Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) tarafından her hafta Çarşamba günleri düzenlenen konferanslar dizisinin bu haftaki konuğu İlahiyatçı, Araştırmacı-Yazar Ali Bulaç idi. Bulaç, ‘Göçün ve Kentin Partileri, Milli Görüşten Muhafazakar Demokrasiye’ konulu konferansta toplumun İslamcılıktan, Muhafazakarlığa doğru yol aldığını dile getirdi.
ESAM Konferans Salonu’nda düzenlenen programa ESAM Genel Başkanı Recai Kutan’ın yanı sıra çok sayıda akademisyen, bilim adamı ve öğrenci iştirak etti. Yoğun ilginin gözlendiği konferansta Bulaç önemli değerlendirmelerde bulundu. Türkiye’deki bu gün yaşanan siyasi krizlerin arkasındaki tarihi gerçekliği gözler önüne seren Bulaç, 3 önemli kuşaktan söz etti. Birinci kuşak toplumun Osmanlı’nın son dönemi ile 1924 yılına olan dönemi kapsadığını ifade eden Bulaç, 1960 yılına kadar olan dönemi ise ikinci dönem olarak niteledi. 1997 yılına kadar gelen süreci son dönem olarak ifade eden Bulaç, bu dönemlerin Türkiye’nin siyasal yapısında önemli sonuçlar doğurduğunu kaydetti.
DEĞİŞİKLİK LİBERAL ANLAYIŞLA YAPILIYOR
Günümüzde yaşanan Anayasa değişikliği tartışmalarına da konuşmasının tarihi süreç kısmında değinen Bulaç, toplum kavramının günümüzde daha iyi bir şekilde ortaya çıktığını söyledi. Yazar Bulaç, “Bu gün biz yapılan bu tartışmalara toplum olarak katılıyoruz. Bu anayasa tartışmalarında AK Parti’ye diyoruz ki, ‘Sen çok yanlış bir yerden hareket ediyorsun. Senin hareket noktanı temsil eden paradigma liberaldir. Bu bireyi ele almaktadır. Halbuki, 1961 ve 1980 anayasaları devlet merkezlidir. Bizim ihtiyacımız olan ise ne devlet merkezli ne de birey merkezli bir anayasa. Toplumun katıldığı, toplum merkezli bir anayasa ve bir konsensüsün sağlandığı toplum sözleşmesi istiyoruz’ şeklinde değerlendiriyoruz” diye açıklamada bulundu.
TOPLUMUN KATILMADIĞI ANAYASA OLMAZ
“Bizim anlayışımızda vurgu devlete değil, toplumun güçlü olmasındadır” diyen Bulaç, toplumun kendi anayasasını kendisinin yapması gerektiğini vurguladı. Bulaç, “Bu toplum kendi anayasasını kendisi yapmalı. Sen nasıl birkaç kişiye ‘al bize bir anayasa hazırla’ Onlarda liberal doktrinle hazırlayıp, getiriyorlar. Komisyona indireceksin, meclisten geçireceksin. Sonra da referanduma götüreceksin. Oldu anayasa. Senin bu anayasa ile askerlerin yaptığı anayasa arasında usul açısından fark yoktur. Askerlerde, ihtilal yapıyor. Topluyor 5-6 bilim adamını ‘bize bir anayasa yapın’ diyor. Onlarda yapıyor, bizlerde kabul ediyoruz. Biz katıldık mı bu sürece yok. Toplum, katıldı mı yok, Kürtler katıldı mı yok, Türkler katıldı mı yok. CHP katıldı mı yok. Saadet katıldı mı yok. Aleviler ve gayrimüslimler katıldı mı yok. Burada bir yanlışlık var” diye eleştiri de bulundu.
İDARE MERKEZ İLE HALK SÜREKLİ ÇATIŞMA HALİNDE
Türkiye’de toplumsal merkez ile idari merkezin sürekli bir çatışma halinde olduğunu söyleyen Bulaç, “İdari merkez, asker yargı, bürokrasi, üniversitelerden oluşuyor. Bu sert bir çekirdektir. Bunlar kendi aralarında toplumsal merkeze karşı tarihsel bir ittifak kurmuşlardır. Her seferinde toplumsal merkez bir hamle yapar ve başarılı oluyor. Ancak idari merkez bunu püskürtüyor. 1950 yılında halk CHP’yi siler, onlar cevap verir. 1965’te tekrar hamle yapar. 12 Mart Muhtırası ile karşı karşıya kalır. 90 yıllardaki hamleye karşı ise 28 Şubat ile cevap veriliyor. Bu kapışma sürekli devam ediyor” dedi.
MİLLİ GÖRÜŞ ANADOLUNUN HAREKETİ
“Milli Görüş Hareketi, merkez sağ ve merkez solun yanında Anadolu toplumunun kendisine yer bulduğu bir hareket oldu. Milli Görüş’ü ne solcu, ne de sağcı, toplum merkezli bir hareket olmuştur” diyen Yazar Ali Bulaç, Milli Görüş Hareketi’nin değerlere dayalı olduğundan söz etti. Bulaç, “Milli Görüş partileri, nasıl İslamcılık bu topraklara ve bu tarihe özgü bir siyasi hareket ise bu partiler de bu toprağa aittir. Sınıfa dair değil, değere dair siyasettir. Bütün değerleri içine alır. Örneğin adalet konusunda herkese aynıdır. Adaleti temsil ettiğin zaman Türkiye partisi oluyorsun. Bu ise siyasetin konseptinin kökten değişmesi anlamı taşıyordu. İşte 28 Şubat’ın Refah Partisi’ni hedef tahtasına koymasının sebebi buydu. Milli Görüş partileri bağımsız bir dış politikayı amaçlıyordu. Milli Görüş partileri net bir kimlik tanımı yapıyordu. ‘Biz Müslümanız, Osmanlıyız, doğuluyuz’ diyorlardı. Refah Partisi durdurulmasa idi, bu gün iktidardı. Bunun farkına varanlar içerdekiler değil, büyük güçlerdi” diye konuştu.
Ak Parti’nin kuruluş sürecinden de söz eden Bulaç, “Ak Parti temel anlayış olarak, ‘Biz Erbakan’ın düşüncesi ile iktidar olamayız. Olsak da kalamayız. Dolayısıyla bunu değiştirmemiz gerekir. Nasıl yapacağız, diğerleri ile uzlaşarak. Üç büyük aktörle uzlaşacağız. İçerde büyük sermaye, bürokrasi, büyük güçler ile uzlaşacağız. Bunlar ile uzlaşırsak iktidarda kalırız’ Bu temel doktrini idi. İslamcı bir çizgi veremeyiz. Bu içerde de dışarıda da kabul edilemez. Muhafazakar demokrasi kimliğini belirlediler. 2002’den bu yana ne oldu diye bakacak olursak; özgürlükler, azınlıklar, dindar camianın sorunlarında çözüm oldu mu, olmadı. Ekonomik ve sosyal alanda bir değişme olmadı. Toplum bu süreçte giderek çürümeye başladı” diye de eleştirdi.
TÜRKİYE BATI ADINA ORTADOĞU’YA GİRİYOR
“Türkiye’nin İsrail politikasının değişmesinin temelinde 3 nedeni var” diyen Yazar Bulaç, şunları söyledi: “Birincisi İran’ın İsrail’i doğrudan hedef alarak bölgenin patronu haline gelmesi. İkinci olarak Saadet Partisi’nin Çağlayan Mitingi herkesi çok korkuttu. Üçüncü olarak ise Türkiye’ye bölgeye girecekse Suni Arap kamuoyunun Türkiye’nin tarafına itmek gerekir anlayışı. Bunun yolu ise Türkiye’nin İsrail’e karşı çıkmasıydı. Şu anda Arap kamuoyu sistemli bir şekilde Recep Tayip Erdoğan’ın kişiliğinde Türkiye’ye doğru itiliyor. Bu dengelerin alt üst edilmesi anlamına geliyor. Türkiye Batı adına bölgeye giriyor” diye açıklamada bulundu.
MÜSLÜMANLARIN PUSULASI ŞAŞTI
Ak Parti döneminde Müslümanların referans çevresinin değiştiğinden yakınan Bulaç, “Yani Müslümanların kıblesi kalmadı, pusulası şaştı. Referans çerçevesi İslam’dan Liberal Kapitalizme kaydı. Artık dünyaya ve Türkiye’nin sorunlarına Müslüman’ca değil, Liberal Kapitalist bir felsefeden bakıyoruz. Toplum çözülürken, dindar ailelerde nasibini alıyor. Ulusal ve bölgesel bir proje yürütülürken Müslümanlar karar verme mevkiinde değil, onların üzerinden bir amele gibi kullanılıyor. Bu proje bizim üzerimizden götürülüyor ama biz karar vericiler değiliz” diye eleştirdi.
CEMAATLER HÜKÜMETİN UZANTISI OLDULAR
Geçen sekiz yıl içerisinde toplumsal olarak dönüşümlerin yaşandığını da eleştiren Bulaç, “Müslüman entelektüeller, sivil karakterlerini ve konumlarını kaybedip devlet memuru oldular. Artık devletin reflekslerine göre düşünmeye başladılar. Hepsi uzman ve stratejist oldu. Cemaatler sivil karakterlerini kaybedip, devletin ve hükümetin toplumdaki uzantıları haline geldiler. Bu da en büyük felaketti. Çünkü cemaatlerin sivil kalması gerekirdi. Son olarak adaletsiz bir iktidarı değiştirmeden kullanmaya başladık. Eğri bir cetvelden düz bir çizgi çıkarmaya çalıştık. İnsanlara da ‘bu düz çizgidir’ diyoruz” dedi.
İKTİDAR BİZİ EJDERHA YAPIYOR
Konuşmasını bir Çin hikayesi ile kapatan Bulaç, son eleştirisini de şöyle kaydetti: “Dağın birinde çok büyük bir hazine var. Bunu koruyan bir ejderha var. Kendine güvenen erkekler gidip savaşıyorlar, ancak hepsi ölüyor. Sonunda bir delikanlı çıkıp ejderhayı öldürüyor. Hazinede ne var, ne yok diye elini uzatıyor. Bakıyor ki yavaş yavaş kendisi değişiyor ve ejderha oluyor. Bizim halimizde böyle. Bu iktidar bizi ejderha yapıyor”