Taha KIVANÇ'ın yazısı...
Bu roman asla yazılmayacak
"Demek 20 yıldır bir romanı bitiremedin?" diye takıldı dostum; "Konu sıkıntısı mı çekiyorsun, yoksa yazdıklarını okunur kılmak için entrikalar uydurmakta mı zorlanıyorsun?" merakını da ekleyerek...
Dostuma göre Kulis'te işlediğim konuların herbiri Server Bedi'nin Cingöz Recai serisinden çıkan polisiye maceraları andırıyormuş...
Server Bedi, ünlü yazar Peyami Safa'nın takma adıydı. Siyasî ve kültürel yazıları kadar romanlarıyla da ünlüydü Peyami Bey. Annesi Server Bedia Hanım'dan ödünç almıştı takma adını. 1924-1928 yılları arasında herbiri 16 ile 300 sayfa arasında değişen çok sayıda 'Kibar Serseri Cingöz Recai' macerası yayımlamıştı. O maceralardan bazısı sonraki yıllarda beyazperdeye de yansıtıldı. Beşir Ayvazoğlu, ünlü yazarı her yönüyle incelediği 'Peyami' monografisinde, Cingöz tipi için, Fransız yazar Maurice Leblanc'ın Arsen Lupin tipinden esinlenildiğini vurguluyor.
"Neden 'son yemek' konusunu romanlaştırmıyorsun meselâ?" diye sordu dostum. Beş gazeteciyi Ankara'daki bir lokantada buluşturup aralarında geçen konuşmanın içlerinden birinin çok geçmeden suikasta uğramasına yol açtığını işleyecekmişim romanımda. "Şöyle bir senaryo düşün" dedi. "Sonradan suikasta uğrayacak yazar her zaman netameli konuları kurcalamasıyla bayağı ünlü olsun. Hep birilerinin ayağına basan biri; dolayısıyla da suikastın üzerine yıkılacağı çok sayıda çevre bulunsun..."
Eee...
O gece, beşli buluşmada, yazarın ilgilendiğini daha önce hiç işitmedikleri bir konuyu kurcalamaya başladığını ilk kez öğrenmiş olsunlar meselâ... Terör örgütünün devletle kesişen yolu olarak mı romanıma geçiririm, yoksa devlet adına güç kullanmaya alışmış birilerinin yeni canlar almaya hazırlandığı bilgisi olarak mı, ya da fazlaca gürültü koparacak bir başka konu mu veya hepsi birden mi, artık onu ben bilirmişim...
Kendisine yardımcı olmak için "Dinledikleri şeyler diğer dört yazarı öyle bir dehşete düşürür ki, o sebeple 'Tabancan var mı?' diye sorarlar... Ardından, içlerinden biri, hem o dehşetengiz konuyu, hem de üzerinde tabanca taşıdığını başka bir yerde ağzından kaçırır..." dememle birlikte dostum güldü.
Lokantada buluşan yazar grubundan birinin bombalı bir suikasta uğramasının sebebini böyle açıklamamı istiyor bana yazdırmaya çabaladığı romanda dostum. "Romanda 'tabanca mı, bomba mı?' tartışmasını anlatacağın bölüm bile en az 15-20 sayfa sürer ve heyecanla okunur" da dedi.
Fazla ilgilenmediğimi anlayınca aklımı çelmek için başka teklifler sağanağına maruz bıraktı beni: "Tamam, tamam, daha güncel bir konuyu işle o zaman; hatta 2,5 ay sonra yapılacak seçime kadar kaleme alabilir ve piyasaya çıkmasını sağlarsan, gündeme bomba gibi de düşer..."
Seçime bir yıl kala iktidarda bulunmayan partilerden birinin seçmene yeniden cazip hale getirilmesi için hazırlanan bir projeyi işlemeliymişim romanımda. Bazı konularda sert tutumlu genel başkanı koltuğundan edeceği gibi, iktidar partisinin oylarını aşağıya çekmeyi de amaçlayan bir projeyi... İktidar partisi olan-biteni bir 'proje' olarak görmediği için gafil avlanmalıymış... Seçmenin nasıl olsa yine kendisine teveccüh edeceği inancıyla yanlış bir aday listesi hazırlayabilirmiş sözgelimi.
Bazı sivil toplum kuruluşlarıyla partilerin çıkışları ve vaatleri de iktidarı köşeye sıkıştıracakmış...
"Sen bunlara okurun ilgisini zirveye vurduracak farklı ayrıntılar da eklersin artık" dedi dostum ve ekledi: "İktidar partisinin oylarını aşağı çekecek, konuya ancak bir 'proje' olduğunu bilerek yaklaşabileceklerin hesaplayacağı türden yanlışlıklar... Bir puan oradan, üç puan buradan, beş puan savaştan götürecek..."
Bana roman yazdırma heveslisi dostum 'savaş' konusunda olağanüstü hassas biri. 1 Mart (2003) tezkeresi Meclis'ten geçseydi, topraklarımıza on binlerce Amerikan askeri yerleşeceği için ortalığın karışacağına, sıkıyönetim ilânının kaçınılmaz olacağına ve ardından da askerî darbe geleceğine kendini fena halde inandırmış halde.
Ne zaman 'savaş' muhabbeti açılsa, dostumun, verilecek kayıplar kadar savaşın Türkiye'nin demokrasisini ne kadar ve nasıl etkileyeceğini hesaplamaya başladığını biliyorum.
"Bu durumda 'proje' yabancı kaynaklı. Eskisi kadar istemedikleri bir iktidarın alaşağı edilebilmesi için gerekirse savaştan bile medet umulabileceğini ima etsem bana kim inanır?" sorumu, dostum, "Sana 'makale yaz' demedim ki, yazacağın ne de olsa bir gerilim romanı" diye cevapladı.
Aklıma, birkaç akşam önce bir yemekte, bir hanımefendinin, "Göreceksiniz, AK Parti'yi bu seçim öncesinde çok dövecekler" demesi geldi.
Herhalde romanımı bir 20 yıl daha yazamayacağım.
Zaman.com.tr