HAŞİM SÖYLEMEZ
Duvarları hat eserleriyle süslenmiş küçük bir oda. Oda küçük ama manevi havasının büyüklüğü, kapı açıldığı andan itibaren hissediliyor. Buram buram gül suyu kokuyor ve neye ait olduğunu bilmediğimiz başka bir koku daha havaya karışıyor.
Küçük odanın hemen ortasındaki yüksekçe sehpanın üzerinde allı sarılı işlemeli bir bohça duruyor. Bohça, salavatlar eşliğinde büyük bir hürmetle yavaşça açılıyor. Açıldıkça tarifi zor o hoş kokunun etkisi artıyor. Nihayet bohça tamamen açılıyor. Küçük bir kutu, kutunun içinde yine el emeği göz nuru işlemenin içindeki Gömlek-i Şerif görünüyor. Hemen yanında da bir kavanoza konmuş mukaddes topraklar, destmal ve Kâbe örtüsü parçası duruyor.
Burası halk arasında İsmet Efendi Tekkesi olarak bilenen İsmet Efendi Camii'nin avlusundaki küçük bir mekân. Gömlek-i Şerif'in gönüllü beklikçiliğini yapan Mehmet Saraç (asıl mesleği akademisyen), kutsal emanetleri gözleri gibi koruduklarını anlatıyor. Saraç, dedesi Ahıskalı Ali Haydar Efendi'den tevarüs eden emanetlerin muhafazasının hayati bir mesele olduğunu söylüyor. Zaten bu emanetleri korumak ve nesilden nesile aktarmak için bir dernek kurulmuş.
Yanyalı Mustafa İsmet Camii ve Müştemilatını Koruma, Eserlerini Araştırma ve Yaşatma Derneği, bu amaca hizmet etmede aracı bir kurum. Fatih Çarşamba'daki İsmet Efendi Camii'nin avlusundaki küçük mekânda bulunan Gömlek-i Şerif, kamuoyunda pek bilinmiyor. Zaten Saraç ailesi de bunun duyulmasını, bir gösterişe dönüşmesini pek istememiş. Ancak talep edenler de Gömlek-i Şerif'ten mahrum bırakılmamış. Her Kadir Gecesi ziyarete açılan Gömlek-i Şerif, arzulayanlarla buluşturulmuş. Sadece bilenlerin uğradığı bir mekân İsmet Efendi Camii. Bu vesile ile ziyaretçileri dar çerçevede kalmış.
Mehmet Saraç, kutsal emanetlerin bilinmesi için önümüzdeki dönemlerde daha iyi şartlarda ziyarete açacaklarını söylüyor: "Ziyaret çok önemlidir. Maksat vesile yapmaktır. Niyette sapma olmadan insanların kutsal emanetleri görmeleri mümkün. Güvenliği ve gömleğin muhafazasını sağlayabilirsek daha geniş zamanlarda ziyarete açmaya niyetliyiz."
Hırka-i Şerif'in zarar görmesinden dolayı kendilerinin de pamuklu kumaştan yapılmış Gömlek-i Şerif'i korumak için yöntemler bulacaklarını anlatan Saraç, emanete sahip çıkamamanın en büyük korkuları olduğunu belirtiyor: "Bu zamana kadar doğal şekilde korundu, kimyasal bir yönteme başvurmadık. Ama bundan sonra bunu araştırıp nesillere sağlam bir şekilde aktarmak için bir yolunu bulma niyetindeyiz. İnşallah layık olduğu şekilde muhafazasını sağlarız."
Gömlek-i Şerif'in İsmet Efendi Dergâhı'na gelmesinin hikâyesi ise oldukça ilginç ve manidar. Mehmet Saraç'ın aktardığı hikâyeye göre, sanki gizli bir el, bu mukaddes emanetin günümüze kadar korunarak taşınmasını sağlamış.
Rasul-i Ekrem'e (sav) nispet olunan bu mübarek gömlek, bir saraylı hanıma ailesinden yadigâr kalmış. Bu hanım uzun müddet kendisinden sonra Allah Rasulü'nün (sav) yadigârını kime emanet edeceğini düşünmüş. Bütün İstanbul'u araştırmış. Tavsiye edilen kimseleri incelemiş. Ali Haydar Efendi'nin ismini işitince maksadını belli etmeden defalarca gelmiş gitmiş, etraftan soruşturmuş ve gönlü mutmain olunca gömleği teslim etmek arzusunu izhar etmiş.
Fakat o sıralarda askerin maneviyatını kuvvetlendirmek için vaiz olarak Çanakkale Harbi'ne iştirak etmiş olan Şeyh Efendi harpte yakalandığı kolera hastalığı sebebiyle karantinadaymış. Haydar Efendi karantinadan çıktıktan sonra bizzat kendisi giderek emaneti teslim almış ve başı üzerinde taşıyarak Fatih Kumrulu Mescid civarındaki evine getirmiş. 1919 senesinde İsmet Efendi Tekkesi'ne şeyh olarak tayin edildiğinde gömleği de beraberinde getirmiş ve fani âlemi terk edene kadar Kadir gecelerinde ziyaret ettirmiş.
Vefatından sonra bu geleneği damadı Osman Nuri Efendi devam ettirdi. Yatsı namazından sonra ceviz sandığın içerisinden çıkarılan gömlek, kat kat bohçası salat-ı ümmiye okunarak açıldıktan sonra huşu içinde ziyaret olunur; ziyaret bittikten sonra tekrar salavatlar okunarak bohçası ve sandukası içine yerleştirilip yerine kaldırılırdı. Bir dahaki ziyarete kadar o sandık hiç ortalarda görülmez, kendisinden bahis açılmazdı. Ziyaret sırasında da haric-i edep hiçbir davranışa tesadüf olunmaz, lüzumsuz gayretkeşlik gösterilerine girilmezdi.
Saraç, Gömlek-i Şerif'in bu mekândan hiç çıkarılmadığını ancak geçmişte kısa bir süreliğine zorla götürüldüğünü de anlatıyor. Tek Parti döneminde kolluk kuvvetleri dergâhı basıp buraya ait ne varsa alır. Alınanlar arasında Gömlek-i Şerif de vardır. Ali Haydar Efendi'nin ‘onu götürmeyin' ısrarına rağmen gömlek götürülür. Bir hafta sonra da tekrar geri getirilir. Bu süre zarfında gömleğin götürüldüğü şekliyle getirilmiş olması oldukça manidardır. Çünkü toplanan eşyalar arasında zarar görebilir, yıpranabilirdi.
Gömlek-i Şerif'in özellikleri
Gömlek-i Şerif ince beyaz pamuklu kumaştan yarım boyda dikilmiş olup ön kısmında Kur'an-ı Kerim'den ayetler, dualar, ebced hesabıyla hazırlanmış vefkler (tesirli dualar) yer alıyor. Göğse isabet eden yerinin iki tarafında renkli olarak Mekke ve Medine resmedilmiş.
Arka tarafı ise yazısızdır. Ali Haydar Efendi bu yazıların daha sonraki devirlerde Rasulullah (sav) âşıklarınca ve değişik şahıslar tarafından değişik zamanlarda yazılmak suretiyle meydana getirildiğini aktarmış.
Zaten yazıların karakterinden de sonraki devirlere ait oldukları anlaşılıyor. Gömlek-i Şerif'in kumaşı, Topkapı Sarayı'nda Hazreti Ayşe'nin örtüsü diye muhafaza edilen, üzeri ayetler ve vefklerle müzeyyen kumaşa benziyor. Modeli ve üzerindeki yazılar ise Osmanlı devrinde savaşlarda zırh altına giyilen dualı gömleklere benzemektedir. Yine Topkapı Sarayı'ndaki Mukaddes Emanetler mey bölümünde Hazreti Fatma'ya ait olduğu belirtilen aynı tarz bir gömlek mevcut.
İsmet Efendi Camii'ndeki diğer emanetler
Cevher-i Saadet: Peygamber Efendimizin (sav) Kabr-i Şerifi'ne ait tozlar, Cevher-i Saadet ismiyle anılır. Cevher-i Saadetler, Peygamber kabrini çevreleyen odanın dışına asılı perdenin değiştirilmesi sırasında toplanırdı.
Çoğu zaman otuz-kırk yılda bir değiştirilen perdelerin yenilenmesi sırasında Harem-i Şerif hademelerinden en yaşlı ve salih olanlar görev alırdı. Perde ile duvar arasında biriken ve yıllarca Hazreti Rasulullah'a (sav) komşuluk yapan tozlar, Peygamber âşıkları nazarında çok kıymetliydi. Hizmetkârları tarafından muayyen zamanlarda Hücre-i Saadet'e girilerek süpürülen tozlar da zayi edilmezdi.
Osmanlı döneminde Hücre-i Saadet, rebiyülevvel ayının 9'unda, recebin 21'inde ve zilkadenin 18'inde olmak üzere yılda üç kere yıkanırdı. Bu temizlik sırasında Hücre-i Saadet'in Bâb-ı Şâmî isimli kapısı açılır, vazifeli ağalar üç bölüğe ayrılır, bir bölüğü bıçak şeklinde demirlerle kazırlar, bir bölüğü hurma dalından süpürgeler ve su ile yıkarlar, bir bölüğü de büyük süngerler ile silerlerdi. Her bölük birbiri ardınca bu işleri sırayla yaparken bir ağızdan ve yüksek sesle "Lâ ilâhe illallah, Muhammedü'r rasûlullah" diye zikrederlerdi.
Dışarıda bulunan ziyaretçiler de bu sırada salat ü selâm ile meşgul olurlardı. Bu manzara caminin içinde öyle bir hâl meydana getirirdi ki herkesin vücuduna titreme gelir, gözyaşları sel gibi akardı. Hazreti Peygamber Aleyhisselam'ın kabr-i şeriflerinden hasıl olan suyu dışarıda bekleşen âşıklar şerbet gibi içerler, bu su ayrıca ağalar tarafından hatırlı kimselere hediye edilirdi.
Medine'nin şifalı toprağı: Emanetler içinde bulunan Medine'nin şifalı toprağı, küçük kristal kaya parçacıklarına benziyor. Bu toprağın hastalıklara iyi geldiği ve Peygamber Efendimizin tükürüğü ile bu toprağı ıslatıp bazı hastalıkları iyileştirdiği rivayet edilir. Buthan vadisindeki bu toprak parçalarının bilimsel sırrı henüz çözülebilmiş değil. Ancak Tıbb-ı Nebevi üzerinde çalışan bir kısım âlimler, Medine gibi sıcak iklimlerde güneşin hararetiyle dezenfekte olmuş temiz toprağın yaraları kurutup iyileştirmekteki tesiri üzerinde durmuşlar.
Destmal-i Şerifler: Dest-mal, kelime olarak el-bezi, mendil manasına gelmektedir. Halifelik zamanında Topkapı Sarayı'nda gerçekleştirilen Hırka-i Saadet ziyaretlerinde padişah tarafından Hırka-i Saadet üzerine bir tülbent konulur, ziyaret eden kişi hırkayı tülbent üzerinden öptükten sonra tülbent kendisine hediye edilirdi. Ziyaretçi bu tülbendi ömrü boyunca mukaddes bir hatıra olarak saklar, vefatından sonra tabutunun ya da kefeninin üzerine örtülmesini vasiyet ederdi. Sarayda hususi surette hazırlanan bu tülbentlere destmal adı verilirdi. Destmallerin dört kenarında "Hırka-i Hazreti Fahri Rusul'e Atlas-ı çarh olamaz pay-endaz / Yüz sürüp zeyline takbil iderek Kıl Şefi'i Ümem'e arz-ı niyaz" mısraları yazılı olurdu. Ortasında da madalyon tarzında bir ayet-i kerime ya da dua bulunurdu.
Kâbe örtüleri: Yemen meliklerinden Tubba, ordusu ile sefer ederken Kâbe'nin yakınından geçer. Maiyyetinde bulunan âlimler Kâbe'nin ehemmiyetini ve Ahir Zaman Nebisi (sav)'nin burada dünyayı teşrif buyuracağını söylemeleri üzerine bir örtü hazırlatarak Kâbe'ye kuşatır. O zamandan sonra Kâbe'ye örtü giydirmek âdet olarak kalır. Melik Tubba, Medine'den geçerken de âlimler Ahir Zaman Nebisi (s.a.v)'nin burada ikamet edeceğini haber verirler.
Tubba, o zamanki ismi Yesrib olan Medine-i Münevvere'de Peygamberimiz (s.a.v)'in ikameti için bir ev inşa ettirir, bir evladını o eve yerleştirir ve Ahir Zaman Peygamberi (s.a.v)'ne ulaştırılması için bir mektup bırakır. Hicrette yedi ay Fahr-i Cihan Hazretleri (s.a.v)'ni ağırlayan Eyüp Sultan Hazretleri'ne ait evin bu ev olduğu rivayet edilir. Her sene değiştirilen ve ‘sitare' adı verilen siyah ipek kumaştan Kâbe örtüsünün üzeri jakarlı olarak yazılarla tezyin edilmiştir. Kâbe'nin içi ise beyaz yazılı kırmızı perde ile kaplıdır. Kâbe örtüsünün Gömlek-i Şerif ile birlikte muhafaza edilen büyük ebattaki bir parçası yeni tarihlere ait, küçük siyah ve kırmızı parçalar ise eski tarihlere ait erimiş vaziyettedir.