Kişinin dünyada sevdikleriyle beraber olduğu gibi, ahirette de sevdikleriyle beraber olması Allah'ın hususî bir lütfudur. Zaten beşer olarak biz de bunu istiyoruz. Çünkü ancak sevdiklerimizle birlikte olduğumuzda mutlu olabiliyoruz, yüzümüzden tebessümler taşıyor. Sevdiklerimizden uzak olduğumuzda ise içimizi bir düşüncedir, bir kederdir, bir garipliktir, bir mutsuzluktur, bir keyifsizliktir alıp gidiyor.
Beşer olarak sevdiklerimiz içinde yaşamak, sevdiklerimiz içinde gülmek, sevdiklerimiz içinde ağlamak, sevdiklerimiz içinde ölmek istemiyor muyuz? Acımızda, kıvancımızda, sevincimizde, düğünümüzde, derneğimizde hep sevdiklerimizi yanı başımızda görmek istemiyor muyuz? Öyle ki, başımız ağrıdığında sevdiklerimiz çare buluyor, dişimiz ağrıdığında sevdiklerimiz merhem oluyor, düştüğümüzde sevdiklerimiz elimizden tutuyor.
Cenâb-ı Hak da bu isteğe cevap olarak insanoğluna sevebileceği eşler, dostlar, ahbaplar ve arkadaşlar yaratmıştır. Madem sevdiklerimizi bize Cenâb-ı Hak ihsan etmiştir. Öyleyse onları Allah için sevmeliyiz. Onları Allah için sevdiğimizde, Cenâb-ı Hak ebedî âhiret hayatında da inşaallah onları bize, bizi onlara ihsan eder.
O, ALLAH VE RESULÜ'NÜ SEVİYOR
Sahabeden Nuayman isminde bir genç haram olmasına rağmen bazen içki içiyordu. Yaptığı bu şey bir günahtı. Dolayısıyla da sahabeden biri, ona kınayıcı bir söz sarf edince Allah Resûlü kaşlarını çattı ve: "Kardeşinize karşı şeytana yardımcı olmayın. Allah'a yemin ederim o, Allah ve Resûlü'nü sever" (Buhârî, Hudûd, 4) buyurdu. Allah ve Resûlü'nü sevmek, onlarla beraber olmayı netice vereceğinden, böyle bir insan, her ne kadar günah da işlese kötü söze muhatap olmaya müstehak değildir çünkü o Allah ve Resûlü'nü sevmektedir... Bu sevgi ise farzlarını yapan, büyük günahlardan kaçınan birisi için Resûlullah'la beraber bulunmaya yeter. Zira kişi sevdiğiyle beraberdir...
Efendimiz bir cihada çıkmış, sahabeden Hz. Sevban ise O'nunla bulunamamıştı. Allah Resûlü döndüğünde herkes kendisini ziyaret ediyordu. Bunlar arasında Sevban da vardı. Sararmış, solmuş ve adeta bir deri bir kemik kalmıştı. Şefkat Peygamberi sordu: "Sevban bu hâlin ne?" Sevban, şöyle cevap verdi: "Ya Resûlallah! Beynimi kemiren bir düşünce var ki işte o beni bu hâllere soktu. Kendi kendime düşündüm. Ben, Allah Resûlü'nden üç günlük ayrı kalmaya dahi tahammül edemiyorum. Ebedî bir âlemde bu ayrılığa nasıl güç yetirebilirim? Çünkü O, Allah'ın Resûlüdür. Makamı yücedir. Gireceği Cennet de ona göre olacaktır. Halbuki ben sıradan bir insanım. Cennet'e girmiş dahi olsam, Allah Resûlü'nün gireceği Cennet'e girebilmem mümkün değil. O halde ben O'ndan ebedî ayrı kalacağım. Bunu düşündüm ve bu hâllere düştüm." Allah Resûlü, bu dertli insana derdine derman olacak şu ölümsüz ifadesiyle karşılık verdi: "Kişi sevdiğiyle beraberdir."
SEVEN, SEVDİĞİ GİBİ YAŞAR
Kişiyi sevmek, ona benzemek ve onun hayatını kendine hayat edinmekle olacaktır. Bir gün Hz. Ömer'in kızı Hafsa Validemiz kendisine "Babacığım, dıştan gelen devlet elçileri oluyor ve daima yeni yeni heyetler kabul edip görüşüyorsun. Üzerindeki elbiseyi yenilesen daha iyi olmaz mı?" der.
Hz. Ömer, kızından bu sözleri duyunca beyninden vurulmuşa döner. Allah Resûlü'nü ve Hz. Ebu Bekir'i kastederek, "Ben bu iki dosttan nasıl ayrı kalabilirim? Vallahi, dünyada onlar gibi yaşamalıyım ki ahirette onlarla beraber olabileyim" cevabını verir.
Biz buna, büyük cihad veya manevî cihad diyoruz. Allah Resûlü'nün ve sahabînin yolu budur. Onlar, Cenâb-ı Hakk'la sıkı bir irtibat içinde yaşadılar. Kulluk görevlerini öylesine derin bir hassasiyetle yerine getiriyorlardı ki onları görenler, ibadetten başka hiçbir şeyle meşgul olmadıklarını zannederdi. Halbûki onlar, hayatı bir bütün olarak yaşıyorlardı... deta ihlasın özü ve hülâsası hâline gelmişlerdi. Yaptıkları her işi Allah rızası ölçüsünde yapıyorlardı. Her işlerinde bir iç derinliği vardı. Şayet biz de onlarla beraber Efendimiz'in kevser havuzu etrafında buluşmak istiyorsak, onları sevmeli, yaşadıkları hayatı hayatımıza hayat kılmalıyız.
BAŞKALARININ YANLIŞI SİZİ AYRI BİR YANLIŞA SÜRÜKLEMESİN
Merhaba. Her gün İstanbul trafiğinde araç kullanıyorum. Direksiyon başına geçtiğimde bazen kendimi tanıyamıyorum. Bunun sebebinin diğer araç sürücüleri olduğunu düşünüyorum. Trafikte sizi sıkıştırıyorlar, ağza alınmayacak sözler, küfürler, hakaretler... Ben de istemeden aynı şekilde tepki veriyorum. Ağzımdan kötü sözler çıkıyor, kendimi kontrol edemiyorum. Ne tavsiye edersiniz?" M. Metin Şark/İstanbul.
Sevgili okur! Yüce Kitabımız'da insanın tavır ve davranışlarını çok iyi tanımlayan bir ayet vardır: "Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır..." (İsra sûresi, 17/84) İyi bir insanın tavır ve davranışları her durumda aynı olacaktır. O, sıvı bir madde değildir ki, içinde bulunduğu ortamın şeklini alsın. Muhatabımız çok seviyesiz birisi olabilir; o seviyesiz diye biz de seviyesiz tavırlar gösteremeyiz.
İmam-ı Azam bir gün talebeleriyle yolda yürüyordu. Karşıdan bir boğa burnundan soluyarak hışımla üzerlerine geldi. İmam-ı Azam hemen kenara çekildi. Talebeleri bu duruma şaşırdılar. Durumu sorduklarında aldıkları cevap çok enteresandı: "O bir boğa, onun boynuzu var. Ben insanım, boynuzum yok. Ancak benim aklım var. Aklım da bana insan olarak bu durumda kenara çekilmemi söylüyor."
VARSIN O AKREPLİĞİNİ YAPSIN
Başka bir kişi daha görüyoruz hayatını bu prensiple yaşayan. Olay, şu şekilde anlatılır: Allah dostlarından biri, bir akrebi suda boğulmamak için çırpınırken gördü. Sudan kurtararak ona bir iyilik yapmaya karar verdi. Fakat kurtarmak için elini uzattığında akrep elini sokmaya çalıştı. Hemen elini çekti. Bir müddet sonra kurtarmak için yeni bir girişimde bulundu, ancak akrep yine sokmaya çalışıyordu.
Oradan geçen bir adam durumu gördü ve ona kendini sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyledi. Zira o kurtarmaya çalışırken akrep de onu sokmaya çalışıyordu. Bunun üzerine Allah dostu şu cevabı verdi: "O akrep, sokmak onun yaratılışında var. O, kendine yaklaşan şeyleri sokmak üzere programlanmış. Ben de, bir insan olarak canlılara karşı sevgi taşımayı ve zor durumda olanlarına yardım etmeyi kendime prensip edinmişim. Şimdi, onun prensibi sokmak; benimki de sevmek. O sokmaya çalıştı diye niçin kendi prensiplerimden vazgeçeyim ki...
Evet, Müslüman bütün tavır ve davranışlarında İslam'ın öngördüğü güzellikleri göstermelidir. Şayet bu konuda eksiklikleri varsa onları tamamlamalı ve bu güzel davranışları kendine mal etmelidir.
HADİS BAHÇESİ
SİZ HİÇ GÜNAH İŞLEMEMİŞ OLSAYDINIZ
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Siz hiç günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyip Allah'tan bağışlanma dileyecek bir millet getirir de onları bağışlardı." (Riyazü's-Salihin, Erkam Yayınları) Hadisin verdiği mesajlar
1. Ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar müminlere Allah'ın rahmetinden ümitli olmak yaraşır.
2. Allah, kulunun işlediği hatayı anlayıp af dilemesinden son derece memnun olur.
3. Allah, tövbeleri kabul edici, kullarını bağışlayıcıdır.
4. Af ve rahmetten söz etmek, günah işlemeye teşvik etmek demek değildir.
Hazırlayan: Ali İhan ER