Anayasa değişikliği paketi için yapılacak olan 12 Eylül referandumunun tarihi yaklaştıkça konuyla ilgili yapılan tartışmaların yoğunlaştığı ve sertleştiği görülmektedir.
Çok sert ve yıkıcı bir hayır kampanyası yürüten MHP, CHP ve BDP, anayasa değişikliği paketinin içeriğini topluma açıklamak ve yapılan referandumun önemini anlatarak ülkemizde demokrasinin, sivilleşmenin ve özgürleşmenin gelişimine katkı sunmak yerine, fanatizm ve yıkıcılık boyutunda bir söylem ve kampanya yürütmektedirler. Hayır ve boykot kampanyası yürüten antidemokratik blok, kasıtlı, amaçlı ve sistematik bir şekilde anayasa değişikliği paketinin muhtevasını karartmaya ve önemsizleştirmeye çalışmaktadır. Referandumu basit bir AK Parti karşıtlığına indirgeyerek toplumda AK Parti karşıtlığı temelinde bir 'hayır cephesi' oluşturma stratejisi güden antidemokratik blokun asıl amacı, mevcut statükonun olduğu gibi korunmasından başka bir şey değildir. Statükonun olduğu gibi devamından başka bir amacı olmayan siyasi partilerin yürüttükleri hayır kampanyasının demokrasinin, sivilleşmenin, barışın ve özgürlüğün gelişimine hiçbir katkısı bulunmamaktadır.
Statükoyu olduğu gibi koruma fanatizmiyle sert ve yıkıcı bir hayır kampanyasının yürütüldüğü bugünlerde yapılan tartışmalara ve söylemlere bir farklılık ve derinlik katan yapıcı, barışçıl ve özgürlükçü sivil bir çağrıya tanık olduk. Ülkesindeki demokrasi, özgürlük ve sivillik yoksunluğunun en önde gelen kurbanlarından biri olan Fethullah Gülen Hocaefendi, siyasi parti, etnik köken, din, mezhep, bölge, cemaat ve ideoloji ayrımı yapmadan bütün toplumu demokrasiye, özgürlüğe, hukuka ve barışa sahip çıkmak için sivil bir çağrı yaptı. Hocaefendi'nin çağrısını, salt referandumda 'evet' kullanmaya yönelik bir propaganda materyaline indirgemek ve öyle lanse etmek, bu çağrının sahiciliğini çarpıtan sahte ve yüzeysel bir çaba olur.
Hocaefendi, bugünlerde yapılan kısır, yüzeysel ve verimsiz tartışmaların ötesinde toplumu referandumda 'evet' demeye çağırmıştır. Hocaefendi, referandumda niçin evet denilmesi gerektiğini sadece anayasa değişikliği paketindeki maddelerin ötesinde, onun arkasındaki felsefeyi de ortaya koyarak temellendirmiştir. Başka bir ifade ile Hocaefendi, sadece referandumda 'evet' denilmesini istemekle kalmamakta, 'evet'in arkasındaki ruhun iyi anlaşılması ve özümsenmesi gerektiğini de ifade etmektedir.
Bu bağlamda ortaya şu önemli soru çıkmaktadır: Evet demekle 'evet'in ötesine geçmek ne anlama gelmektedir? Hocaefendi'nin yaptığı bu 'evet' çağrısı, içinde bir 'hayır'ı barındırmaktadır. Toplum, 'evet' demekle kendisini dünyadan koparan özgür ve hak sahibi bireyler olarak yaşamayı kendisine çok gören statükoya hayır diyecektir. Bu 'evet', hiçbir şekilde statükonun olduğu gibi korunmasını değil, statükonun demokrasi, sivilleşme, çoğulculuk, barış ve özgürlük yönünde değişmesini ve evrilmesini öngörmektedir. Hocaefendi'nin yapmış olduğu 'evet' çağrısını, özgür ve hak sahibi insanlar olarak yaşamaya yapılan bir çağrı olarak okumak mümkündür. 12 Eylül referandumunda toplumun evet demek suretiyle demokrasi, çoğulculuk ve hukukla bağdaşmayan statükoya hayır demesi, özgür, onurlu ve hak sahibi insanlar olmak için verilen mücadelede önemli bir milat olacaktır.
Küresel düzeyde bir kanaat önderi olan Hocaefendi'nin referandumda toplumu evet demeye çağırması, hem ülkemiz hem İslam dünyası hem de uluslararası toplum açısından bir dönüm noktasıdır. Hocaefendi, dar milliyetçilik, particilik, cemaatçilik, mezhepçilik kalıplarının ötesinde özgürlük, demokrasi, barış ve hukuk değerleri etrafında bugünün ve yarının inşa edilmesine herkesi aktif olarak katkı sunmaya davet etmektedir. Hocaefendi, kısır, sığ ve verimsiz tartışmalarla enerjimizi tüketmek yerine özgürlüğe, demokrasiye ve hukuka hepimizi aktif olarak sahip çıkmaya davet etmektedir. Hocaefendi, birçok politikacının aksine gelecek referandumu ve seçimi düşünmemekte, 'milletin istikbalini' düşünmektedir. Yapmış olduğu evet çağrısıyla Hocaefendi, özgür, demokrat ve çoğulcu bir toplumda nasıl aktif vatandaş olunabileceğinin önemli bir pratiğini göstermiştir. Sadece dindar bir sivil kanaat önderi olduğu için birçok hak ve özgürlüğü ihlal edildiğinden dolayı ülkesinden hicret etmek zorunda kalan Hocaefendi, demokrasi, hukuk ve özgürlük üzerine titremekte ve bu değerlere hepimizin gözümüz gibi sahip çıkması gerektiğini söylemektedir.
12 Eylül referandumunda hukuk, demokrasi ve özgürlüğe sahip çıkmaya herkesi davet eden Hocaefendi, manifesto niteliğindeki çağrısında şu güçlü ifadeyi kullanmaktadır: "Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda 'evet' oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da.. Ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır." Hocaefendi'nin 'imkân olsaydı da ölülere bile evet kullandırtmak' şeklindeki ifadesi, yaşayanlara 12 Eylül referandumunda evet demenin önemini ve değerini anlatmak içindir. Darbecilik, baskıcılık, zorbalık, egoizm, şiddet ve çıkarcılığa dayanan, yarattığı ETÖ ve JİTEM gibi şiddet örgütleriyle baskı, hile ve cebirle kendisini topluma dayatan statüko, hepimize özgürlük, hukuk ve demokrasiden yoksun bir hayatı layık görmektedir. Aslında Hocaefendi, bize referandumda evet çağrısında bulunmakla aynı zamanda hepimizden bu çağrıda saklı olan çığlığı duymamızı istemektedir. Bu çığlık, özgür ve onurlu bir istikbale sahip olmamızı isteyen bir çığlıktır. Hocaefendi, özgür ve onurlu bir gelecek yerine bize esaret ve sefalet içerisinde karanlık bir geleceği dayatanların oyunlarından ve tezgâhlarından endişe duyduğu için, bu referandumda imkân olsa da ölülere bile oy kullandırtmaktan söz etmektedir. Bu ölü metaforundan yaşayanların ciddi bir ders çıkarması lazımdır. Bu ders de onur, özgürlük ve haklarına sahip çıkan aktif vatandaşlar olarak 12 Eylül referandumunda demokrasiye, hukuka ve özgürlüğe sahip çıkma anlamında 'evet' demektir. Hocaefendi'nin açıklamalarına nezaketsiz bir üslupla cevap veren ve kendisini Türkiye'ye gelip oy kullanmaya çağıranların kendisini vatanından binlerce kilometre uzakta yaşamak zorunda bırakan anti demokratik şartların düzeltilmesi için şimdiye kadar ne yaptıkları da merak konusudur...
Doç. Dr. Bilal SAMBUR / Din ve Hürriyet Araştırmaları Merkezi Direktörü
ZAMAN