Erdoğan 'sahici' biri
Anayasa değişikliğini, "12 Eylül'le hesaplaşma" gibi görmüyorum. Daha önce de, 1982 Anayasası'nın birçok maddesi değiştirilmişti. Şimdi de, bazı önemli maddeleri tadil ediliyor.
AK Parti'nin "12 Eylül'den hesap soracağız" sloganıyla, referandumdaki "evet" oylarını etkilemek istediği ortada. Ama buradan yola çıkarak, Erdoğan'ın gözyaşlarını bile "sahte" olarak nitelendirmek hoş kaçmıyor. Hele Başbakan'ın grupta ağlaması üzerine sarf edilen öyle lâflar var ki...
- 12 Eylül işkenceleri üzerine siyaset yapmak Erdoğan'a düşmezmiş...
Erdoğan ve arkadaşlarının 12 Eylül'den nemalandığını bile söyleyenler var CHP içinde. Oysa 12 Eylül darbesi, sola, sağa, İslâmcı'ya, ateiste... hepsine vurdu. Milli Görüşçüler hapse atıldı; yargılandı. Erbakan uzun bir süre, "Liderler Hapishanesi" diye anılan Ankara Merkez Komutanlığı'na bağlı Dil Okulu'nun tutukevinde Ecevit ve Türkeş'le kaldı. Milli Selâmet Partisi (MSP) de, diğer partiler gibi kapatıldı. CHP işine gelince, Tayyip Erdoğan'ın mazisindeki "Milli Görüş"ü hatırlıyor. 12 Eylül'de çile çekmek bahis konusu olunca, nedense, MSP'lilerin yaşadıkları yok farz ediliyor.
O sahneyi, televizyonda defalarca seyrettim. Başbakan'ın tavrında gayri samimiyetten eser yoktu. Tayyip Erdoğan duygusal biri. Özellikle, Ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu'nun idam edilmeden önce ailesine yazdığı veda mektubunu okurken çok hislendi. Sanırım empati yaptı. Onu en çok etkileyen satırların, Pehlivanoğlu'nun nişanlısına yeni bir hayat tavsiye eden sözleri olduğunu düşünüyorum: "Nişanlıma da selâm eder, Cenab-ı Allah'ın mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim." İşte o an gözyaşlarına boğuldu. Ağlamamaya gayret sarf ettiği anlaşılıyordu. Ama kendini tutamadı.
Tayyip Erdoğan, kızınca bağırıp çağırıyor; hislenince ağlıyor, sevmediğini belli ediyor... böyle biri. O tarafıyla halk zaten onu samimi buluyor. Hakkında her şeyi söyleyebilirsiniz ama "sahiciliğine" lâf edemezsiniz.
Dokunulmazlık ve 100. madde
Yıllardan beri, 83. maddenin değiştirilip, milletvekilliği dokunulmazlığının sınırlanmasıyla bir netice elde edilemeyeceğini yazıp duruyorum. Çünkü yolsuzluk iddiaları, milletvekilleriyle değil, bakanlar ve başbakanlarla ilgili. Nihayet bir siyasetçinin ağzından 100. maddenin değiştirilmesi gerektiğini duydum. Kılıçdaroğlu, buna imkân verecek bir değişiklik yapacaklarını söyledi.
Çiçek... Adli Mahkeme'ye
Evvelki gün enteresan bir gelişme cereyan etti. Genelkurmay Askeri Mahkemesi, İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı hazırlamakla suçlanan albay Dursun Çiçek'in davasına bakmayı reddetti. Gerekçe olarak da, aynı eylemler sebebiyle, önceden İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açılmasını gösterdi. Askeri Savcılık, Dursun Çiçek'i suçlamış, 2007'de terfi edemediği için, öç almak amacıyla böyle bir belgeyi tek başına hazırlayıp, sızdırdığını ileri sürmüştü.
Askeri Savcılığın iddianamesinde, Dursun Çiçek, "görevi kötüye kullanmakla" suçlanıyordu. 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise, Çiçek'in "Ergenekon üyesi sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs ettiğini" iddia ediyor. Çok daha ağır bir suç söz konusu. Tabii bu gelişme Dursun Çiçek'in hoşuna gitmedi; Askeri Mahkeme'de yargılanmak istiyor. Şimdi, avukatları, Askeri Yargıtay'a itiraz edecekler.
Asker kişilerin yargılanmasında, sürekli askeri ve adli yargı arasında ihtilâf doğuyor. Nitekim 13. Ağır Ceza Mahkemesi daha önce dava açtığı için, yetkili kabul edildi. Eğer Askeri Savcılık, soruşturma başlattığında takipsizlik kararı vermeyip, önce davayı Askeri Mahkeme açsaydı, yargılama yeri Askeri Mahkeme olacaktı.
Referandum paketinde, bu yetki kargaşasını çözecek bir hüküm de mevcut. Asker kişi, eğer anayasal düzeni, hükûmeti, demokrasiyi hedef alan bir teşebbüs içindeyse, mutlaka adli mahkemeler önünde hesap verecek.
İşte evet için bir başka gerekçe daha.