Hacca gitmek üzere çok söz söylenebilir, söylenmiştir. Ama bir de hacca gidememek var ki, üzerinde çok az durduğumuz bir meseledir. Hacca gidenler çok şey anlatır da, onun hasretiyle yanıp tutuştuğu halde gidemeyenlerin sessiz çığlıkları var ki, daha fazla şey anlatır duyabilenlere. Hac aslında gidenler için de sırasını bekleyenler için de doyumsuz bir özlemdir. Bu özlem gönüllerden ve gözlerden yaşları zamanlı zamansız akıtıverir.
İlim ve İrfandergisi Ekim sayısında, dosya konusu olarak mübarek vakitlerin, haccın ve kurbanın manasını işliyor. Dergi, ibadetlerin ve hayatın manevi yönüne yaptığı vurgusuyla gönüllere hitap etmeye devam ediyor.
“Hac, bir mahşer tecrübesi” şiarıyla çıkan dergi, haccı manevi boyutuyla kalplerde yaşatıyor, kurbanın da Allah’a ve birbirimize yaklaşmamız için bir vesile olduğunu hatırlatıyor.
Gözümüzde de gönlümüzde de “oralar” var
Hac ve kurban merkezli oluşturulan dosya kapsamında, İbrahim Tenekeci, “Hacca Gitmek”; Prof. Dr. Ali Akpınar, “Haccı ve Kurbanı Hayatımıza Taşımak”; Hamza S. Toprak, “Hac Allah’ın Ahlakıyla Ahlaklanmaktır”; Doç. Dr. Selahaddin Yıldırım, “İnsanlık Veda Hutbesine Kulak Vermeli” ve Dr. Veysel Akkaya, “Gönlü Kâbe Bilmek” başlıklı yazılarıyla dergiye derinlik ve zenginlik katıyor.
Ünlü şair İbrahim Tenekeci, annesinin hacca gitmesinden yol çıkarak haccın bu topraklarda oluşturduğu berrak, mübarek ve engin maneviyat iklimini anlatıyor. Annesinin, pasaportun üzerindeki resmi mühürlere bakarak bile oraların heyecanını yüreğinde hissettiğini ifade eden İbrahim Tenekeci, aslında gözyaşlarına boğulan bu gözün bizim kadim medeniyetimize ait olduğunu şöyle vurguluyor: “Bu göz, tamamiyle kadim medeniyetimize, milletimize, yani bize aitti. O muazzam Surre alayları, en zor zamanımızda bitirilen Hicaz demiryolu, Fahrettin Paşa'nın türlü yokluklarla sürdürdüğü Medine savunması, Hırka-i Şerif Camii, canımız bildiğimiz kutsal emanetler, Peygamber Efendimiz için yazılan şiirler, erkek adı olarak en çok Mehmet'in tercih edilmesi... Hepsi, bu gözün ve gönlün ayrılmaz bir parçasıydı.”
Prof. Dr. Ali Akpınarise, haccı ve kurbanı sadece bu ibadetleri yaptığımız mekanlarda bırakmayıp hayatımıza taşımanın öneminin anlatıyor. “Gönlümüzü Rahman’a, beynimizi irfana, dilimizi burhana, malımızı ihvana, canımızı nirana, oğlumuzu kurbana sunabilmeliyiz. İşte böyleleri için kurban, kurbiyet olacaktır.” diyen Akpınar, ibadetin hayatımıza yansımasının önemine işaret ediyor.
Dr. Veysel Akkayaise, haccın manevi boyutlarını ve sufilerin haccını merkeze alarak oluşturduğu yazısında, “Kâbe tasavvufta vuslat makamı olarak bilinir. Hacılar Kâbe için, âşıklar da Kâbe'nin Rabbi için ihrama girerler. Hacılar Kâbe’yi, âşıklar Hakk’ı tavaf ve ziyaret eder.” diyor.
Dosya konusuyla bağlantılı olarak Kâmil Yeşil çok farklı bir hikayeyle çıkıyor okur karşısına ve kurban olmanın bir nasip işi olduğunu vurguluyor.
Şeyh Muhammed Haznevi’nin ardından
Merhum Şeyh Muhammed Haznevi Hazretleri, 22 Ekim 2005’te aramızdan ayrıldığında ardında sağlam bir Nakşibendi-Haznevi kolu ve milyonlarca gözyaşı bıraktı. “Salih Alimler Ümmetin En Güçlü Sütunlarıdır” başlıklı yazısında Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi babası ve şeyhi Muhammed Haznevi’yi anlatıyor. Yazıda çok hassas bir noktaya dikkat çeken Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi, “Bu ümmetin hali; ilim, fazilet ve salah ehline saygı göstermeden düzene girmez. Bu olmadan sorunlarını aşıp da ayağa kalkamaz. Bu ümmet, onlarla oturup dostluklarını sürdürmez, onlardan bilgi almaz, nasihatlarını dinlemez ve onların Peygamber Efendimizden aldıkları yolda yürümezse ıslah olmaz. Kardeşlerim! Büyüklerden uzaklaşmak, onların meziyetlerini ve güzel özelliklerini inkar etmek, onları unutmak, parlak hizmetlerini eleştirip kötülemek, Müslümanları, dinlerinden ve yaratıcılarına ibadet etmekten uzaklaştıran büyük felaketlerdendir.” diyor.
Şeyh Muhammed Haznevi’yi anma merkezli iki yazı daha dikkat çekiyor dergide; Mazhar Salih, “Bir Mürşid-i Kâmil: Şeyh Muhammed Haznevi” ve Selim Haşimoğlu, “Şeyh Muhammed Haznevi’nin Ardından” başlıklı yazılarıyla salih bir alim ve kâmil bir mürşid olan Muhammed Haznevi’nin aziz hatırasını sevenlerinin gönlünde yeniden diriltiyor.
Derginin bu sayısında, tasavvuf sahasının önemli isimlerinden Prof. Dr. Necdet Tosun, müceddid, alim ve sufi olan İmam Rabbani Hazretlerini ve tesirlerini anlattığı bir yazısıyla yer alıyor. Nakşibendiliğin halen devam eden bir tarikat olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Necdet Tosun, başta Hindistan ve Pakistan olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde, İmam Rabbani Hazretlerinin kurduğu Nakşibenlik tarikatıyla varlığını devam ettirdiğine işaret ediyor.
Dergi bu sayısında Said Yavuz imzalı yazıyla Afrika’dan hareketle vicdanlara sesleniyor. “Müslümanın Önündeki Sınav Kâğıdı: Afrika” başlıklı yazı, kalbimizi ve vicdanlarımız bir kez daha Afrika İslam coğrafyasına çeviriyor: “Zalim bir sahipsizlik her yerde kol geziyor. Çoğunluğu Müslüman Burkina üzerinde hesap yapanları gördükçe Türkiye’de aldığımız nefeslerin hesabını nasıl vereceğimiz geliyor aklımıza.” Yazı bir vicdan sorgulamasına ve taşan bir kalbe ne kadar ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor.
Kemal Özer, sağlıksız kırtasiye malzemelerine dikkat çekerek anne-babaları bir kez daha uyarıyor; siz doğruyu seçtikçe çocuğunuz da bunu seçecektir.
İlim ve İrfandergisi yeni döneminde okuruna Ailemiz eki ile sürpriz yapmıştı. Ekim sayısında da Ailemiz, sıcacık yazı ve çizgileriyle hanımların ve çocukların ellerinden düşürmeyeceği bir ek olarak dergiyle birlikte okura ulaşıyor.