Vah vah, pek üzüldün. Arka bahçen virane mi oldu? Zakkum açmıyor mu ağaçlar, tünemiyor mu baykuşlar?
Ummadığın taş, baş mı yarıyor? Bak gördün mü, müvekkiline sahip çıkamadın. Oysa avukatıydın, çağın vebasının.
Dosyalara bakamıyor musun? Bu yüzden için mi parçalanıyor?
Delillerin toplanmasını istesen, “Bırak siyaseti giy cübbeyi!” derler, diye mi çekiniyorsun. Çekinme çekinme. Cesur ol canım. Nasılsa herkesin Taraf’ı belli. At adımını, ardına bile bakma!
Akıl edemedin mi, bir yolunu bulup karargaha girmeyi? “İyi giderken işler, bu da nerden çıktı?” diyorsun, bir de uluorta.
Gerine gerine: “Aslında görünmez iktidar biziz. Bakmayın % 22’lere, 47’lere. Cezayir’de iki katını almışlar da ne olmuş? Keser döner, sap döner…” diye de ekliyorsun.
İşin hep keserle, orakla, çekiçle, örsle, balyozla. Şöyle sevgiden, aşktan, kardeşlikten, eşitlikten, haktan bahsettiğini hiç duymadı Anadolu.
Şam’ın Esat’ından güç alıyordun, besbelli. Hama’yı yerle bir eden tirandan. 82’nin akıbeti bulsun diye Fatihliyi, çok uğraştın, didindin bir hayli.
Harp oyunlarını, Muavenet batırılınca düşünmeyip, dışarıya kedi, içeriye aslan kesilenlere kılavuzluk ettin. “Bir yanlışlık da biz yapalım, abd denizaltısına!” diyenlere dudak büktün.
……………………..
Yetmişine bastın. Dikili ağacın yok. “Bu da benim attığım temel. Şu fabrikayı açmak da bana nasip oldu! Şimdi boy veriyor, organizeler!” diyemeden göçüp gideceksin şu alemden.
Sahi ne yaptın, dünden bugüne? Karaoğlan’ın burnundan getirdin, anasından emdiğini. Eline yüzüne bulaştırdın, kısa bakanlığı. Karneye mahkum ettin; köylüyü, şehirliyi. Gram benzin bulamadılar sayende.
‘Düttürü’ ile açıldı işlerin. Akdeniz’de sosyete avukatıydın; bir elin yağda, ötekisi balda. “Yetişiyor bizimkiler!” diyordun. Yaşıtların adliyede, harbiyede, bahriyede, tıbbiyede, mülkiyede işleri kotarıyor, sana da işaret fişeği çakıyorlardı.
“Gel!” dediler, bir gün sana. Geldin ama, heybende kin, mataranda kan vardı. Puslu ve yaslı ülkemde aynı tas, aynı hamamdı.
Adliye’nin başındaki vur al taktiğiyle savaşıyor, harbiye’nin tepesindeki Hama-Halepçe-Cizre üçgeninde bitmeyen kavganın senaryosunu yazıyor…
Bahriye’deki “Ne olur, ne olmaz!” diyerek sağa sola hazırlıklar(!) koyuyor, tıbbiye’deki 80’lik hastayı kamusal alandan bağıra bağıra yolluyor, mülkiye’deki Sivas’ı, Gazi’yi… ayarlıyordu.
……………………………….
Orak, dipten gelen bir dalga idi. Kökünden yakalayıp yana yatıran… Havada birkaç künde atıp hızlıca yere inen…
Sibirya’da ne olduysa aynısı yaşandı ülkemde. Stalin yerinden yurdundan etti Ahıskalıyı… Haymana, Palulunun yeni mekanı.
Epik kahramanlıklar, lirik ağıtlara bıraktı yerini. Didaktik kavgalar, pastoral şiirlerde kayboldu. Moskova’nın çoktan unuttuğu, Ankara’da hortladı aniden. ‘Din afyondur!’u Konya’ya dayatmak zoraki nikahtı.
Duvarlar yıkıldı. İki Berlin birleşti. Çavuşesku’dan geriye, Bükreş zindanlarından yükselen çığlıklar kaldı. Lakin orak el değiştirdi. Yerli malı siyasi, bit pazarına düşen orak’a sahip çıktı. Asimetrik savaş sürüyordu.
Çekiç gibi indin, kamusal alana(!) Yaradan’ın mülkünden yaradılanı kovmak ancak senin mesleğindi. Lat, Menat, Uzza, Hubel aşkına; Athena, Europa, Ezop, Olimpos aşkına, öz vatanına sığdırmadın inananı!
Örs demire değince dağlar erirmiş. Kurt hakanı emzirirmiş. Yok artık! Dünyayı devirirmiş. Eski tüfek kurt unuttu da sana bıraktı, tozlanmış masalları. Adına ‘Ergenekon’ dedin; vatanseverlikti, diğer adı(!)
Nasıl buldun, buluşturdun! Nerden tanırdı, savcı gazeteciyi, otelci matbaacıyı, benzinci savaş ağasını, sanatçı sanayiciyi…?
Maaşı halktan alıp, hesabı pentagon’a vermek acıtmadı mı içini?
Balyoz’u Nemrut’a, Nil’i Firavun’a sor, iyi bilirler!… Balyozla randevusu varmış Nemrut’un, acısı dinsin diye. Sineğe boyun eğen, ilahlık taslıyordu, halkına…
“Nil’in suyu benim!” diyordu Firavun. Benim dediği, boğdu bıraktı, ibret olsun diye kıyıya.
…………………………
Tarih bazen lazım olur. Evrenin bilgisini sunar, Hayat Kitabı. Bugün, umudun yeşerdiği gün olsun. Saatler yarım kalan fethe ayarlı.
İçerdekine haber uçur: “Dün nerdeydim, bugün nerde!” diyor mu?
Dışardaki, “Sıra bende mi?”nin hesabını yapıyor mu?
Ah’ı alınan analar, yetim bırakılan yavrular, gencecik dul kadınlardır onları kodese sokan…
Hücrenin dar penceresine bakıp:
“İyi ki de yakalanmışız, 250 bin yurttaşa kürek cezası, depremin bile yıkamadığı camiye suikast, sonra bir velvele, bir debdebe, bir gaile… Vahşi Batı’yı bile kıskandırmışız, anlaşılan! Sahi biz kimin…?” derler mi acaba?
Sor bakalım, sana sorulmadan önce…
Tarık Sezai Karatepe