Seçimde tek aday, Abdullah Gül'dü. Ancak eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun, "Cumhurbaşkanlığı seçimi için Meclis'te 367 vekilin bulunması gerekir." tezini kabullenen CHP, oylamaya katılmadı.
DYP ve Anavatan da son anda Meclis'i boykot etti. Oylamaya 361 vekil katılırken, Gül, 357 oy aldı. Toplantı yeter sayısı 367'yi bulmadığı iddiasıyla CHP, oylamayı Anayasa Mahkemesi'ne taşıdı. Ancak beklenmeyen gelişme, saat gece yarısı 23.17'yi gösterirken yaşandı. Genelkurmay, internet sitesinden yayınladığı bildiri ile sürece müdahale etti. Hükümet, e-bildiriye hemen ertesi gün yüksek sesle cevap verirken, alınan erken seçim kararından sonra AK Parti sandıktan yüzde 46,6 ile çıktı. Halk 22 Temmuz seçimlerinde muhtıraya sert bir cevap verdi.
Bundan önce 3 darbe ve bir de postmodern darbeye maruz kalan Türk demokrasisi, 3 yıl önce bugün farklı bir müdahaleyle karşılaşıyordu. 27 Nisan'da diğerlerinden farklı olarak Genelkurmay'ın internet sitesinden yapılan açıklamadaki ana eksen, cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden 'laiklik' hassasiyetlerinin dile getirilmesi yönündeydi. Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, çeşitli illerde Kur'an okuma yarışmalarının düzenlenmesi, dinî sohbetlerin yapılması ve ilahilerin söylenmesinden yola çıkılıyor, bunlar gerekçe gösterilerek siyasî iki konu üzerinde duruluyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve laiklik hassasiyetleri üzerine odaklanan bildiride, "Son günlerde cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişeyle izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, TSK, bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur." ifadeleri dikkat çekiyordu. Genel kanaate göre ise bunun nedeni belliydi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve TBMM Başkanı Bülent Arınç'tan sonra devletin tepesindeki bir numaralı makam olan cumhurbaşkanlığı koltuğuna da hem AK Partili hem de eşi başörtülü bir isim oturmak üzereydi.
Halk, cevabı Sandıkta verdi
Nisan ayı başında kendini hissettiren cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki gerginlik, 24 Nisan'da Abdullah Gül'ün adaylığının kesinleşmesi üzerine son noktasına ulaşmıştı. Bundan sonraki tüm hareketlilik ise 27 Nisan gününde yaşanıyordu. CHP, seçimin birinci tur oturumunda toplantı yeter sayısı 367'yi bulmazsa Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini söylemişti. Dönemin Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu o gün arkadaşlarını parti merkezinde tutmuş ve oylamaya göndermemiş, sadece Miraç Akdoğan ve Hasan Özyer gidip oy vermişti. DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ise, yanına milletvekillerini alarak yaptığı basın açıklamasında Meclis'e girmeyeceklerini söylemiş, ancak Ümmet Kandoğan oylamaya katılmıştı. Bu ortamda yapılan seçimde, 361 vekilin katıldığı ilk oylama aynı günün akşamı CHP tarafından Anayasa Mahkemesi'ne taşınmıştı. Bunların üzerine de muhtıra kapıyı çalmıştı. Cemil Çiçek aracılığıyla ertesi gün 15.15'te muhtıraya cevap veren hükümet ise, Genelkurmay Başkanı'nın Başbakan'a bağlı ve sorumlu olduğunu hatırlatıyordu: "Başbakan'a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı'nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez."
Cumhurbaşkanlığı seçiminin 1. turunda toplantı yeter sayısı olan 367 sayısına ulaşılamadığı gerekçesiyle CHP tarafından yapılan itiraz başvurusunu değerlendiren Anayasa Mahkemesi, 1 Mayıs 2007 tarihinde kararını verdi. Yüksek Mahkeme, CHP'yi haklı bularak seçimlerin birinci turunu iptal etmişti. Bu gelişmeler üzerine bir taraftan erken seçim kararı alınırken bir taraftan da cumhurbaşkanının 5 senede bir doğrudan halk tarafından seçilmesi önerisi getirildi. Halk, 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan seçimlerde, seçilmiş iktidar olarak AK Parti'ye ve milletin özgür iradesine yapılan bu müdahaleye cevabı sandıkta veriyordu. AK Parti'nin oyları yüzde 46,6'ya yükselmişti. Arkasından yapılan referandumda ise cumhurbaşkanını halkın seçmesi yüzde 69 oyla kabul edildi.