Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, her türlü siyasi ve ideolojik etkiden arındırılmış bir yargı için reforma ihtiyaç olduğunu söyledi. Yargıyı ideolojik vesayet altında tutmaya çalışanların bağımsızlık ve tarafsızlıktan en çok rahatsız olanlar olduğunu vurgulayan Kılıç, kamuoyunun dikkatinin yoğunlaştığı önemli davalarda birbiriyle çelişen ve toplum vicdanını ikna edecek hiçbir gerekçeye dayanmayan, günaşırı farklı kararların ortaya çıkmasının yargıya olan güveni temelden sarsacak görüntüler olduğunu belirtti.
Anayasa Mahkemesi'nin 48. kuruluş yıl dönümü törenine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal, Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcıları Cemil Çiçek ile Bülent Arınç, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Danıştay Başkanı Mustafa Birden, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu ile bazı yüksek yargı üyeleri ve davetliler katıldı.
Törende Anayasa Mahkemesi'ne seçilen yeni yedek ve asil üyeler and içti. Başkan Kılıç tarafından kisveleri giydirilen üyeler, protokol sırasında oturan davetlilerle tek tek tokalaştı. Anayasa Mahkemesi'nin 48. kuruluş yıl dönümünü töreninde konuşan Kılıç, Anayasa değişikliğinden yargının iş yüküne ve tutuklamalara kadar birçok konuda dikkat çekici açıklamalarda bulundu.
Cumhuriyetin 87, Anayasa Mahkemesi'nin 48 yaşında olmasına rağmen hala yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve sorumluluğunun konuşulmasından üzüntü duyduğunu dile getiren Kılıç, tüm olumsuzlukların kaynağında insan ve ona bağlı nitelikler olduğunu söyledi.
Kastının yargı mensuplarının canını acıtmak değil, yargının canını acıttığı insanların bilmesi gereken sorunları ortaya koymak olduğunu vurgulayan Kılıç, yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı, adil yargılanma ve sorunlarla dolu işleyişine ilişkin konularda toplumun çok ciddi kaygısı, endişesi ve şikayeti olduğunu savundu.
Bu çığlıklara sebep olan sorunları konuşmadan üstünü örtmenin ve ötelemenin ancak hastalıklı bir hukuk devletinin böyle devam etmesinden çıkar sağlayanların bilinçli bir yöntemi olabileceğini vurgulayan Kılıç, insan onuru ve hukukun üstünlüğü temeline oturan tarafsız ve güçlü bir yargı sisteminin toplumun hayat sigortası olduğunu belirtti.
Yargının sorunlarının korkuya ve öfkeye kapılmadan konuşulmasını isteyen Kılıç, "Farklı görüşler arasında olması gereken diyaloglar kurularak sorunlara çözüm projelerini toplumun beğenisine sunacağız. Herkesin, ifade özgürlüğünü sonuna kadar kullanarak yargıyla ilgili hissettiği acılarını bizimle paylaşmalarına imkân tanıyacağız. Sorunlara çözüm önerileri getirmek yerine suçlamayı tercih eden önyargılı ve saplantılı ideolojik itiraz sahipleri, haklı ve isabetli çözümlerin hayata geçmesini engellemektedirler. Yargı, sorunlarına ilişkin özeleştirisini yapma cesaretini göstererek çözüm yollarını doğrudan topluma önerebilmeli, çocukluk dönemine ilişkin hastalıklarından kurtulma zamanının geldiğini anlamalıdır. Bağımsızlığa ve tarafsızlığa teslim olmayı reddedenler ayakta kalamayacaklardır. Demokratik bir hukuk devleti olma mücadelesini işimizden, eşimizden arta kalan zamanlarda değil, tüm varlığımızla sürdürmedikçe yolumuz çok ama çok uzayacaktır." dedi.
"YARGIYI İDEOLOJİK VESAYET ALTINDA TUTMAYA ÇALIŞANLAR, BAĞIMSIZLIK VE TARAFSIZLIKTAN RAHATSIZ"
Yargıyı ideolojik vesayet altında tutmaya çalışanların bağımsızlık ve tarafsızlıktan en çok rahatsız olanlar olduğunu vurgulayan Kılıç, şöyle devam etti: "Her konuda farklı düşünebiliriz, ancak yargının tarafsızlığı konusunda herkesin ittifak etme zorunluluğu vardır. Esasen yargıcın sahip olduğu inançlarını, siyasi görüşlerini, ideolojisini, özetle kutsallarını kararlarına yansıtması çözülmesi gereken en ciddi bağımlılık sorunudur. Bu bağımlılık karşı düşünceyi tahrik etmekte, başka bir yanlışa, farklı bir bağımlılığa davetiye çıkarmaktadır. Yasama, yargı ve yürütme gücünü kim kullanırsa kullansın, yasal güvencelerin arkasına saklanarak hukuk dışı yöntem ve yollarla ülkeyi, demokrasiyi ve cumhuriyeti kurtarma düşüncesinden vazgeçmelidir. Toplumun geleceğe dair korkuları yıllarca istismar edilerek kullanılmış, hukuk dışı davranışların, işkencelerin, faili meçhullerin meşru zemini oluşturulmaya çalışılmıştır. 'Kurumlar yıpranmasın' anlayışının arkasında ülkeye nasıl bir bedel ödettirildiğinin farkında olduğumuzun bilinmesi gerekir. Hangi kurum veya kuruluş mensubu olursa olsun hukukun dışına çıkan bir eylemi sabit olduğunda, onu koruma ve kollama çabaları yerine, bedelini kendisinin ödemesine imkân sağlanması halinde kurumların yıpranması önlenmiş olacaktır. Yargı ise bu bedeli ödetme ve hesap sorma makamıdır. Başka bir anlatımla, yargı gelecek kuşaklara kapanmamış hesap bırakmaması gereken bir güçtür. Yargı bu hesabı görmeye başladığında elindeki adalet terazisinin ayarını bozarsa toplumun güven duygusunu kaybedecektir. Verdiği kararlarla toplum vicdanını sakinleştiremeyen yargının, hakkını arayanların hukuk dışı yöntemlerle sorunu çözme eğilimlerini güçlendireceği açıktır."
"CEZAEVLERİNDEKİLERİN YÜZDE 52'Sİ TUTUKLU"
Türkiye'de yargının tarafsızlığından ve bağımsızlığından şikâyet edenlerin sosyal profiline bakıldığında ciddi bir eksen kaymasının gerçekleştiğini gördüklerini ileri süren Kılıç, yıllardır soruşturma ve kovuşturma hukukunun haksız ve ölçüsüz uygulamalarına konu olmuş olayları ve insanları görmezlikten gelenlerin her ne olduysa bugün yargıdan en çok şikayet eden konuma geldiklerini söyledi.
Oysa hukuk dünyasının yargılanan kişilerin itibarı, makamı, unvanı ve rütbesi ile asla ilgilenemeyeceğini vurgulayan Kılıç, ancak uygulamaların bunu teyit etmediğini belirtti. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'nün 2009 yılı sonundaki verilerine göre ülke genelinde cezaevlerinde yatan hükümlü ve tutuklu sayısının 116 bin civarında olduğunu kaydeden Kılıç, bunun 60 bini tutuklu, 56 bininin ise hükümlü olduğunu ifade etti.
Bu sayının toplamda yüzde 52'sinin tutuklu olduğunu anlatan Kılıç, "Bir başka deyişle cezaevlerinde yatanların yarıdan fazlası tutukludur. Çağdaş ülkelerle kıyas edilemeyecek kadar tutuklu barındıran ülkemizdeki bu tablo kimseyi rahatsız etmez iken, itibarlı, rütbeli, makam sahibi insanlar bu sayıya dâhil olduklarında yargıçların tarafsız olmadığı, usul yasalarının yanlış ve yanlı uygulandığı iddiaları söylenir hale geldi. Doğru olanı ise hiçbir ayırım gözetilmeksizin yüzde 52 olan tutuklu oranının sorgulanmasıdır. Usul yasalarına göre, belli koşullarda uygulanması gereken tedbir niteliğindeki tutukluluğun erken cezalandırma yöntemine dönüşmesi insan onurunda onarılması güç yaralar açmaktadır. Tutuklulara karşı olan dostluk ve husumet bu gerçeği söylemeye engel olmamalıdır. Zira insan onuru, sadece imtiyazlıların ve itibarlıların değil, insan olma ortak paydasına sahip, kayıtsız şartsız herkesin taşıdığı temel bir değerdir. Bu değerin yaşatılması tarafsız bir yargının güvencesi altında gerçekleşebilir. Ancak, yargı bağımsızlığını, taraf olduğu değerlerin sığınağı olarak kullananlar yargı güvencesini topluma hissettiremezler. Unutulmamalıdır ki, taraflı ve bağımlı bir yargının hiçbir dönemde kazananı olmamıştır." diye konuştu.
"YARGIDAKİ OLUMSUZLUKLAR AİHM'İ CAZİP VE ZORUNLU KILIYOR"
Türk halkının bugünkü yargı düzeninden şikâyetçi olduğuna dikkat çeken Kılıç, hangi yüksek yargı kuruluşunun kaç kişiden oluştuğunun, nasıl seçildiği tartışmalarının onları doğrudan ilgilendirmediğini savundu. Toplumun haksızlıklara karşı tek sığınak olarak gördüğü yargısından aldığı kararın zamanı, sürati, etkisi ve kararı veren hâkimin tarafsızlığı konularında kendini doğrudan ilgili gördüğünü ve şikâyet ile mutsuzluklarını da bunlar üzerinde yoğunlaştırdığını dile getiren Kılıç, etkin, süratli, tarafsız ve bağımsız bir yargı konusunda yaşanan olumsuzlukların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikâyet yolunu cazip ve zorunlu kıldığını belirtti.
Avrupa Mahkemesi'nin verdiği ihlal kararlarının büyük bölümünün adil yargılanma ilkesine aykırılık üzerine kurulduğu gerçeğinin de toplumun şikâyetini teyit eder nitelikte olduğunun altını çizen Kılıç, şu istatistik bilgileri verdi: "2009 yılı itibariyle Yargıtay Başkanlığı'nın iş yüküne bakıldığında, ceza dairelerinde geçen yıllardan devirlerle birlikte 520 bin, hukuk dairelerinde 480 bin ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda ise 600 binin üzerinde olmak üzere toplam 1 milyon 600 bin civarında dava dosyasının bulunduğu Yargıtay'ın kayıtlarından anlaşılmaktadır. 2008 yılındaki verilere göre, bir ceza davasının başlamasından kesinleşmesine kadar geçen ortalama süreler incelendiğinde; savcılıklarda 346 gün, ceza mahkemelerinde 258 gün, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Yargıtay'ın ceza dairelerinde 838 gün olmak üzere toplam bin 442 gün yani ortalama tam 4 yılsonunda ceza davalarının kesinleşerek sonuçlandığı görülmektedir. Yargıtay Ceza Dairelerinde 2009 yılı sonu itibariyle 15 bin civarında dosyanın zamanaşımına uğradığı bakanlığın istatistik kayıtlarından saptanmıştır. Danıştay Dava Dairelerinde 2008 yılı sonu verilerine göre, 250 bin civarındaki dosyanın ancak yüzde 39'unun sonuçlandığı dikkate alınırsa yüzde 60 oranında dosyaların ertesi yıla devredildiği açıktır. Anayasa Mahkemesi ise 2005 yılından 2010 yılı Nisan ayına kadar kendisine intikal etmiş, itiraz ve iptal davaları ile yüce divan ve parti kapatma davaları dâhil toplam 873 dosyanın 750'sini karara bağlayarak kalan 123 dosyanın bu yıl sonuna kadar bitirilmesi için gerekli planlamaları yapmıştır."
"SİYASİ VE İDEOLOJİK ETKİDEN ARINDIRILMIŞ BİR YARGI SİSTEMİ KURULMALI"
Yargının bağımsızlık ve tarafsızlığı konusunda yaşadığı sorunlar bir an için göz ardı edildiğinde vatandaşların adil yargılanma konusunda yaşadığı acıları ifade eden yeterli verilerin olduğu açıkça görüldüğünü ifade eden Kılıç, bu gerçekler karşısında Türkiye'nin bu yargı sistemi ile çağdaş hukuk devleti niteliğini yakalamasının asla mümkün olmadığını vurguladı.
"Halkımızın mutluluğu adına uygar dünya ile bütünleşmiş, her türlü siyasi ve ideolojik etkiden arındırılmış, hızlı ve etkin bir yargı sisteminin kurulması için acil bir yargı reformunun yapılması zorunluluk haline gelmiştir." diyen Kılıç, "Nitekim Avrupa Birliği (AB) ilerleme raporlarında da bağımsız, tarafsız, etkin ve hızlı bir yargının gerekliliğine işaret edilmiş, Türkiye ise Katılım Ortaklığı Belgeleri'nde bu engelleri ortadan kaldırmak için söz vermiştir. Yargı sürecinde oluşan adalet dağıtımındaki bu aşırı gecikme acil çözüm üretmeyi zorunlu kılmaktadır. Yüksek yargı mensuplarımızın donanımları, bilgi birikimleri ve deneyimleri bu sorunlara çözüm bulmaya fazlasıyla yeterlidir. Ancak, bu birikimlerden sorunların çözümü için yeterince faydalanılmadığı da bir gerçektir. Uyuşmazlıkların yargıya intikal etmesinden önce öngörülecek çözüm yollarının yetersizliği ve yargılama aşamalarında ara kademelerin hayata geçirilemeyişi, yüksek yargı organlarına başvuru sayısındaki artışın ciddi nedenleridir. Çeşitli hukuk sistemlerinde alternatif çözüm yolları bağlamında müzakere, arabuluculuk, anayasal dayanağı olan çeşitlendirilmiş tahkim ve ombudsmanlık gibi uygulamalar yargıya intikal etmeden önce uyuşmazlıkların çözümünde önemli katkılar sağlayacaktır." şeklinde konuştu.
1960 sonrasında Amerika ve Almanya'da yapılan yargı reformu kapsamında özellikle çevrenin ve tüketicinin korunması, haksız rekabet, iş hukuku, cinsiyet ve ırk ayrımı gibi alanlarda hayata geçirilen 'grup davaları' yönteminin yargı düzenine kazandırılmasını isteyen Kılıç, hukuka aykırılıklara karşı benzer davaların toplulaştırılmasını sağlayan bu sistemin dava giderleri ve görülme zamanı yönünden hak aramayı kolaylaştırdığı gibi usul ekonomisine sağladığı imkân nedeniyle mahkemelerin iş yükünü önemli ölçüde hafifleteceğini ileri sürdü.
"YARGIDA ŞEFFAFLIK DÖNEMİ AÇILMALIDIR"
Yüksek yargıda seçim telaşının olmadığı günlerin sayılı olduğunu anlatan Kılıç, seçim sisteminin gereği olan ziyaretlerin, görüşmelerin, kulislerin yargıda ciddi zaman kaybına neden olduğuna dikkat çekti.
Seçim psikolojisinin yargı mensupları arasında mevcut olan ilişkiler üzerindeki belirleyici etkisinin gruplaşmayı ve ayrışmayı da beraberinde getirdiğini anlatan Kılıç, şöyle devam etti: "Yüksek yargıdaki bu seçim sisteminin objektif kriter ve meslek ilkelerine dayalı çözüm yolları ile yeniden düzenlenmesi ve seçimlik görevlerin sayısının azaltılması yargının tarafsızlık ve bağımsızlık sorununa ciddi katkı sağlayacaktır. Yargıda şeffaflık dönemi açılmalıdır. Türk milleti adına karar verenlerin bunu nasıl oluşturduğunu milletin görme ve bilme hakkı vardır. Bu nedenle TBMM'de olduğu gibi Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere, Yargıtay ve Danıştay'ın Genel kurullarındaki görüşme ve müzakerelerin kayda alınması, tutanakların kamuoyuna açıklanması veya önemli görüşmelerin herkese açık olması sağlanmalıdır. Aleniyet ilkesi, toplumun geleceğine yön veren çok önemli kararların alındığı bu kurullardaki görüşmelerin gizliliğinin haklı gerekçelerini ortadan kaldırmaktadır. Öte yandan, gerek bakanlığın, gerekse yüksek yargı organlarının kürsü hâkim ve savcıları üzerinde oluşturduğu korku ve kaygılar giderilmedikçe bağımsızlıktan söz edilemez. Zira tarafsızlığı da sağlayacak olan bağımsızlık yargıcın zihnindeki beklentilerin, yüreğindeki kaygıların giderilmesiyle mümkündür."
"GÜNAŞIRI FARKLI KARARLAR, YARGIYA GÜVENİ TEMELDEN SARSAR"
Toplumun yargıyı nasıl algıladığının yargının mensupları tarafından merak edilmesi gerektiğini vurgulayan Kılıç, "Bize yakın ya da ötekine yakın hâkim ve mahkeme ayırdının söyleme dönüşmesi yargının da, hukuk devletinin de çöküş habercisidir. Kamuoyunun dikkatinin yoğunlaştığı önemli davalarda birbiriyle çelişen ve toplum vicdanını ikna edecek hiçbir gerekçeye dayanmayan, günaşırı farklı kararların ortaya çıkması, yargıya olan güveni temelden sarsacak görüntülerdir. Yargı mensuplarının sorunları ve yargının geleceğine ilişkin konularda faaliyet göstermek üzere dernek kurmak ve buna katılmak Anayasamızın ve uluslararası belgelerin güvencesi altındadır. Hâkim ve savcıların da bu güvence kapsamında örgütlenme hak ve özgürlüklerini kullanması yadırganamaz. Derneklere ilişkin bu hakların sınırları da aynı Anayasa ve uluslararası belgelerde gösterilmiştir. Son yıllarda yargı mensuplarının kurduğu dernek ve birliklerin yaptıkları faaliyetlerin bazı sorunları da beraberinde getirdiği yaşanan bir gerçektir. Dernek kurma ve buna üye olma hakkı bağlamında hâkim ve savcıların, güvenlik güçlerinin, din adamlarının yaptıkları görev itibariyle toplum içindeki özel konum ve duruşları bunların haklarını kullanırken daha özenli ve sınırlı davranmayı zorunlu kılmaktadır. Yargıç derneklerinin toplumun tüm sorunlarıyla ilgili, öneri, görüş ve düşünce açıklamaları yargının tarafsızlığı ile doğrudan ilgilidir. Açıklanan görüş ve düşünceler baz alınarak derneklerin farklı siyasi zeminlere oturtulması, yargının siyasallaşması kapsamında ciddi bir tehlikedir. Farklı dünya görüşleri yansıtan derneklere üye olma konusun da hâkim ve savcıların esasen endişe ve sorunlar yaşadığı da bir gerçektir. Bu nedenle örgütlenme özgürlüğünün bağımsızlık ve tarafsızlığı olumsuz yönde etkilemeyecek şekilde hâkim ve savcıların sadece mesleki sorunları ile ilgili sınırlı bir yapıya kavuşturulması zorunluluk arz etmektedir." dedi.
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ, TEPKİSEL DÜŞÜNCELERE DAYANMAMALI
Halkın iradesini emanet etmediği odakların hazırladığı ve bu nedenlerle de evrensel değerlerin, ilkelerin, ölçülerin esas alınmaması sonucunda Anayasanın sıkça değiştirme ihtiyacı ile karşı karşıya kaldığını ifade eden Kılıç, konumları itibariyle üzerinde yorum yapamadıkları son değişiklik projesiyle ilgili şu temennisini dile getirdi: "Bağımsızlık ve tarafsızlık konularında ciddi sorunları olan yargı sistemimizde yapılacak değişikliklerin, tepkisel düşüncelere dayanmaması ve niteliği farklılaşmış yeni bir tarafsızlık ve bağımsızlık sorunu doğurmaması en büyük dileğimizdir. Anayasalar, toplumdaki bütün farklılıkları ortak bir payda da buluşturarak bir arada yaşamayı sağlayan ve her sosyal kesimin katıldığı toplumsal bir sözleşme olarak tanımlandığına göre, bir araya gelmiş siyasi düşünce sahipleri ile kültür ve inanç gruplarının eğilim ve beklentilerine cevap veren bir anayasa oluşturulması ihtiyacı açıktır. Esenliğe kavuşmamızın yolu bu farklılıkların eşitlik ve barış temelinde buluşturulmasından geçmektedir. Çoğulcu ve çoğunlukçu niteliği bulunan demokratik rejimlerde 'bir sayı fazla ise hepsi benim' biçimindeki sayısal üstünlük anlayışı, temel hak ve özgürlükler alanında asla geçerli olmayan bir ilkedir. Azınlıkta kalan kesimlerin temel hakları da sayıların üstünlüğüne bağlı olmaksızın demokrasinin ve hukuk devletinin güvencesi altındadır. Devletin temel yapısını, yönetim biçimini, devlet organlarının birbirleriyle olan ilişkilerini, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen Anayasaların içeriği kadar, yasalaşma yöntemi de demokratik rejimin dokusuna uygun katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü bir süreci yansıtması her yüreğin temennisi ve beklentisidir."
"SİYASET GERİLİM YARATMA SANATI DEĞİLDİR"
Siyaset kurumunun iç işleyişindeki olumsuzlukların Türkiye'nin hayati derecede önemli sorunlarının çözümünü güçleştirdiğini savunan Kılıç, "Oysa demokratik bir rejimde siyaset sorun yaratmak değil, sorunları çözme sanatı olarak tarif ediliyor. Siyasetin gerilim yaratma sanatı olmadığını görmek halkımızın en doğal hakkıdır. Toplumun en masum sorunlarının bile ideolojik bir bakıştan geçirildikten sonra 'rejim krizine' dönüştürülmesi, 'siyasal ayrışmanın' keskinleşmesini besleyen en önemli kaynaktır. Zira yaratılan siyasi gerilim bireyleri taraf olmaya zorlamakta, yanlış da olsa ait olduğu siyasi kesimin doğrularını inatla savunmaya mecbur bırakmaktadır. Çağdaş dünya uygulamaları ile örtüşmeyen demokrasi, laiklik ve hukuk devletine ilişkin sorunlarımıza yeterli derinliğin kazandırılamaması, devlet aygıtı içinde hukuk dışı yapılanmaların derinlik kazanmasına neden olmuştur. Tüm hukuk dışılıklara rağmen olgunluğundan, vakarından ve onurundan hiçbir şey kaybetmeden olayları büyük bir soğukkanlılıkla takip eden yüce halkımızın varlığı en büyük şansımız olmuştur. Tahrikler, tehditler ve siyasi rant hesapları farklı yaşamların farklı kültür sahiplerinin bir arada yaşama bilincini ve kararlılığını ortadan kaldırmaya yetmemiştir. Bu güzelliklerin karşılığı halkımıza verilmelidir. Halkın beklentisi, çözüm projeleri üzerinde anlaşma sağlanamasa bile, siyaset önderlerinin demokratik bir zeminde buluşması ve sorunların konuşulabildiğini göstermesidir. Bunu beceremeyenler bilin ki barış üretemezler." diye konuştu.
"BİZE ÖZGÜ MODELLER SORUNLARI ÇOĞALTIYOR"
Hukuk devleti, demokrasi ve laiklik gibi evrensel değerlerin genetik yapısının değiştirilerek 'bize özgü modeller' oluşturulmasının sorunları çoğaltmaktan başka sonuç doğurmadığını dile getiren Kılıç, ancak sürmekte olan tartışmaların, eleştiriler ve yeni paradigmaların bu evrensel değerlerin orijinalini arama bağlamında umut verici gelişmeler olarak değerlendirildiğini vurguladı.
Anayasa yargısını ilgilendiren boyutu ile temel insan hakları ve özgürlükleri alanında yaşanan küreselleşme, hukuk sistemlerinde de bütünleşme dönemini getirdiğini anlatan Kılıç, şunları söyledi: "Çoğulcu, özgürlükçü, katılımcı, demokratik bir düzende yaşama bilinci bütünleşme ve dayanışmayı önemli ölçüde zorunlu kılmaktadır. Bu birliktelik çağın dışında kalan görüş ve düşünceleri sorguluyor, değiştiriyor ve doğal insan onuruna aykırı ne varsa ezip geçiyor. En önemlisi de karanlık ve derin dünyaların tüm hukuk dışı eylemleri aydınlanmakta, egemen olan otoriter düzenler demokratik alana kayarak yer değiştirmekte, farklı kültür, inanç ve yaşayışların 'kökünü kazıma' anlayışı yerini demokratik sabır ve olgunluğa bırakmaktadır. Ülkemizde temel hak ve özgürlükler ile rejim sorunlarının tartışıldığı bir dönemde, dünyada ikinci, üçüncü, hatta dördüncü kuşak haklara ilişkin yaşanan önemli gelişmeler, halkımıza sunulan refah ve mutluluk seviyesindeki yetersizliği net bir şekilde ortaya koymaktadır."
"ONURLU İNSAN, GÜÇLÜ TÜRKİYE"
Atatürk'ün temellendirdiği Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile tutunmuş herkesin düşüncelerini, inançlarını ve duygularını dolu dolu yaşamaları için gerekli zemini oluşturmanın demokratik bir hukuk devletinin en temel ödevi olduğunun altını çizen Kılıç, böyle bir devletin ise yeni sorunlara eski cevaplarla karşılık verme hakkı olmadığını kaydetti.
Çağı yakalama inancıyla hazırlanmış, evrensel değerlerle örtüşen ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuksal çözüm önerileri insan onurunu yücelten en aziz toplum projeleri olduğunu vurgulayan Kılıç, son söz olarak "Onurlu İnsan, Güçlü Türkiye." diyerek gelecek yıllarda demokrasi ve hukuk devletinin evrensel değerlerini yakalamış bir Türkiye'de buluşma temennisinde bulundu.