İSTANBUL (AA) - BİRİZ ÖZBAKIR - Barındırdıkları biyolojik çeşitlilik dışında tatlı su kaynağı ve karbon yutağı işlevi gören sulak alanların iklim değişikliğiyle mücadelede en değerli müttefikler arasında bulunduğunu belirten uzmanlar bu alanların azalmaya başladığı uyarısında bulunuyor.
Sulak alanların önemi, korunması ve akılcı kullanımı konularında kamuoyu bilincini geliştirmek amacıyla, 1971'de İran'ın Ramsar kentinde imzalanan "Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme"nin yıl dönümü olan 2 Şubat, Dünya Sulak Alanlar Günü olarak kutlanıyor.
Sulak alanların ekosistem açısından önemine ilişkin, AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü Aslı Pasinli, sulak alanların; nehirler, göller, bataklıklar, sulak çayırlar, sazlıklar, turbalıklar, taşkın düzlükleri, tuzlalar, deniz çayırı yatakları, mangrovlar, mercanlar, gelgit anında altı metreden derin olmayan deniz kıyısı gibi geniş bir yelpazeyi içerdiğini söyledi.
Küresel iklim değişikliğiyle artan aşırı hava olaylarını önlemede kıyı sulak alanların kritik öneme sahip olduğunu vurgulayan Pasinli, "Dünya yüzeyinin yaklaşık yüzde 6’sını kaplayan sulak alanlar dünyadaki karbonun yüzde 14,5’ini tutmaları sayesinde iklim krizine karşı en değerli müttefiklerimizden." görüşünü paylaştı.
Pasinli, sulak alanların iklim kriziyle mücadeledeki rolüne ilişkin şunları söyledi:
"Uzun kuraklıkların ardından bir yıllık yağışın birkaç günde yağdığına tanık oluyoruz. Sulak alanlar bu tür aşırı iklim olaylarını dengelemek, aşırı yağışları depolamak açısından çok önemli. Bir nevi sünger işlevi görerek taşkınların, sellerin önüne geçiyor. Ayrıca sulak alanların sürdürülebilir balıkçılık ve turizm olanakları ile yerel ekonomiye katkı sağladıklarını da unutmamalıyız. Sulak alanların bu işlev ve katkıları, uzmanlar tarafından 'sulak alanların ekosistem hizmetleri' olarak tanımlanıyor."
- "En hızlı kayıp sulak alanlarda yaşanıyor"
Sulak alan sistemlerinin hem tatlı su kaynakları hem de biyoçeşitlilik açısından öneminin altını çizen Pasinli, bu alanların tüm dünyada bilinen hayvan türlerinin yüzde 10’undan fazlasına ve tüm balık türlerinin yüzde 50’sine ev sahipliği yaptığını, aynı zamanda tatlı su deposu ve karbon yutağı işlevi gördüğünü, özellikle turbalık ve ormanlık sulak alanların karbon emicileri olarak çok büyük öneme sahip olduğunu kaydetti.
Yeryüzünde en hızlı kaybın yaşandığı ekosistemlerin sulak alanlar olduğunu ve bu kayıp nedeniyle su kaynaklarının kalitesinde düşüşler yaşandığını bildiren Pasinli, "WWF'in 'Yaşayan Gezegen Raporu'na göre, 1970-2018 yılları arasında dünya genelinde izlenen yaban hayatı popülasyonlarında ortalama yüzde 69'luk bir düşüş yaşanırken, en büyük azalma yüzde 83 ile sulak alan türlerinde meydana geldi." diye konuştu.
Türkiye'de kirlilikten etkilenen başlıca sulak alanların Büyük Menderes Nehri, Eğirdir Gölü, Bafa Gölü, Tuz Gölü, Gediz Deltası, Uluabat Gölü, Beyşehir Gölü, Eber Gölü, Burdur Gölü ve Göksu Deltası olduğunu ifade eden Pasinli, Ergene, Büyük Menderes, Marmara gibi sanayinin yoğun olduğu nehir havzalarında da sanayi üretiminden kaynaklı kirliliğin önlenmesi için en kısa sürede harekete geçilmesi gerektiğini dile getirdi.
Kirlenen su kaynaklarının, geçim kaynakları suya bağlı olan insanlardan bu ürünleri tüketen kişilere kadar herkesi doğrudan etkilediğine değinen Pasinli, sözlerini şöyle tamamladı:
"Türkiye’de tatlı suyun yüzde 73’ü tarımda kullanılıyor. Sulama yöntemlerinin damla sulama gibi su tasarruflu yöntemlere geçmesi, sulak alanların ekosistem hizmetlerini korumaya katkı sağlayacağı gibi, çiftçiler için de iklim değişikliğinin özellikle kuraklık gibi etkilerine karşı bir nevi sigorta hizmeti görecek. Doğada suyun doğduğu ve geçtiği doğal alanları koruyarak, tarımda salma sulamanın neden olduğu kayıpların önüne geçilerek ve modern sulamaya geçiş için gerekli altyapı oluşturularak, sanayide suyu kirletmeden verimli kullanarak, denetimlerde sıfır tolerans yaklaşımını benimseyerek, kentlerde dağıtım kayıplarını ve kaçakları önleyerek, evlerde tüketim alışkanlıklarımızı değiştirerek suyumuza sahip çıkmak mümkün. Susuzluk bireyler, iş dünyası ve karar vericiler için ortak bir risk. Su biterse herkes susar."
- "3 Van Gölü büyüklüğünde sulak alan, ekolojik işlevini yitirdi"
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilgül Karadeniz, 2050'ye kadar Akdeniz Havzası’ndaki deniz seviyesinin 9,8 ila 25,6 santimetre yükselebileceğine dair tahminler bulunduğuna, tuzlu deniz suyunun kıyı sulak alanlarıyla karışmasının sulak alanların kalitesini tamamen değiştireceğine ve bu alanlara bağlı yaşayan tüm canlıların olumsuz etkileneceğine dikkati çekti.
Dünya Sulak Alanlar Günü’nün bu yılki temasının "Şimdi Sulak Alan Restorasyonu Zamanı" olduğunu hatırlatan Karadeniz, bu temayla sulak alanların canlandırılmasına ve onarımına odaklanılacağını anlattı.
Ramsar Sözleşmesi ile oluşturulan sekreteryanın 2018 yılında yayımladığı bir rapora atıfta bulunan Karadeniz, yapılaşma, kirlilik, kuruma, aşırı kullanım gibi faktörlerin sulak alanlar üzerindeki etkisine ilişkin şu bilgileri aktardı:
"(Raporda) Son 300 yılda, dünyadaki sulak alanların yüzde 87’sinin ve 1970 yılından bu yana da yüzde 35’inin yok olduğu belirtiliyor. Türkiye'de ise 1960’lardan bu yana sulak alanların yarısı nicelik ve kalite açısından sağlıklı yapılarını kaybetmiş durumda. Bir başka deyişle 3 Van Gölü büyüklüğünde sulak alan, ekolojik işlevini yitirmiş."
Karadeniz, iki farklı jeolojik dönemdeki volkanik patlamaların etkisiyle oluşan Meke Gölü'nün tamamen kuruduğunu, Tuz Gölü’nün de kritik durumda olan bir başka sulak alan olduğunu işaret ederek "Yeraltı sularının ve gölü besleyen yüzey sularının tarımsal amaçlarla, akıl dışı bir şekilde kullanılması sonucu Tuz Gölü can çekişiyor." dedi.
Tüm doğal sistemlerde olduğu gibi sulak alan ekosistemlerinde de doğal süreçler bozulduğunda aynı sistemi tekrar oluşturmanın mümkün olmadığını ifade eden Karadeniz, bozulan ekosistemlerde sulak alan restorasyonu gibi faaliyetlerin gerçekleştirilebildiğini fakat önemli olanın sulak alanların doğal süreçlerinin korunması olduğunu kaydetti.
- Türkiye'deki Ramsar alanları
Türkiye, sulak alanlarının korunmasını ve akılcı kullanımını taahhüt için 1994'te Ramsar Sözleşmesi'ne taraf oldu. Böylece, ülkede toplam büyüklüğü 184 bin 487 hektar alanı bulan Sultan Sazlığı, Seyfe Gölü, Burdur Gölü, Manyas (Kuş) Gölü, Göksu Deltası, Akyatan Lagünü, Kızılırmak Deltası, Uluabat Gölü, Gediz Deltası, Yumurtalık Lagünü, Meke Gölü, Kızören Obruğu, Kuyucuk Gölü ve Nemrut Kalderası, Ramsar alanı olarak belirlenerek koruma altına alındı.