Milli İstihbarat Akademisi Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Uygur, 7 Ekim'den günümüze bölgesel ve küresel gelişmeler ışığında İran'ın nükleer programını yeniden canlandırma ihtimalini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Sonuna yaklaştığımız 2024 yılı itibarıyla 7 Ekim 2023’te gerçekleştirilen Aksa Tufanı Operasyonu'nun yol açtığı zincirleme bölgesel gelişmelerin en büyük kaybedenlerinden birisi İran oldu. Bir yıllık şiddetli hava saldırılarıyla Gazze’deki soykırımı büyük ölçüde tamamlayan Binyamin Netanyahu hükümeti, eylül ayından itibaren krizin başından beri düşük angajmanla da olsa kendisine kuzeyden ikinci bir cephe açan Lübnan Hizbullah’ına yoğun ve beklenmedik saldırılar gerçekleştirdi. Bu saldırılar sonucunda Genel Sekreter Hasan Nasrallah ve ardılı Haşim Safiyuddin de dahil olmak üzere örgütün liderlik kadroları tamamen etkisiz hale getirilirken, on bini aşkın militana, çok büyük bir füze envanterine sahip grubun silah ve savaşma kapasitesinin en az yarısını kaybettiği tahmin ediliyor. Kasım ayında taraflar arasında kırılgan bir ateşkes ilan edildiyse de uzmanlar bunun kalıcı bir istikrara dönüşmesinin çok zor olduğu konusunda görüş birliğine sahip.
-İran'ın bölgesel mekanizması sarsıldı
İsrail ve İran arasındaki dolaylı çatışma söz konusu süreçte doğrudan hava saldırılarına dönüştü ve iki ülke birbirlerini birden fazla hedef aldı. 1 Nisan’da İran’ın Şam’daki elçiliğinin İsrail tarafından hedef alınmasıyla başlayan süreç sonunda gelinen noktada Tahran yönetimi Sadık Vaat 3 operasyonu düzenleyeceğini belirtse dahi 26 Ekim’deki son İsrail saldırısından sonra henüz bu yönde bir adım atmadı. Öte yandan İsrail’in İran ve vekil örgütlerine yönelik saldırıları Lübnan ile de sınırlı kalmadı. Yemen, Suriye ve Irak’taki çeşitli Şii örgütler de İsrail ve ABD’nin hava saldırılarından önemli ölçüde etkilendiler.
Kırk yılı aşkın bir süredir yatırım yaptığı yapılanmaların zafere ulaştığını ve dört Arap başkentini yönettiğini sanan ve bunu açıkça dillendirmekte beis görmeyen Tahran bir anda büyük bedellerle inşa ettiği bölgesel mekanizmanın temellerinin sarsıldığını gördü. Hiç istemese de vekil güçleri arasında meydana gelen panik ve güvensizliği gidermek için İsrail’e doğrudan saldırmak zorunda kalan İran, füze ve hava saldırılarının İsrail’i caydırmaktan uzak olduğunu, aksine her seferinde İsrail’in misilleme saldırılarının daha da şiddetlendiğini gördü. Tahran’daki yetkililer ülke içinde varlığı kanıtlanan yoğun istihbarat ve güvenlik açıklarının da etkisiyle bu sarmaldan çıkmamaları durumunda Hizbullah benzeri ağır bir bedel ödeyebileceklerini biliyorlar. Nitekim 31 Temmuz'da İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak üzere Tahran’a giden İsmail Heniyye’nin öldürülmesi ülkede en sıkı korunan isimlerin bile can güvenliği olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi.
-Nükleer program yeniden gündeme geliyor
Bölgedeki vekillerinin büyük bir hızla kan kaybettiğini ve “dışarıda savunma doktrini"nin cevap vermediğini ve ülke içinde İsrail’in saldırılarına maruz kaldığını gören İranlı yetkililer ellerindeki diğer bir stratejik kartı daha sık telaffuz etmeye başladılar. Bu bağlamda İran'ın 90'lı yılların ardından yeniden başlattığı ve 2000'li yıllarla beraber uranyum zenginleştirmesi dahil kritik aşamalara ulaşan nükleer program gittikçe daha fazla gündeme geldi. Yalnızca basın ya da İran Dış İlişkiler Stratejik Konseyi Başkanı Kemal Harrazi değil bizzat mevcut Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi de mecbur kalması durumunda İran’ın nükleer politikalarında değişikliğe gidebileceğini açıklamaktan çekinmedi.
İran’ın nükleer dosyası Barack Obama’nın başkanlık döneminde iki ülke arasında yoğun müzakerelere konu olmuş ve nihayetinde Temmuz 2015’te Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak bilinen nükleer anlaşma Almanya ve Güvenlik Konseyi daimi üyesi beş ülke ile İran arasında imzalanmıştı. Bununla birlikte 2017’de ilk dönem başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump iki yıla yakın dolaylı görüşmelerin netice vermemesi üzerine Mayıs 2018’de Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) anlaşmadan tek taraflı olarak çekildiğini açıklamıştı. Obama yönetiminin devamı olarak görülen Biden hükümeti 2021’den itibaren anlaşmayı canlandırmak için çaba gösterdiyse de İran’ın en büyük siyasi destekçisi Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesiyle başlayan savaş, müzakerelerin durmasına neden oldu. İran’ın binlerce Şahit kamikaze dronunu Rusya’ya sevk etmesi Batıdaki tepkileri artırdı. 2022 Eylül ayında Mahsa Emini olayları da taraflar arasındaki mesafeyi iyice açtı. Yine de ABD ile İran arasındaki köprülerin tamamen atılması 7 Ekim 2023’te oldu. Bu tarihten itibaren ABD-İran ilişkileri hızla gerilirken İsrail yanlısı tavırlarıyla bilinen Donald Trump’ın Kasım 2024’te yeniden başkan seçilmesi İran için olabilecek en kötü haberlerden birisiydi. Trump’ın maksimum baskı politikaları nedeniyle İran o dönem ekonomik açıdan iflasın eşiğine gelmiş, ayrıca bölgesel politikaların mimarı ve uygulayıcısı Kasım Süleymani’nin öldürülme emrini Trump şahsen vermişti.
Aktarılan arka plan doğrultusunda İran’ın nükleer programı üzerindeki tartışmaların “son düzlüğe girdiğini” iddia etmek mümkün. Bunda 7 Ekim sonrasında doğrudan çatışmaya varan İran-İsrail gerginliği ya da İran’a son 40 yıldır en büyük darbeyi vuran Donald Trump’ın yeniden ABD başkanı seçilmesi kadar 2015 yılında imzalanan KOEP'in zaman tahdidi bulunan bazı amir hükümlerinin 2025 ekimi içinde sona ermesinin de önemli etkisi olabilir. Zira mezkur anlaşmaya göre hükümlere uyulmadığını iddia eden bir üye tetik mekanizması (snapback) aracılığıyla Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımlarının otomatik olarak geri getirilmesini sağlayabilir. ABD’nin resmen çekildiği anlaşmada bu maddeyi uygulamaya koyması mümkün değil, ancak anlaşmada imzası bulunan Avrupa ülkeleri aracılığıyla bu yola başvurabilir. Aksi taktirde gün geçtikçe gerginleşen uluslararası ortamda ABD’nin Güvenlik Konseyindeki Çin’i ya da Rusya’yı İran’a yeni kapsamlı yaptırımlar için ikna etmesi imkansız görünüyor.
Sonuç olarak 13-15 Kasım tarihlerinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Mariano Grossi’nin Tahran ziyaretlerinden bir sonuç çıkmaması, akabinde 21 Kasım’da UAEA Yönetim Kurulunun ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından sunulan İran karşıtı kararı, 19 olumlu, 12 çekimser ve 3 karşı oy ile onaylaması Tahran ile Batı arasındaki gerginliği yeniden tırmandırdı. Bununla birlikte oylamadan birkaç gün sonra Avrupa troykası ile İran arasındaki müzakerelerin yeniden başlatılacağının bildirilmesi tarafların son ana kadar diplomasinin imkanlarını değerlendireceğini gösteriyor. Aksi durumda tetik mekanizmasının kullanılması ve İran’ın tehdit ettiği gibi Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'ndan (NPT) çıkması halinde özetlenen gergin küresel ve bölgesel gelişmeler İran’ın nükleer tesislerine yönelik yeni bir askeri müdahaleyi gündeme getirebilir. İsrail’in İran’a yaptığı son hava saldırısında ülkenin hava savunma sistemlerini ve radarlarını hedef aldığı, yine Hizbullah’ın caydırıcılığının neredeyse tükendiği bir ortamda bu tür bir operasyon konusunda Trump yönetiminin çekinceleri eskisine göre daha az olacaktır. Önümüzdeki aylar içinde Trump’ın netleşmeye başlayan İran politikasının detayları İran’ın nükleer programının geleceğinde de etkili olacaktır.
[Dr. Hakkı Uygur, Milli İstihbarat Akademisi Başkan Yardımcısıdır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.