İslâmî Edebiyat dergisi 50. sayısını Mehmet Âkif'e ayırdı. Ali Nar'ın genel yayın yönetmenliğini, Siyami Akyel'in yazı işleri müdürlüğünü yaptığı İslâmî Edebiyat, Âkif dosyasını Prof. Dr. Osman Öztürk'ün "Mahir İz hocamdan öğrendiğim Mehmet Âkif" yazısıyla açıyor. Mahir İz hocanın Safahat hafızı olduğunu dile getiren Öztürk, "Merhum üstadın hangi işe yönelirse mükemmelin peşinde olduğunu ve bunu da başardığını yine O'ndan öğrendim. Yüzmedeki birinciliğini, gülle atmadaki şampiyonluğunu, başa güreştiğini, Fatin Hoca'ya verdiği söz yerine gelsin diye bir kış kıyamette Kadıköy'den Kandilli'ye yürüdüğünü..." tespitlerini okurla paylaşıyor. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif'le ilgili analizinde "İstiklâl Marşı'nın Yazılışı-Kabülü" konusunu ele alıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ordu Erkân-ı Harbiye Riyâseti'nin (Genel Kurmay Başkanlığı'nın) isteği üzerine, 1920 yılında, o zor ve heyecanlı günlerin mânâsını ve imanlı havasını terennüm ederek, kalplere kuvvet ve heyecan aşılayarak bir milli marş yazdırılmasına karar vermişti. Bu marş istiklâl için çarpışılan o günlerdeki yüksek duyguları gelecek nesillere de duyuracak ve düşmanlarından kurtulup yeniden kurulacak olan devletin "İstiklâl Marşı" olacaktı. Bunun için 1920 yılı Kasım ayının başlarında "Türk şairlerine" çağrıda bulunuldu, "İstiklâl Marşı" için bir müsabaka açıldı ve birinciliği kazanana beş yüz lira mükâfat verileceği duyuruldu. Mehmet Âkif merhûm bu müsabakaya katılmadı. Bunun sebebinin verileceği bildirilen mükâfat olduğu kendisini tanıyanlarca biliniyordu"
Ertuğrul Düzdağ yazısının devamında Âkif'in parayı reddederek marşı istek üzerine yazdığını söylüyor. Paranın nereye verildiğiyle ilgili doğru bilgiyi ise Sebilürreşad dergisindeki vesikadan aktarıyor: "İstiklâl Marşı için muhassas (500) lira Mehmed Âkif Beyefendi tarafından fakir çocuk ve kadınlara örgü öğretmek, bir ma'işet temin etmek emel-i hayrperveriyle teşekkül etmek üzere olan (Dâru'l-Mesâî)ye teberru olmuştur." İstiklâl Marşı'mız para ile yazılmamıştır diyen Düzdağ yazısını şöyle sürdürüyor: "1921 yılının beş yüz lirasının bugünkü değerlerle ne tutacağını hesap etmek, zamanımızın "iktisad çağını" yaşayan vatandaşı için herhalde pek zor bir şey değildir. Fakat şükür ki böyle bir "çağ"dan haberdar olmayan Âkif'imiz cebinde parası ve Ankara kışında paltosu yokken, yüksek ahlakının gereği olarak bu parayı almamış ve mübârek "İstiklâl Marşı'mızı" parayla yazılmış bir şiir olmaktan kurtarmıştır." Mustafa Özçelik ise yazısında "İstiklâl Marşı'nın nasıl yazıldığı" meselesine eğiliyor. Bu şiirin nasıl bir duygu hali içinde yazıldığını anlatmak için hasta yatağında şu bilgileri veriyordu Âkif: "İstiklâl Marşı... O, ne samimi ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir fecayi karşısında bunalan ruhların ızdıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir, bir daha yazılamaz... Onu kimse yazamaz. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım."
"İstiklâl Marşı ve Mehmed Âkif'in Şairliği"ni örneklerle anlatan Ali Nar, "Şiir Tahlili" bölümünde İstiklâl Marşı'nı yapı ve sanat açısından değerlendiriyor. Nar, Osmanlıca-Arapça ve Yeni Türkçe üzerinden ele aldığı marşı kuruluş ve muhteva açısından inceliyor. Ali Nar ayrıca yazısında sözü Âkif'in şairliğine getiriyor: "M. Âkif şairdir. Şâirliğinin ısbatı sadece İstiklâl Marşı'na bağlı olmadığı gibi, belli duygu, düşünce çevresinde oluşan Safahat'ın belli üslubundan ibaret de değildir. Fatih Kürsüsünde, Süleymaniye Kürsüsünde, Seyfi Baba gibi uyarıcı manzumelerdeki yer yer, "Serbest Müstezat" türünden Muhavereler bile; o günün yeni ve önemli sanat ölçüleriyle dehşet ustalık verileridir."
İstiklâl Marşı'nın yanı sıra Dr. Abdullatif Heridi'nin "Âkif'in şiiriyle ilgili Arapça yazısına da dergide yer veriliyor. Şakir Diclehan "Ölü Çağa Ruh Üfleyen İki Şâir: İkbal ve Âkif" başlıklı yazısında "İkbal ile Âkif'in birbirlerini tanımaları, daha hayatta iken gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Büyük bir ihtimalle bu tanıma uzaktan cereyan etmiş ve daha çok tek yönlü bir gelişme göstermiştir" değerlendirmesini okurla paylaşıyor. "Âkif'in harp arabasını iki at çeker: Biri iman ve İslâm savaşçısı, öbürü şair... Esas olan birincisi... İkincisinin, öbürüne yardımcı olmaktan başka rolü ve müstakil kıymeti yok" der Necip Fazıl. İslâmi Edebiyat, sayfaları arasında Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in Mehmet Akif'i anlattığı yazısına da yer veriyor. Melda Özata'nın "Mehmed Âkif'in Leylâsı", Nuri Aslan'ın "M. Âkif Ersoy"la ilgili denemesinin yanı sıra Rıfkı Kaymaz'ın şiiri de büyük Üstada, Âkif'e selam ediyor. Dergide Dr. Cahit Öney'in "Beytler", Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu'nun "İstanbul Balâd'ı", Bünyamin Doğruer'in "İstanbul"u, Yasin Hatiboğlu'nun "Ulaş Dualarıma", Mehmet Türkan'ın "Bana", Doç. Dr. Dilaver Cebeci'den rahmete vesile "Tesbih" ve "Türkiyem" şiirleri yer alıyor. Nurettin Durman'ın "Naat"ını ve Fatih Üsame'nin "Ölümsüz Karanfiller'ini de unutmamak lazım. Dergi ayrıca Filistinli şair Tevfik Ziyad'ın "Geliniz" ve "Ellerinizi Kaldırın" şiirini Arapça ve Niyazi Karabulut Türkçesiyle yayımlıyor. Rıfkı Kaymaz'ın vefatı vesilesiyle Ali Nar'ın yazdığı yazıyı merhum Kaymaz'ın "Vefatının 25. Yılında Hattat Yusuf Erzincani" başlıklı yazısı takip ediyor. Selçuk Atay'ın "Bebekten İnciye" hikâyesi, Katip Sezer'in "Ta'miyeli Tarih Düşürme", Mustafa Özdamar'ın "Tasavvufun Fıkhı veya Fıkhın Tasavvufu Üzerine" yazısı da İslâmî Edebiyat dergisinde yer alıyor.