Başbakan Ahmet Davutoğlu, Akil İnsanlar Heyeti’yle Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde saat 12.00’de bir araya geldi. Akil İnsanlar Heyeti toplantısına katılan Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, kendisine ayrılan sürede önemli konu başlıklarını Başbakan Davutoğlu ve Akil İnsanlar Heyetiyle paylaştı. Toplantı da Gündoğdu ayrıca, kökten ve kalıcı çözüm için hazırladığı kapsamlı bir raporu Başbakan Davutoğlu’na sundu.
Gündoğdu konuşmasında, “Akil İnsanlar Heyeti’nin yeniden bir araya gelmesi, durum değerlendirmesi, Çözüm İradesine ve Çözüm Sürecine yönelik millet desteğine vurgu yapacak pozisyon alması son derece önemlidir” dedi. Süreç hakkındaki görüşlerini toplantıda açıklayan Gündoğdu, “Çözüm iradesi ve sürecinin hayata geçirilmesinden sonra, doğrudan terör eylemleri kaynaklı ölümlerin olmaması ve şehit cenazesi gelmemesi gibi psikolojik eşiğin aşılmasını kolaylaştıran ve inancı artıran ara sonuçlar da, Çözüm Süreci’nin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Önemi her geçen gün daha da artan Çözüm süreci, kararlılıkla ve ortak iradeyle sürdürülmelidir. Ancak, Çözüm Sürecine yönelik olarak kendisini “Kürtlerin tek temsilcisi” olarak konumlandırma çabaları sergileyen kişi, örgüt ve partilerin bu çabalarının karşılık bulduğu algısının oluşması, sürecin istenilen seviyeye ulaşmasını engellemiştir” diye konuştu.
TARİHİ UYARILAR
“6-7 Ekim olayları, Çözüm Süreci kapsamında sorumluluk alan ve özne kabul edilen kişi, kurum, siyasi oluşum, platform ve sivil toplum örgütlerinin sayısının artırılması gerektiğini ortaya koymuştur” diyen Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “Bu kapsamda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızın kendisini ifade etmesine aracılık yapan bütün kurumlar, kuruluşlar, platformlar Çözüm Sürecinin partnerleri haline getirilmeli, herhangi bir kişi, parti ya da oluşumun Kürt kökenli vatandaşların tek temsilcisi olduğu algısına kesinlikle izin verilmemelidir” uyarısında bulundu.
Gündoğdu konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Terör örgütün silahlı eylem kapasitesini hala elinde bulundurması, dağ kadrosunu arttırma faaliyetleri, son dönemde yaşanan sokak eylemleri ve ölümle sonuçlanan terör faaliyetleri, Sürece yönelik karşıtlık ve tepki zemininin oluşturulmasına neden olmaktadır. Çözüm Süreci’nin devamı, çözüm sürecinde Devletin muhatap aldığı kişi, kurum ve örgütlerin hem şiddet dilini, hem şiddet aparatlarını hem de şiddet aracı olan silahı bırakmasıyla mümkündür. Terör örgütünün silahları bırakması(teslim etmesi), Çözüm Sürecinin devamının ön şartıdır.”
GENİŞ KATILIM SAĞLANMALI
Çözüm sürecinin hayati bir öneme sahip olduğunun altını çizen Gündoğdu, “62. Hükümetin Programının temel paradigması “Yeni Türkiye”dir. Yeni Türkiye iddiası ve hedefi; “kurucu irade” sorumluluğu yüklenmeyi de içeriğinde barındırmaktadır. Bu noktada, Çözüm Süreci’nin; “Yeni Türkiye” iddiasının olmazsa olmaz ve son derece önemli halkasını oluşturduğu bilinciyle hareket edilmelidir. Yeni Türkiye’nin çok kültürlü toplumsal hayat, eşit yurttaşlık ve katılımcı demokrasi üzerine bina edilmesi zorunluluğu karşısında, Çözüm Süreci de benzer şekilde olabildiğince yüksek sayıda toplumsal kesimin katkı ve katılımına ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş sürecinin siyasi liderliğini üstlenen Birinci Meclis’in yapısına benzer bir kurucu iradenin oluşması da hedeflenerek, Çözüm Sürecinin “Devlet/Hükümet/İktidar Partisi” ve “Örgüt ya da bir siyasi parti” arasındaki bir diyalog süreci temelinde yürütüldüğü yönünde oluşturulmak istenen algıya hem soyut hem de somut düzlemde izin verilmemelidir” şeklinde konuştu.
KALICI ÇÖZÜM İÇİN SOMUT ÖNERİLER
Toplantıda somut öneriler de sunan Gündoğdu, “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Kapsamında Yürütülecek Çalışmalara İlişkin Esaslar” kapsamında oluşturulan ve bütün üyeleri kamu temsilcisi olan “Çözüm Süreci Kurulu”nun üyeleri arasında konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin yer almasını sağlayacak bir değişiklik mutlaka yapılmalıdır. Meclis’te temsil edilen siyasi partiler başta olmak üzere bütün siyasi partilerin Sürece yönelik görüş, öneri ve eleştirilerinin belirli aralıklarla alınmasını sağlayacak koordinasyon ve diyalog süreci oluşturulmalıdır. Özellikle yakın dönem öncesindeki çatışma ortamının, derin devlet uygulamalarının küçük yaşlarda mağduru olan 35 yaş altı kitleye yönelik daha kapsamlı bir çalışma yürütülmelidir. Çözüm Sürecinin işleyişine yönelik olarak; İslami hassasiyeti yüksek, muhafazakar ve mütedeyyin siyasi aktörlerin, derneklerin, vakıfların, fiili varlıklarını devam ettiren tekke ve dergahların, kanaat önderlerinin Çözüm Sürecinde aktif rol almasını sağlayacak bir işleyişin ve çözüm paydaşlığı kitlesinin oluşması sağlanmalıdır. Son dönemde üniversitelerde “karşıt görüşlüler” kavramı üzerinden bir kamplaşma ve çatışma ortamı oluşturulduğu da göz önüne alınarak; Çözüm Sürecine yönelik akademik ilgi ve katkının sağlanmasında başta bölge illerindekiler olmak üzere üniversitelerin ve akademik camianın katkısı ve katılımı sağlanmalıdır. Alevi vatandaşlarımızın hukuki, siyasi ve mali beklentilerini ifade etmesine devlet erkiyle konuşmasına zemin hazırlayan “Alevi Çalıştayları” son derece önemli bir işlev görmüştür. Alevi Çalıştaylarının sonuçlarının hayata geçirilmesine yönelik adımların atılması, Çözüm Süreci açısından da yüksek motivasyon üretecektir” dedi.
Çözüm Sürecinin; özgürlüklerin garanti altına alınmasıyla sınırlı olmayıp güvenliğinde en üst düzeyde sağlanması hedefini içerdiğini hatırlatan Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “Bu nedenle, terör örgütü ve bileşenlerinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde devlet otoritesini zafiyete uğratmaya dönük eylemlerine izin verilmemelidir. Devlet otoritesinin varlığı “ceberrut” bir kimlik olarak değil “özgürlüklere garantör bir tutum” olarak ortaya konmalı ve bu amaçla özgürlüklerin devlet otoritesi kaynaklı ihlali sonucunu doğuracak uygulama ve düzenlemelerden de özenle kaçınılmalıdır. Çözüme yaklaşıldığı inancının zirve yaptığı bir süreçte başta Diyarbakır olmak üzere örgüt tarafından kimi il ve ilçelerden çocuk ve gençlerin dağ kadrosuna katılması hedefiyle kaçırılması, Çözüm Sürecine yönelik en önemli negatif tavırların başında gelmektedir. Bu yöndeki algının değişmesi ve terör örgütünün Çözüm Sürecine sadakatini ortaya koyması için Diyarbakırlı Annelerin çağrısına cevap verilmeli ve çocuklar ailelerine teslim edilmelidir” şeklinde konuştu.
YENİ ANAYASA TALEBİ DİLE GETİRİLDİ
Gündoğdu sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Yeni Türkiye iddiası ve hedefi ortak bir üst akla ve yüksek sorumluluk alacak bir kurucu iradeye ihtiyaç duyuyor. Böylesi bir üst aklın ve kurucu iradenin oluşmasının ilk ayağı da hiç şüphesiz Çözüm Sürecidir. Bu noktada başlangıçta da ifade edildiği gibi “Yeni Türkiye” iddiası ve hedefi ortak bir üst akla ve yüksek sorumluluk alacak bir kurucu iradeye ihtiyaç duyuyor. Böylesi bir üst aklın ve kurucu iradenin oluşmasının ilk ayağı da hiç şüphesiz Çözüm Sürecidir. Çözüm iradesinin ve sürecinin oluşumuna destek veren birlikteliğin kapsamı genişletilmeli, “Kurucu İrade” sorumluluğuyla bu birliktelik; “Yeni Türkiye” hedefinin siyaseten ve hukuken en önemli aşamasını ve yol haritasını oluşturacak “Yeni Anayasa”nın yapımını ve yazımını da gerçekleştirmelidir.”
***
ÇÖZÜM İÇİN OLMAZSA OLMAZLAR
Toplantı da Gündoğdu ayrıca, kökten ve kalıcı çözüm için hazırladığı kapsamlı bir raporu Başbakan Davutoğlu’na sundu.
İşte o rapor:
Türkiye, otuz yıllık terör ve ona bağlı olarak gelişen sorunların kökten ve kalıcı bir şekilde çözümüne yönelik siyasi ve toplumsal iradeyi gecikerek de olsa hayata geçirmiştir. Çözüm Süreci, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ile hayata geçirilen çözüm iradesinin ürünüdür.
Çözüm süreci, bu sürecin varlık nedenini oluşturan sorunların etkilediği bütün toplumsal kesimlerin ve nihayetinde bireylerin katkı ve eleştirisine açık bir hazırlık ve planlama aşamalarıyla istenen seviyede toplumsal desteğe sahiptir.
Çözüm sürecinin en önemli ayaklarından biri, farklı ideolojilere, görüşlere ve paradigmalara sahip insanların bir araya gelmesiyle oluşturulan Akil İnsanlar Heyeti’dir.
Akil İnsanlar Heyeti tarafından yürütülen çalışmalar, milletin Çözüm Süreci’ne bakışını, süreçten beklentilerini ve çözüme yönelik farklı kesimlerin kırmızı çizgi algılarını belirlemek ve bütün bunlara dair esnek bir bakış açısı oluşturmak bakımından önemli bir işlev görmüştür. Türkiye’nin bütün illerinde ve büyük ilçelerinde gerçekleştirilen etkinliklerle, toplumda sorunların diyalogla, diyalogla üretilen üst-ortak akılla çözülebileceği algısı kuvvetlendirilmiştir.
Heyetin her biri farklı bölgelerle ilişkilendirilen grupların, yürüttükleri çalışmaların sonuç verisi olarak hazırladıkları raporlar; çözümü hayata geçirmenin sorunu devam ettirmekten daha kolay olduğu, çözümün mümkün olduğu anlayışının milletimiz tarafından da büyük oranda benimsendiğini ortaya koymuştur.
Bütün bunların yanında, çözüm iradesi ve sürecinin hayata geçirilmesinden sonra, doğrudan terör eylemleri kaynaklı ölümlerin olmaması ve şehit cenazesi gelmemesi gibi psikolojik eşiğin aşılmasını kolaylaştıran ve inancı artıran ara sonuçlar da, Çözüm Süreci’nin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur.
Sürecin belirlendiği şekilde işletilmesi ve olumlu sonuçların alınmasından sonra 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” Meclis tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu Kanunla birlikte, Çözüm süreci yasal bir zemine kavuşmakla kalmamış bu süreçte siyasi ve hukuki sorumluluk alanlara ilişkin yasal güvencelerin oluşturulması da sağlanmıştır. Kısa sayılabilecek bir sürenin sonunda da Bakanlar Kurulunca “Çözüm Süreci”nin somut uygulama alanlarına yönelik idari düzenleme mahiyetindeki “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Kapsamında Yürütülecek Çalışmalara İlişkin Esaslar”ın 1 Ekim tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla birlikte Süreç, hem yasa koyucu iradenin hem de siyasi iktidarın belirlediği bir hukuki zeminde yürütülme imkanına kavuşmuştur.
Bütün bu gelişmeler olumlu olmakla birlikte, çok yakın siyasi geçmişte Gezi Parkı, 17-25 Aralık girişimleri, 30 Mart seçimleri, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve komşu ülkelerde yaşanan kaos ortamı ve sınırımızın çok yakınına kadar ulaşan, buna bağlı olarak gelişen iç savaş ve çatışmaların varlığı, Çözüm Sürecine yönelik somut ve toplumsal ikna oluşturacak adımların istenilen seviyede atılmasını da engellemiştir.
Diğer taraftan, Çözüm Sürecine yönelik olarak kendisini “Kürtlerin tek temsilcisi” olarak konumlandırma çabaları sergileyen kişi, örgüt ve partilerin bu çabalarının karşılık bulduğu algısının oluşması da Sürecin istenilen seviyeye ulaşmasını engellemiştir.
Ayrıca, “Çözüm Süreci’nin sabotaj ve provakasyonlara açık” ve “Sürecin pamuk ipliğine bağlı” olduğu algısını kuvvetlendirecek eylemlerin varlığı ve son dönemde gerçekleştirilen terör eylemleri, esasen Çözüm iradesi ve sürecinin ne kadar elzem olduğunu gösteren bir tespiti de içinde barındırmaktadır.
Çözüm Sürecinin hukuki zeminini sağlamaya dönük yasal ve idari düzenlemelerin yürürlüğe girdiği ve iki önemli seçim sürecinin mevcut siyasi istikrarın devamı yönünde millet iradesi oluşarak tamamlandığı bir dönemin hemen akabinde Türkiye sınırları dışında gerçekleşen olaylar, savaşlar, iç çatışmalar ve örgüt içi çekişmeler üzerinden Çözüm iradesine ve sürecine zarar verme potansiyelini de içinde barındıran 6-7 Ekim olayları, Çözüm Süreci kapsamında sorumluluk alan ve özne kabul edilen kişi, kurum, siyasi oluşum, platform ve sivil toplum örgütlerinin sayısının artırılması gerektiği yönündeki görüşlerin ne kadar doğru yaklaşımlar olduğunu ortaya koymuştur.
Kobani’de devam eden çatışmalar ve çatışmalara dayalı olarak Türkiye’ye yönelik zorunlu göç dalgası, bütün bunlara dayalı olarak Türkiye’nin devleti ve milletiyle ortaya koyduğu yüksek insani yardım hassasiyeti görmezden gelinerek anonslanan “sokağa çıkın” çağrısıyla gerçekleşen olaylar, Çözüm Süreci’nin doğrudan hayata temas edecek en önemli halkasını oluşturan silahsızlan(dır)ma, silahlı ve şiddet içeren eylemlere son verilmesi aşamalarının ne kadar önemli ve vazgeçilmez kararlar olduğunu bir kez daha teyit etmiştir.
Türkiye’nin iç siyasetindeki yüksek gerginliğin arttırılması planlarının/ beklentilerinin arkasında temelde veya öncelikle Çözüm Sürecini akamete uğratma hedefinin olduğu artık gün gibi ortadadır. Bu bağlamda, siyasi aktörler arasındaki gerginlik yanında toplum kesimleri arasında gerginlik oluşturma çabaları da Gezi parkı ve 6-7 Ekim olayları da bu kapsamda, birilerinin “altın vuruş” eylemleri olarak değerlendirilebilir.
Kobani’de yaşanan çatışmaları ve buna dayalı insani dramları bahane ederek oluşturulan gergin siyasi zemin ve bununla desteklenen sokakların çatışma alanına çevrilmesi hedefli terörize eylemler, Çözüm sürecine yönelik daha etkin, sürekli ve çok taraflı bir diyalog, katılım ve katkı zemininin oluşturulmasını elzem hale getirmiştir.
Bu kapsamda, Çözüm sürecinin başlangıç noktasında etnik kimlik üzerine inşa edilen sorunlar ile bunun üzerinden oluşturulan terör ikliminin bitirilmesi hedeflerinin olduğunu bir kez daha hatırlamakta ve bir daha unutmamakta özellikle fayda var. Bu kapsamda, ülkemiz sınırlarının hemen yanı başında devam eden çatışmalar ve Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesine yönelik uluslararası çok ortaklı siyasi kadastro çalışmalarının bütün vahşeti ve hızıyla devam ettiği bir zaman diliminde, Akil İnsanlar Heyeti’nin yeniden bir araya gelmesi, durum değerlendirmesi, Çözüm İradesine ve Çözüm Sürecine yönelik millet desteğine vurgu yapacak pozisyon alması son derece önemlidir.
Bu anlamda, Çözüm Sürecinin sağlayacağı imkan ve fırsatları, karşı karşıya olduğu risk ve tehlikeleri dile getirmek son derece önem arz etmektedir. Diğer taraftan, süreçte gelinen noktanın ve süreç kapsamında kurulan diyalogların, Sürecin taraflarının, iktidar partisi dışındaki siyaset kurumu öznelerinin eleştiri ya da karşı çıkışlarının, medyanın bu süreçteki konumunun, Sürecin aktörü haline getirilmesi gereken kişi, kurum ve oluşumların ve diğer bazı hususların açık bir şekilde, toplumda güven duygusu ve olana dair şeffaflık ve olması gerekene dair belirlilik oluşturacak şekilde tespit edilmesi ve ortak bir bilinçle, yüksek katılımlı bir istişareyle tanzim edilmesi ve bütün şeffaflığıyla mutlaka ortaya konması gerekiyor.
Bu çerçevede;
* 62. Hükümetin Programının temel paradigması “Yeni Türkiye”dir. Yeni Türkiye iddiası ve hedefi; “kurucu irade” sorumluluğu yüklenmeyi de içeriğinde barındırmaktadır. Bu anlamda, “Yeni Türkiye’nin kurucu iradesi”; siyasi, sosyolojik ve kültürel açıdan çok sesliliği, çok taraflılığı, çeşitliliği ve katılımcılığı esas alan bir anlayışın hakim kılınmasını gerektirmektedir. Bu noktada, Çözüm Süreci; “Yeni Türkiye” iddiasının olmazsa olmaz ve son derece önemli halkasını oluşturduğu bilinciyle hareket edilmelidir. Bu noktada, “kurucu irade nelerden kaçamaz”, “nelerden kaçınmalı”, “neleri öngörmeli ve harekete geçirmeli” sorularına da birlikte cevap aranmalıdır.
* Yeni Türkiye’nin çok kültürlü toplumsal hayat, eşit yurttaşlık ve katılımcı demokrasi üzerine bina edilmesi zorunluluğu karşısında, Çözüm Süreci de benzer şekilde olabildiğince yüksek sayıda toplumsal kesimin katkı ve katılımına ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş sürecinin siyasi liderliğini üstlenen Birinci Meclis’in yapısına benzer bir kurucu iradenin oluşması da hedeflenerek, Çözüm Sürecinin “Devlet/Hükümet/İktidar Partisi” ve “Örgüt ya da bir siyasi parti” arasındaki bir diyalog süreci temelinde yürütüldüğü yönünde oluşturulmak istenen algıya hem soyut hem de somut düzlemde izin verilmemelidir. Bu kapsamda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızın kendisini ifade etmesine aracılık yapan bütün kurumlar, kuruluşlar, platformlar Çözüm Sürecinin partnerleri haline getirilmeli, herhangi bir kişi, parti ya da oluşumun Kürt kökenli vatandaşların tek temsilcisi olduğu algısına kesinlikle izin verilmemelidir.
* Çözüm Sürecinin, “Milli Birlik ve Kardeşlik” ya da son yasal düzenlemelerde tercih edilen şekliyle “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünlüğün Geliştirilmesi” hedeflerine ulaşılacağı inancının oluşması ve pekişmesinin öncelikli gerek şartı; terör örgütünün silahı bırakması, silahlı eylemlerine son verdiğini ve bunlara ilişkin denetime açık olduğunu deklare ederek çözüme hazır hale gelmesidir. Çözüm Sürecinin artan bir ivmeyle millet desteğine sahip olmasının en büyük nedeni, silahlı terör eylemlerinin ve şehit cenazelerinin olmayışıdır. Bu anlamda, kaç kişinin veya hangi aralıklarla gerçekleştiğinin önemi olmaksızın terör ve şiddet olaylarına dayalı ölümlerin ya da şehit cenazelerinin, Çözüm Sürecinin büyük zorluklarla elde ettiği mevcut toplumsal desteğin büyük oranda kaybına neden olacağı gözden kaçırılmamalıdır.
* Çözüm iradesinin asli sahibi konumunda olan Türkiye Cumhuriyeti devleti, hukuk devleti ve buna ilişkin aparatlar sayesinde çözüme ilişkin soyut düzenlemeleri ve somut uygulamaları bağlamında denetlenebilir, eleştirilebilir ve karşı çıkılabilir konumda iken süreçte muhatap alınan terör örgütünün ve bileşenlerinin şeffaf ve saydam olmayan yapısı, son dönemde ortaya çıkan çoklu lider yapısı ve farklı sesler, terör örgütü üzerinde çözüm iradesi kaynaklı toplumsal baskının oluşturulmasına da engel olmaktadır. Aynı sürecin içerisindeki farklı yapıların bu konumu, çözüme ilişkin siyasi ve psiko-sosyal baskının sadece belirli bir tarafta oluşmasına neden olmaktadır. Bu durumun oluşturduğu negatif etkiler mutlaka giderilmelidir.
* 6551 Sayılı Kanunun hükümlerinde kullanılan ibareler, Çözüm Süreci’nde yürütülen eylem ve faaliyetlerle ilgili olarak bu süreçte görev alan kişi ve kurumlar aleyhine hukuki, idari ve cezai sorumluluk yüklenemeyeceği yönündedir. Yasanın bu ifade tarzını tercih etmesi, sürecin mevcut kanunlarda yer alan hükümler bağlamında “suç” ya da “kabahat” işlemeden yürütülemeyeceği algısı oluşturmaktadır. Özellikle, kamu görevlileri ve üst düzey bürokratlar olmak üzere Çözüm sürecine yönelik üstün gayretleri bulunanların ödüllendirilmesine (mutlak maddi olmak zorunda değil manevi de olabilir) yönelik bir hükümle, yasa koyucu iradenin Çözüm sürecine ve bu süreçte üst düzey sorumluluk alanlara önem/fırsat verdiği yönünde bir algı oluşturulması daha doğru bir yaklaşım olur.
* 6551 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (ç) bendinde “Bu Kanun kapsamında yapılan çalışmalar ile alınan tedbirlere ilişkin kamuoyunun doğru ve zamanında bilgilendirilmesini sağlar.” Hükmüne yer verilmekle birlikte, kimi kesimler “Çözüm sürecinin bir görünmeyen ajandasının olduğu” yönünde değerlendirme yapmakta ve kamuoyu da sürece dair bütün eylem ve çabalar hakkında yeterince bilgilendirilmediği algısına sahiptir. Bu nedenle, Kanunun bu hükmünün özellikle sağlıklı bir zeminde işletilmesi ve periyodik aralıklarla ve yüksek bir özgüven içerisinde Sürece dair olumlu ve olumsuz hususları içeren bir raporlama yapılarak kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
* Çözüm Sürecine yönelik eleştirilerin ve tepkilerin, toptancı bir yaklaşımla “Çözüm Sürecine karşı çıkmak” şeklinde suçlanma nedeni yapılması yönündeki zaman zaman sergilenen tavırdan mutlaka vazgeçilmelidir. Benimsenen yöntemi, hayata geçirilen uygulamaları veya işletilen diyalog süreçlerini eleştiren hatta bütün bunları sürece karşı çıkma gerekçesi olarak kullanan kişi ve kurumlar mutlaka sabırla dinlenmeli ve “akil bir ikna ve izah süreci” işletilerek eleştirilerin dikkate alındığı algısı oluşturulmalıdır.
* Çözüm Süreci’nin “Yeni Türkiye” hedefinin en önemli başlıklarından biri olduğu sadece Devlet erkleri tarafından değil konunun doğrudan muhatabı olan bütün kişi ve kurumlar tarafından mutlaka dile getirilmelidir. Bu amaçla, Sürecin çok paydaşlı bir zeminde yürütülmesine yönelik olarak bazı yasal ve idari düzenlemelerde mutlaka değişiklik yapılmalıdır. Bu hedefle, konuya ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı eki “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Kapsamında Yürütülecek Çalışmalara İlişkin Esaslar” kapsamında oluşturulan “Çözüm Süreci Kurulu”nun üyeleri arasında konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin yer almasını sağlayacak bir değişiklik mutlaka yapılmalıdır.
* Öncelikle Meclis’te temsil edilen siyasi partiler olmak üzere bütün siyasi partilerin Sürece yönelik görüş, öneri ve eleştirilerinin belirli aralıklarla alınmasını sağlayacak koordinasyon ve diyalog süreci oluşturulmalıdır.
* Çözüm Sürecine yönelik uygulamaların, düzenlemelerin ve çabaların, 7’den 70’e bütün vatandaşları kapsaması doğru olmakla birlikte bütün bu eylem, söylem ve çalışmaların mutlaka yaş grupları dikkate alınarak gruplandırılmasına ve çeşitlendirilmesine özen gösterilmelidir. Özellikle yakın dönem öncesindeki çatışma ortamının, derin devlet uygulamalarının küçük yaşlarda mağduru olan 35 yaş altı kitleye yönelik daha kapsamlı bir çalışma yürütülmelidir. Sokak eylemlerinde varlık gösteren kitlenin önemli bölümünü oluşturan bu kitlenin eşit vatandaşlık, çok kültürlü ortak yaşam ve kendisi olabilme gibi kavram ve değerlere yönelik inancını artıracak hukuki, siyasi, ekonomik ve kültürel çalışmalara mutlaka ağırlık verilmelidir. Bu anlamda, yerel medya unsurları kullanılarak, doğrudan sürecin ürünü olan gelişmelere, iyileştirmelere yönelik farkındalık ve umut artırıcı bir kamuoyu aydınlatma süreci işletilmelidir. Bu çerçevede, çocuklara ve gençlere yönelik Kürtçe yayın yapan tematik ulusal kanallar oluşturulmalıdır. (Örneğin Kürtçe yayın yapan bir çocuk kanalı vb.) Bunun yanında, olayların içerisine çekilme baskısıyla karşı karşıya kalan çocukların ve gençlerin, bu baskılara direnmesine dayanak oluşturacak rol model kimliklere vurgu yapmak gerekir. Bu meyanda, Türkiye’nin özgürleşmesine, sivilleşmesine katkı veren ve bu anlamda bedel ödeyen terörü, şiddeti reddeden makul-makbul kişilerle temas etmeleri sağlanmalıdır.
* Ağırlıkla bölgede teşkilatlanan ve bölge illerindeki vatandaşlara yönelik siyasi söylem geliştiren partilerin, dernek ve vakıfların tamamının süreçte etkin rol almasını sağlayacak bir diyalog süreci işletilmelidir. Bu kapsamda, siyasi iktidar ve ilgili kurumlar bu konumdaki parti, kurum ve oluşumları sürecin aktörü konumuna getirecek çalışmalar ivedilikle gerçekleştirmelidir.
* Çözüm Sürecinin işleyişine yönelik olarak dile getirilen en önemli eleştirilerden biri; İslami hassasiyeti yüksek, muhafazakar ve mütedeyyin siyasi aktörlerin, derneklerin, vakıfların, fiili varlıklarını devam ettiren tekke ve dergahların, kanaat önderlerinin Çözüm Sürecinde aktif rol almasını sağlayacak bir işleyişin ve çözüm paydaşlığı kitlesinin oluşturulmamış olmasıdır. Bu eleştiriye yönelik bir tespit çalışması yapılmalı ve bu tespitler ışığında kamuoyunun da bilgi sahibi olacağı şekilde diyalog, paylaşım ve istişare süreçleri ilgili kişi ve kurumlarla işletilmelidir. Bu yolla, Çözüm Sürecine katılması, katkı sunması gereken taraf konumuna sahip öznelerin sayısı artırılmalı, geçmiş zaman diliminde sorunların mağduru/parçası olanların çözüm iradesinin paydaşı olması da sağlanmalıdır.
* Çözüm Sürecine yönelik akademik ilgi ve katkının sağlanmasında başta bölge illerindekiler olmak üzere üniversitelerin ve akademik camianın katkısı ve katılımı sağlanmalıdır. YÖK’ün bu anlamda bir koordinasyon ve sosyal sorumluluk algısı üretmeye dönük bir anlayışı uygulamaya koyması ivedilikle sağlanmalıdır.
* Farklılıkları olmakla birlikte önemli bir oranda Çözüm Sürecine benzer bir içeriğe ve işleyişe sahip olan ve alevi vatandaşlarımızın hukuki, siyasi ve mali beklentilerini ifade etmesine devlet erkiyle konuşmasına zemin hazırlayan “Alevi Çalıştayları” son derece önemli bir işlev görmüştür. Bu Çalıştaylar, başlangıçta karşı çıkanlar dahil toplumun büyük kesimin takdirini de kazanmıştır. Ancak, Çalıştaylar sonucunda elde edilen veriler ve üzerinde uzlaşılan konulara bağlı olarak somutlaştırılması gereken uygulama ve mevzuat değişiklikleri aynı şekilde hayata geçirilmemiştir. Alevi Çalıştaylarının sonuçlarının hayata geçirilmesine yönelik adımların atılması, Çözüm Süreci açısından da yüksek motivasyon üretecektir.
* Çağımızın iletişim ve algı çağı olduğu göz ardı edilmeksizin hem ulusal hem de yerel düzeyde yayın yapan medya kuruluşlarının, Çözüm sürecini doğrudan ya da dolaylı ilgilendiren olay ve durumlara ilişkin haber ve yorumlarında destekleyici ve motive edici bir dil kullanmasını sağlayacak şeffaflık ve psiko-sosyal paydaşlık uygulamaları hayata geçirilmelidir.
* Çözüm Sürecine yönelik millet desteğinin arkasındaki en önemli gerekçe; silahlı terör eylemlerinin son bulmasıydı. Şehit cenazelerinin gelmeyişi ve bölge halkının günlük hayatını olağan şekilde sürdürmesini engelleyen çatışma ortamının bitmesi bu desteğin daha da artmasını sağlamıştır. Ancak, örgütün silahlı eylem kapasitesini hala elinde bulundurması, dağ kadrosunu arttırma faaliyetleri, son dönemde yaşanan sokak eylemleri ve ölümle sonuçlanan terör faaliyetleri, Sürece yönelik karşıtlık ve tepki zemininin oluşturulmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, Çözüm Sürecinin sağlıklı bir zeminde işlemesinin, toplumsal desteğin devamının ve artmasının ön koşulu örgütün herhangi bir şart ve geniş bir zaman öngörüsü olmaksızın silahsızlanmasıdır. Daha keskin bir söyleyişle, Çözüm Süreci’nin devamı, çözüm sürecinde Devletin muhatap aldığı kişi, kurum ve örgütlerin hem şiddet dilini, hem şiddet aparatlarını hem de şiddet aracı olan silahı bırakmasıyla mümkündür.
* 6-7 Ekim olaylarına yönelik tespit ve teşhislerin ortaklaştığı noktalardan birisi, Çözüm Süreciyle birlikte daha görünür kılınan “Özgürlüklerden korkmayan ve Özgürlükleri teminat altına alan Devlet” fotoğrafının aksine “güvenliği sağlamada yetersiz kalan devlet” fotoğrafının varlığıdır. Devlet ve kamu otoritesinin akameti uğratıldığı ve bu boşluğun örgüt tarafından doldurulduğu yönündeki algı, Sürece yönelik en büyük risktir. Bu anlamda, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi illerinde devlet kurumlarının bütününün yüksek bir işbirliği içerisinde ve sürekli diyalog işleterek, hem özgürlüklere teminat sağlayacak hem de siyasi, ekonomik ve kültürel hayatın olağan akışını sağlayacak bir güvenlik zeminini sağlaması gerekmektedir. Bu anlamda, bireysel ve toplumsal güvenliğin tehdit altında olduğu algısı uyandıracak bütün örgütsel faaliyetlere son verilmeli ve bu sürecin sağlıklı şekilde devamı için gerek şart olarak kabul edilmelidir. Devlet otoritesinin varlığı “ceberrut” bir kimlik olarak değil “özgürlüklere garantör bir tutum” olarak ortaya konmalı ve bu amaçla özgürlüklerin devlet otoritesi kaynaklı ihlali sonucunu doğuracak uygulama ve düzenlemelerden de özenle kaçınılmalıdır.
* Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi illerinde Suriye ve Irak’ta devam eden çatışma/savaş ortamına bağlı olarak misafir edilenlerin, bölgede güvenlik riski oluşturmayacak bir içerikle hayatlarını sürdürmesinin sağlanması da Çözüm Sürecini dolaylı olarak olumlu etkileyecek unsurlardan biridir. Bu kapsamda, oluşturulan Çadır veya Konteyner kentlerde kalan misafirlerin toplumsal hayata intikalleri ve günlük hayatın olağan akışını etkilemeksizin güven içinde barınmalarının sağlanmasına yönelik her türlü tedbir mutlaka alınmalıdır. Suriye ve Irak’taki karışıklıklar nedeniyle bölge illerinde misafir edilenlerin insani yaşam şartlarının iyileştirilmesi noktasındaki sorumluluğu tek başına Devletin üstlenmesini beklenmemelidir. Bu alanda, sivil toplum örgütlerinin, yardım kuruluşlarının ve gönüllü teşekküllerin destek ve yardımları kamu kurum ve kuruluşlarının koordinesinde ve yol göstericiliğinde sağlanmalıdır. Memur-Sen olarak, bu alanda son olarak Kobani’den gelen misafirlerimize yönelik olarak 7 Bin Battaniye ve 3 Bin Yatak dağıttık. Bölge illerindeki şubelerimiz ve temsilciliklerimizin beslenme, barınma ve giyim konusundaki yardımları rutin şekilde devam ediyor. Konfederasyon olarak sınır ülkelerindeki karışıklığa dayalı olarak ülkemize sığınanlara ve halen ülkesinde zor şartlarda yaşayanlara yaptığımız yardımlar 1 Milyon Türk Lirasının üstündedir. Biz, bu konudaki yardım girişimlerimizi devam ettiriyoruz. Büyük ülke olmanın, büyük ülkenin sivil toplumu örgütü olmanın, büyük bir medeniyetin müntesibi olmanın sorumluluğunun da büyük olduğu bilinciyle hareket ediyoruz, etmek zorundayız.
* Son dönemde gerek yazılı gerekse görsel basında ve kimi siyasi aktörlerin beyanlarında Abdullah Öcalan’ın konumuna ilişkin değişikliği gidilebileceği/gidilmesi gerektiği yönünde ifadelere yer verilmektedir. Çözüm sürecinin sağlıklı bir zeminde işletilmesinin ön şartlarından biri, bu Sürecin varlığını zorunlu kılan sorunları doğuran kişi ve kurumlara herhangi bir taviz verilmediğine ilişkin bir duruşun ortaya konmasıdır. Bu anlamda, bu ve benzeri beyanların, kamuoyu önünde tartışılmasında eleştiri, görüş ve önerilerin ifadelendirilmesinde azami özen gösterilmesi yönünde bir hassasiyet sergilenmelidir.
* Çözüme yaklaşıldığı inancının zirve yaptığı bir süreçte başta Diyarbakır olmak üzere örgüt tarafından kimi il ve ilçelerden çocuk ve gençlerin dağ kadrosuna katılması hedefiyle kaçırılması, Çözüm Sürecine yönelik en önemli negatif tavırların başında gelmektedir. Çocukları terör örgütü tarafından kaçırılan çocukların anne-babalarının bir araya gelmesiyle oluşan platformun (Diyarbakır Anneleri), bu kaçırmalara karşı koyduğu tavır vatandaşların Çözüm Sürecine yönelik ilgi, destek ve beklentisinin yüksekliğini ortaya koyması bakımından son derece önemlidir. Süreç öncesinde bu tür eylemleri yapma iradesinin dahi oluşmadığı dikkate alındığında çatışma ortamının ve terör tercihinin büyük bir vatandaş kitlesi tarafından benimsenmediği, bunun da açık ve kararlı bir şekilde eylemlerle ifade edildiği bir durum söz konusudur. Bunun korunması ve aratarak devam etmesi de, Çözüm sürecine yönelik desteğin en büyük garantörüdür. Diyarbakır Annelerinin eylemlerine yönelik olarak kimi yerel yönetimlerin takındığı tavır ve geliştirdiği tepki, Çözüm Sürecinin muhataplarından bir bölümüne dair samimiyet kaygıları da oluşturmuş ve bu kaygı Diyarbakır Annelerinin kararlı duruşları sayesinde toplumsal baskıya da dönüşmüştür. Terörü bitirecek olan ve toplumsal bütünlüğü güçlendirecek olan bu duruşun artması anlamında, Diyarbakır Annelerine çocuklarının teslim edilmesi, Çözüm Sürecine dair samimiyeti ortaya koymak açısından örgüt ve bileşenleri açısından son derece önemli bir fırsattır.
* 6-7 Ekim olaylarında Öcalan’ın söylemleri ile KCK, Kandil ve HDP’nin söylemleri/çağrıları arasındaki farklılık, muhatap belirsizliği gibi bir durum oluşturmuştur. Bu farklılık, sürecin taraflarının iç işleyişine dair kapalılığın da bir risk olarak varlığını devam ettirdiğini göstermektedir. Bunun yanında, Öcalan’la yapılan görüşmelere yüksek önem atfedilmesi, beraberinde Kandil’in iknasına yönelik ayrı bir süreç işletilmesi, Çözüm sürecine ve iradesine zarar verme riski içermektedir.
* Çözüm Süreci’ne başlangıcından bu yana destek veren hatta daha doğru bir ifadeyle böylesi bir sürecin işletilmesine yönelik öncü adımları atan sivil toplum kuruluşlarının hem sürecin doğrudan işleyişine hem dolaylı etki alanlarına yönelik katkı adımları atması sürecin hızla ve hayırla sonuçlanması açısından son derece önem arz etmektedir. Bu anlamda, Türkiye’nin bütün illerinde teşkilatı bulunan ve özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde hemen bütün illerde sendikaları yetkili olan Memur-Sen Konfederasyonu olarak; Çözüm Sürecinin başarılı bir şekilde yürütülmesi ve istenilen şekilde tekemmül etmesi için üst düzey sorumluluk almayı ve öncü paydaş olmayı önemsiyoruz. Bu anlamda, Çözüm Sürecinin topluma anlatılması, buna ilişkin ikna ve izah süreçlerinde sabır, inanç ve kararlılıkla adımlar atılması konusunda kesin ve keskin bir irade ortaya koyduk. Ülkemizin ve milletimizin terörden arınması, devletimizin demokratik hukuk devleti standartlarını hem bireysel hem de toplumsal bazda sağlaması, toplumsal bütünlüğümüzün medeniyet değerlerimizin ifadesiyle milli birlik ve kardeşliğimizin bihakkın sürmesi, sadece ülkemiz ve milletimiz açısından değil bütün dünya mazlumları, bölge ülkeleri ve Ortadoğu’nun huzura kavuşması için elzemdir.
Suriye ve Irak’ta yaşananlar, devam eden çatışma ve savaş ortamı, Kobani’nin durumu ve nihayetinde 6-7 Ekim olayları ile yakın dönemde sergilenen ve sonuca ulaşması engellenen Gezi Parkı ile 17-25 Aralık senaryoları, Çözüm Süreci’nin ülkemiz ve milletimiz açısından ne kadar önemli olduğunu göstermiş ve teyit etmiştir. Bu noktada bir hususun altını özellikle çizmek gerekiyor. Çözüm sürecinin en önemli hedeflerinden biri terörsüz bir Türkiye’dir. Bu anlamda Terör örgütünün elinde silah olduğu sürece, silahlı terör eylemi yapma kapasitesini koruduğu sürece Çözüm Süreci’nin istenen şekilde sonuçlanması bir tarafa yürütülmesi riske gireceği gerçeği yüksek sesle, esnekliğe kapalı biçimde vurgulanmalıdır. Bu nedenle, terör örgütü öncelikle ve mutlaka, silahı bırakmalı, silahlarını teslim etmeli ve Çözüm sürecine katkı ve katılım sağlayacağını bu yolla ispat etmelidir.
Çözüm sürecinin, çok özneli bir birlik ve kardeşlik hedefi içerdiği, Akil İnsanlar Heyetinin yapısından da anlaşılmaktadır. Ancak, bu yeterli değildir. Çözüm Sürecini gerektiren sonuçların ve sebeplerin doğrudan etkilediği kitlelerin, kurumların, inanç ve siyasi grupların da çözüm sürecinde doğrudan özne olarak katılımı ve katkısı sağlanmalıdır. Çözüm sürecinde önemli işlev yüklenen bazı siyasi partilerin sokağı çözüm olarak göstermesini doğru bulmuyoruz. Çözüm sürecini sağlıklı yürütmek ve milletimizin isteği doğrultusunda hayırla sonuçlandırmak için; çözümün sokak değil demokrasi olduğu, çözümün terör değil diyalog olduğu, çözümün kamplaşmak değil çözüm için konuşmak olduğu ortak kararlılığı yansıtacak şekilde mutlaka ifade edilmelidir. Meşru ve hukuk tarafından korunan hak arama yöntemleri desteklenmeli, devlet otoritesi mutlaka sağlanmalı ancak bu otorite geçmişin temel hak ve özgürlüklere gözlerini ve kulaklarını tıkayan ceberut devlet algısını çağrıştırmayacak şekilde tesis edilmelidir. Bölgede etkin kamu hizmetinin ve kamu görevlilerinin hizmet sürekliliğinin sağlanması adına, bölgede görev yapan kamu görevlilerine yönelik pozitif ayırımcılık unsurları hayata geçirilmeli, bölge illerinin sürgün bölgesi olduğu algısı oluşturulmaksızın bölgenin kalkınmasına, huzura kavuşmasına ve nihayetinde Çözüm Sürecinin istendik şekilde tekemmülüne katkı sağlayan bir kamu hizmeti anlayışı ve kamu görevlisi kitlesi bir an önce oluşturulmalıdır.
Bu noktada başlangıçta da ifade edildiği gibi “Yeni Türkiye” iddiası ve hedefi ortak bir üst akla ve yüksek sorumluluk alacak bir kurucu iradeye ihtiyaç duyuyor. Böylesi bir üst aklın ve kurucu iradenin oluşmasının ilk ayağı da hiç şüphesiz Çözüm Sürecidir.