Financial Times Deutschland gazetesinin 1 Ekim 2010 tarihli sayısında, Marina Zapf imzasıyla ve "Ekonomi Atağa Kalkıyor" başlığı altında yayımlanan yazının özet çevirisi şöyledir:
Kriz Sonrasındaki Devasa Büyüme, Türk Dış Ticari Açığının da Büyümesine Neden Oluyor. Ülke Bu Arada Almanya'dan Ziyade Çin'den Mal İthal Ediyor
Türkiye, eylül ayının ortasından bu yana Avrupa'ya bağlanmış bulunuyor. AB ile katılım müzakereleri yerinde sayarken enerji politikası açısından ilerleme kaydediliyor. Bulgaristan ve Yunanistan'a uzanan üç hat, Türk elektrik şebekesi ile Avrupa'yı birbirine bağladı. Bu şekilde Leipzig'deki elektrik borsasında Türk elektriğinin işlem görmesinin önü açıldı.
General Electric şirketinin Smart Grid teknolojisiyle sağladığı bağlantı, sembolik olmanın çok ötesinde bir önem taşıyor. Zira bu bağlantı, Türk enerji ekonomisinde gerçekleşen patlamayı yansıtıyor ki bu sadece rüzgar, güneş ve su gibi yenilenebilir enerji için geçerli değil. Uluslararası şirketler, yatırım dostu hava ile şimdi daha da iyileşen iyi bir geleceğin değerini takdir ediyor. Ülke 2002-2009 yılları arasında toplam ekonomik performansını üç katına çıkartarak 600 milyar doları aştı. Son dönemde yaşanan kalkınma, ülkenin dünya ekonomik güçleri sıralamasında 17. sıradaki konumunu sağlamlaştırıyor.
Hükûmet son olarak enerjik bir şekilde, ülkedeki elektrik dağıtımının modernize edilmesi ve özelleştirilmesi konusunda ileri adımlar atarak bu bağlamda yüzde 75'inin özelleşmesini sağladı. 15 yıl sonra yakıt çubuklarının ithal edilmesine gerek kalmaması ve ülkedeki enerji kaynaklarından yararlanılması için yoğun bir çaba harcanıyor. Örneğin, Ege ve Karadeniz'de petrol arama çalışmaları yapılıyor, iki nükleer santralin inşa edilmesi planlanıyor. Alman RWE şirketi doğal gaz santrali ve enerji kavşağı Türkiye üzerinden Kafkas gazını Avrupa'ya taşıyacak olan Nabucco gaz boru hattına yatırım yapıyor. Alman elektrik şirketi EnBW için ise Türkiye, öncelikle rüzgâr enerjisi alanında "stratejik önem taşıyan bir pazar".
Dünya ekonomisinin kırılmasına neden olan küresel mali kriz, Türkiye'yi de esirgemeyip enerji açlığını frenledi. Ancak Avrupa, Orta Doğu ve Orta Asya'nın kesiştiği yerde bulunan ülke, duraksama dönemini hızla ve güçlü bir şekilde arkasında bırakıyor. Ülke, yılın ilk yarısında yüzde 11 büyüme ile, Çin'den sonra gelişmekte olan ülkeler arasında en iyi sonucu sergiliyor. Ancak bu güzel sonuç, istatistiki yansımaları gizliyor: 2009 yılının ilk iki çeyreğinde ekonomideki gerileme yüzde 14.6 ve 7.6 ile oldukça yüksekti.
Enerji ve transport, inşaat ve hızla toparlanan sanayi sektörlerinde patlama yaşanıyor. Hâlâ devam etmekte olan yüksek işsizliğe rağmen sürpriz bir şekilde özel tüketim harcamalarının da dinamik bir şekilde geliştiği gözleniyor. Sanayi alanındaki yatırımların artması mali ekonomiye de avantaj sağlıyor.
Toparlanma, 2010 yılının tamamıyla ilgili iyimser beklentileri destekler nitelikte olup tahminlerin çoğu GSYİH'nın yüzde 6-7 oranında artacağı yönünde.
Analistler sadece cari açığı endişeyle izliyor, zira kalkınma yılın ilk yarısında ihracata göre yüzde 19.9'luk bir artı ile ithalatı kanatlandırıyor. Ancak geleneksel olarak ilk sırada yer alan ticari ortak Almanya'ya bu durumun bir faydası yok. Türk-Alman ticareti daha 2009 yılında krizden olumsuz etkilenmişti. Şimdi gerçi yavaş yavaş düzeliyor. Ancak 2010 yılının ilk yedi ayında ithalatta Çin, Almanya'yı geride bırakıyor. Mayıs ayında vize muafiyeti sağlanan Rusya da Türkiye'ye ihracatı belirli ölçüde artırmış. Ticaretin gelişmesine önemli katkıları olan Türk ve Türk kökenli Alman iş adamları bu yüzden vizenin kaldırılması yönündeki taleplerinde haklı olduklarının teyit edildiğini düşünüyorlar. Almanya'da bulunan 80 bin Türk iş yeri sahibinin çoğu da hâlihazırdaki vize kurallarının ticareti engellediğinden şikâyet ediyor. Ancak Federal Hükûmet, kuralları kaldırmak değil, olsa olsa gevşetmek niyetinde.
Ne de olsa Angela Merkel'in ilkbahardaki Türkiye ziyaretinde ikili ticaret hacminin 50 milyar dolara çıkarılması niyeti dile getirilmişti. Ancak Türkiye sadece Batı'ya değil Doğu'ya da açılıyor. Ülke 2009 yılında İslami ortaklarıyla 46,34 milyar dolarlık mal ve hizmet ticareti gerçekleştirdi. Çinli üreticiler, Türkiye'yi; otomotiv sektörü, altyapı kurulumu ve boru hattı ticaretinde Avrupa piyasasına açılan bir köprü başına dönüştürmek üzere.
Yatırım bankası HSBC, Çinlilerin "2010 yılında Türk şirketlerine yaklaşık 2 milyar dolar yatırım yapacağını" tahmin ediyor. Analistler, yüksek üretimin yanı sıra sağlam mühendislik ve teknolojik temelinin Türkiye'nin uluslararası rekabet gücünü artırdığını teyit ediyor. Osteuropabank'tan (Doğu Avrupa Bankası) Simon Brady, ülkenin eş zamanlı olarak, büyük önem taşıyan altyapının geliştirilmesi konusunda büyük ölçüde yabancı sermayeye muhtaç olmayı sürdürdüğü uyarısında bulunarak, "Türkiye, mali açıdan daha iyi konuma gelmelidir ve ülke içi sermayeyi, hırslı programları için harekete geçirmelidir." diyor.
Tayyip Erdoğan'ın muhafazakâr hükûmeti 2009 yılında karşı çıksa da şimdi yavaş yavaş bütçenin konsolide edilmesi için yatırım harcamalarını biraz frenliyor. OECD, bunun iyi olduğu, aksi takdirde bütçe dengesinin bozulacağı görüşünde. Hükûmet tersini iddia etmesine rağmen gerçek bir risk mevcut: Ekonomiden pek anlamadığı söylenen Başbakan Erdoğan, planlanan borçlanmanın frenlenmesi konusunu erteledi. Haziran 2011'e kadar genel seçimler de yapılacak ve çoğunluğa sahip bu partinin illerde seçim kampanyası hediyesi dağıtmaması, ilk kez yaşanacak bir olay olurdu.
Türkiye'nin sekiz yıllık tek partili hâkimiyetinin ardından yeniden bir koalisyon hükûmetine geri dönüp dönmeyeceği, önemli ölçüde ana muhalefet partisi CHP'nin modernizasyon sürecinin devam edip etmeyeceğine bağlı olacak. Son referandum Erdoğan'ı şimdilik güçlendirdi. Analizciler, anayasa değişikliğini ülkenin iç siyasi istikrarı açısından uzun vadede bir garanti olarak görüyor. Türklerin demokratik reformlara "evet" demesi, iktidardaki AK Partinin üçüncü kez seçimi kazanacağına işaret ettiğinden ve ülkenin siyasi bakımdan bir parça daha Avrupa'ya yakınlaştığından söz ediliyor.
BYEGM