taraftan Ahmet Salih’i seviyor diğer taraftan da gözyaşlarını bizden saklamaya çalışıyor.
Ahmet Salih’in verdiği müjde
Küçük Ahmet Salih’in bu güzel duyarlılığına şahit olan Eymen Halid bana aynen şunları söyledi: “Anadolu insanının Filistin’e olan sevgi ve muhabbetine şahit olduktan sonra Filistin’in, Gazze’nin özgür olacağına dair umudum katlanarak arttı. Bütün dünya, bütün Araplar hatta Filistinliler Kudüs’ten vazgeçseler Türkiye halkı Filistin için mücadele etmeye devam eder. Filistin sevgisi, Kudüs aşkı Anadolu’daki her eve, her kalbe girmiş. Halkıma, Gazzelilere bundan sonra müjdeli haberler vereceğim ve onlara, ‘Türkiye halkı Filistin’i asla sahipsiz bırakmayacak. Abdülhamid’in torunları Kudüs’e geri dönmeye başladılar.’diyeceğim. Türkiye halkı Filistin konusunda gösterdiği bu duyarlılık nedeniyle tarihe girdi. Filistin’de üniversitelerde sizin bu duyarlılığınız ders olarak okutulacak. Bu coğrafyanın insanları tarihte olduğu gibi yine İslam Ümmeti’ne önderlik yapacak. Kudüs Ümmetin kalbi, İstanbul da İslam Ümmeti’nin kılıcı ve hilafetin merkezidir. İslam dünyasının gelecekteki lideri Türkiyeli Müslümanlardır. Ben bir halkın küllerinden yeniden doğduğuna şahit oluyorum. Ahmet Salih’in Filistin konusundaki bu duyarlılığı İslam Ümmeti için en büyük müjdedir.”
İslam coğrafyası, Ümmet-i Muhammed büyük acılar çekti. Fakat İslam dünyasının uyanışı, kendine gelişi artık başlamıştır. Bunu İslam dünyasını ülke ülke gezen bir kardeşiniz olarak söylüyorum. İslam dünyası, Filistin, Ortadoğu, Asya, Afrika, Ümmet-i Muhammed bütün umut ve hayallerini Türkiyeli Müslümanlar üzerine kuruyor ve Türkiye’den gelecek ışığı, sesi, atlıları bekliyor. İttihad-ı İslam davasının erleri olarak bayrağın düştüğü yerden tekrar kalkacağına, Anadolu’dan gökyüzüne yükselecek nurun bütün dünyayı tekrar aydınlatacağına bütün kalbimizle inanıyor ve bize umut verdiği için Karaburun köyündeki Ahmet Salih’e teşekkür ediyoruz.
Adem Özköse-Gerçek Hayat
Tarih: 31 Temmuz 2006
Sabah saat 6-7 gibi birkaç gazeteci arkadaşla birlikte bir taksi kiralayıp Kana’ya doğru yola düşüyoruz. Yollar Güney Lübnan’dan kaçan arabaları beyaz bayraklı sivillerle dolu. Saatler süren yolculuğun ardından İsrail savaş uçaklarından atılan bombaların yerle bir ettiği Kana’daki üç katlı o eve ulaşıyoruz. 27’si çocuk 50’den fazla sivil insana mezar olan evden geriye büyük bir moloz yığını kalmış. Evin bulunduğu yer tam bir harabe görünümünde. Harabeler arasında gezinirken evde can veren ve her biri beyaz kanatlı bir meleğe dönüşen çocukların bombalama esnasında yaşadıkları korku dolu anlar geliyor gözlerimin önüne. İçim sıkılıyor, vücudum kasılıyor, başım ağrımaya başlıyor. Birden gözüm bir çift ayakkabıya ilişiyor. 2 yaşlarındaki bir kız çocuğuna ait olan bu ayakkabının içinde pembe bir çorap da var. Ayakkabıları önce bir süre seyrediyorum. Daha sonra da kalbimin üzerine bastırıyorum. O an bir gece önce melek olup cennete uçan 27 çocuğu birden kucakladığımı, onlara sarıldığımı hissediyorum. Kim bilir babası bu güzel ayakkabıları aldığında ne kadar da çok sevinmiştir o küçük kız. Belki de bizim çocukken yaptığımız gibi ilk birkaç gün ayakkabılarla yatmıştır. Şu an ben de olan ayakkabılara her dokunuşumda ayakkabıların sahibi olan o küçük kız çocuğunu düşünüyorum. Oğlum Ahmet Yasin ve kızım Fatıma Kevser hikâye dinleme yaşına geldiklerinde ilk anlatacağım hikâyelerden biri de sanırım o siyah ayakkabıların hikâyesi olacak.
Tarih: 23 Ocak 2OO9
1300’e yakın Filistinli sivilin hayatını kaybettiği Gazze savaşı birkaç gün önce sona ermiş. Fotoğraf çekmek ve insanlarla sohbet etmek için Gazze sokaklarında tek başıma dolaşıyorum. Gözlerim kumlar üzerinde neşeyle oynayan bir grup çocuğa takılıyor. Çocuklara doğru yöneliyorum ve fotoğraf makinemi çantamdan çıkarıyorum. Tam bu sırada 4-5 yaşlarındaki bir kız çocuğuyla göz göze geliyoruz. Yüzü korkudan sapsarı kesilen kız çocuğu birden “anne anne” diye bağırarak koşmaya başlıyor. Küçük kız koşarken iki kulağını da parmaklarıyla kapatmaya çalışıyor ve öyle hızlı koşuyor ki terlikleri ayağından fırlıyor. Fotoğraf makinemi çantamın içine yerleştirmeye çalışırken küçük kız da daracık sokakların arasında kayboluyor. Küçük kızın korku dolu bir sesle “Anne anne” diye bağırması kulaklarımın içini öyle kaplıyor ki 5-10 saniye kadar olduğum yerde donup kalıyorum. Küçük kızın günlerce süren bombardımanın ve kurşun seslerinin etkisiyle fotoğraf makinemi silah sandığını ve o berbat sesleri bir daha duymamak için kulaklarını kapadığını fark ediyorum.
Kendimi toparlayıp küçük kızın arkadaşlarına doğru yöneliyorum. Önce çantamda taşıdığım çikolataları çocuklara dağıtıyorum. Daha sonra da çocuklarla kumların üzerinde hep birlikte oyun oynamaya başlıyoruz. En çok fotoğraf makinemi merak ediyorlar. Makinemi oynamaları için çocuklara veriyorum, onlar da birbirlerinin resimlerini çekerek eğleniyorlar. Dakikalar geçtikten sonra o küçük kız sokağın başında tekrar görünüyor. Ürkek bakışlarla yanıma doğru geliyor. İsminin Hena olduğunu öğrendiğim küçük kızla bir süre oyun oynuyoruz. Fotoğraf makinemi silah sanıp korkuya kapılan Gazzeli küçük Hena’nın o korku dolu bakışları sık sık gözümün önüne geliyor ve büyük acılar çekiyorum.
Tarih: 23 Nisan 2010
Kuds el Arabiya gazetesi yazarlarından Filistinli Eymen Halid ile birlikte Türkiye ayağını İHH’nın oluşturduğu Gazze’ye yönelik ambargoyu denizden kırmak için düzenlenen organizasyona destek vermek için Anadolu’yu adım adım geziyoruz. Katıldığımız panel, konferans, radyo ve televizyon programlarında Anadolu halkını bu tarihi sefere destek olmaya çağırıyoruz. Bolu, Konya, Kayseri, Gaziantep, Kahramanmaraş’tan sonra Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesindeyiz. Gölbaşı’nın Karaburun köyüne sabah kahvaltısına davet ediliyoruz. Bizi evine davet eden kişi ise Karaburun köyünün imamı Fadıl Akkuş. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu olan Fadıl bey İHH’nın Gölbaşı’ndaki gönüllülerinden. Eymen Halid böyle güzel bir köy evinde sabah kahvaltısı yaptığı için çok mutlu olduğunu söylüyor ve misafir olduğumuz bu köy evinin kendisine Filistin’deki evleri hatırlattığını ifade ediyor. Taptaze köy yumurtası, çökelek, peynir ve birbirinden güzel reçel ve böreklerle sabah kahvaltısını yapıp mis gibi köy havasını içimize çekiyoruz. Köylülere Gazze’yi, Gazze’ye denizden yapacağımız seferi anlatırken birden Fadıl Bey’in küçük oğlu Ahmet Salih elindeki şeker torbasıyla kapıdan içeri giriyor. 4-5 yaşlarındaki Ahmet Salih yanıma yaklaşarak; “Abi, bu şekerleri Filistin’den gelen bu amcaya ver de Gazze’ye götürsün. Bu şeker torbasını İHH’nın gemileriyle Gazze’deki çocuklara götürün.” diyor. Evlerine Filistin’den misafirlerin geleceğini duyan küçük Ahmet evden aldığı bir torbayla köyü dolaşıp köylülerden Gazze’ye gönderilmek üzere şeker toplamış. Ahmet Salih’in saf ve masum kalbi Eymen Halid’i ve beni çok etkiliyor. Eymen Halid bir taraftan Ahmet Salih’i seviyor diğer taraftan da gözyaşlarını bizden saklamaya çalışıyor.
Ahmet Salih’in verdiği müjde
Küçük Ahmet Salih’in bu güzel duyarlılığına şahit olan Eymen Halid bana aynen şunları söyledi: “Anadolu insanının Filistin’e olan sevgi ve muhabbetine şahit olduktan sonra Filistin’in, Gazze’nin özgür olacağına dair umudum katlanarak arttı. Bütün dünya, bütün Araplar hatta Filistinliler Kudüs’ten vazgeçseler Türkiye halkı Filistin için mücadele etmeye devam eder. Filistin sevgisi, Kudüs aşkı Anadolu’daki her eve, her kalbe girmiş. Halkıma, Gazzelilere bundan sonra müjdeli haberler vereceğim ve onlara, ‘Türkiye halkı Filistin’i asla sahipsiz bırakmayacak. Abdülhamid’in torunları Kudüs’e geri dönmeye başladılar.’diyeceğim. Türkiye halkı Filistin konusunda gösterdiği bu duyarlılık nedeniyle tarihe girdi. Filistin’de üniversitelerde sizin bu duyarlılığınız ders olarak okutulacak. Bu coğrafyanın insanları tarihte olduğu gibi yine İslam Ümmeti’ne önderlik yapacak. Kudüs Ümmetin kalbi, İstanbul da İslam Ümmeti’nin kılıcı ve hilafetin merkezidir. İslam dünyasının gelecekteki lideri Türkiyeli Müslümanlardır. Ben bir halkın küllerinden yeniden doğduğuna şahit oluyorum. Ahmet Salih’in Filistin konusundaki bu duyarlılığı İslam Ümmeti için en büyük müjdedir.”
İslam coğrafyası, Ümmet-i Muhammed büyük acılar çekti. Fakat İslam dünyasının uyanışı, kendine gelişi artık başlamıştır. Bunu İslam dünyasını ülke ülke gezen bir kardeşiniz olarak söylüyorum. İslam dünyası, Filistin, Ortadoğu, Asya, Afrika, Ümmet-i Muhammed bütün umut ve hayallerini Türkiyeli Müslümanlar üzerine kuruyor ve Türkiye’den gelecek ışığı, sesi, atlıları bekliyor. İttihad-ı İslam davasının erleri olarak bayrağın düştüğü yerden tekrar kalkacağına, Anadolu’dan gökyüzüne yükselecek nurun bütün dünyayı tekrar aydınlatacağına bütün kalbimizle inanıyor ve bize umut verdiği için Karaburun köyündeki Ahmet Salih’e teşekkür ediyoruz.
Adem Özköse-Gerçek Hayat