Fehmi Koru A. Doğan'ı Yine Uyardı

Doğan Medya Grubu ile iktidar ilişkileri her zaman kötü değildi; 2003 başı ile 2006 sonu arasında 'soğuk ama saygılı' bir ilişki tarzı tutturulduğu söylenebilir.

Ünlü gazeteci Fehmi Koru, Yeni Şafak'ta Taha Kıvanç müstearıyla kaleme aldığı yazıda, Doğan grubunun kendilerine verilen yüksek vergi cezalarıyla ilgili olarak öne sürdükleri gerekçelerin inandırıcı olmadığına dikkat çekerek önemli hatırlatmalarda bulundu:

Bu akıllar yüzünden...

Hürriyet'ten kovulan Emin Çölaşan'ın eski gazetesiyle ilgili coşkun hislerini okurken şaşırmış Bekir Hazar; 'medya patronu emrinde siyasetçi' görüntüsü hiç hoşuna gitmemiş...

Kimin hoşuna gider ki?

Bu soruyu sormama aldırmayın, bazılarının Türkiye için öngördüğü yönetim biçiminin Emin Çölaşan'ın patronlarına verdiğini söylediği 'akıl'dan farksız olduğunu biliyorum. Bunlara göre 'en büyük güç medya gücüdür' ve bu sebeple de ülkeyi yönetmek medya patronlarının hakkıdır...

Tabii patronun gazetelerinde köşeleri tutmuşların da... 'Gazeteci' sıfatı taşıyan bazıları ülkeyi yönetme heveslerini dolaylı olarak karşıladığı için yazı yazma zahmetine katlanıyorlar... Ve bunu da fena halde belli ediyorlar...

Bakın Akşam'da çıkan söyleşisinde Emin Çölaşan bütün açık sözlülüğüyle kafalarındaki Türkiye tablosunu nasıl açıklamış: "Doğan Grubu'nun yedi tane gazetesi, üç tane de televizyonu var. Bu patronun hükümetle yüzlerce işi var. Ben bire bir yaşadığım için biliyorum bu olayları. Bunlar Erdoğan'dan resmen korkuyorlar. (..) Hep derdim ki, 'Ya arkadaş, elinizde böylesine güç var, siz bunlardan korkacağınıza bunlar sizden korksun. Her gün Tayyip Erdoğan sizi arayıp 'Benden bir emriniz var mı' diye sorsun. Benim elimde yedi gazete, üç TV kanalı olacak ve bunlardan korkacağım. Siz Türkiye'yi yıkarsınız. Yolsuzlukların üzerine, kepazeliklerin üzerine gidin dedim. Ama hep korktular."

Mecaz filân değil, gerçek düşünceleri yansıtan gerçek sözler bunlar...

Grubun gazetelerinde köşe verilmiş kişiler arasında meslekten gazeteci olmayanlar da var. Bunlardan biri, son günlerde başlatılan bir reklâm kampanyasında 'oyuncakçı amca' rolünü oynayan Yaman Törüner... Merkez Bankası başkanlığı sonrası Tansu Çiller'in DYP'sinden milletvekili olarak Meclis'e de girmişti Yaman Bey; şimdilerde Milliyet'te yazıyor.

Köşe verdiğine göre, grubun patronunun görüşlerine değer verdiğini, yazdıklarını okuduğunu varsaymamız gerekiyor...

Önce bir hatırlatma yapayım: Doğan Medya Grubu ile iktidar ilişkileri her zaman kötü değildi; 2003 başı ile 2006 sonu arasında 'soğuk ama saygılı' bir ilişki tarzı tutturulduğu söylenebilir. Cumhurbaşkanı seçimi ortamında yaşananlar ile ülkeyi erken seçime götüren şartlar sırasında -yani 2007 başından itibaren- bozuldu ikili ilişkiler...

Grup bunu 2007 yılı mayıs ayında Almanya'da başgösteren 'Deniz Feneri' davasıyla irtibatlama eğiliminde; ancak ilişkilerde kötüye gidiş ondan önce başlamıştı.

Acaba ne oldu da 'soğuk ama saygılı' ilişki o noktada bozuldu?

Gruptan birilerinin, "Yeter artık, ülkeyi baldırı çıplaklar mı, yoksa bizler mi yöneteceğiz?" görüşünü etrafa benimsetmesiyle başlayan sürecin havayı zehirlediği ve ilişkileri bozduğu kanaatindeyim ben...

10 Nisan'da (2007) Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın basın toplantısı çıkışı, 27 Nisan'da Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine konan 'e-muhtıra' ile devam etmişti. Askerler, sivillerin kendi içlerinden birini cumhurbaşkanı seçtirmek istemesine karşı çıkıyor, bunun için yargı bürokrasisi ile medyayı göreve davet ediyordu.

Yaman Törüner'in o günlerde Milliyet'te çıkan yazısının şu bölümünü yüksek sesle okumanızı tavsiye ederim: "Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa 'silâhlı kuvvetler'i de eklemek gerekir. Zaten, anayasalar da bu esasa göre hazırlanmıştır.

"Ülkelerin yönetim biçimi ister demokrasi ister krallık olsun, bu güçler her zaman sahnededir. Aslında, demokrasi denilen şey, 'kral'ın belli bir süre için seçilmesi ve zamanı gelince değişim olanağının korunmasıdır. 'Güçler ayrılığı' sistemi, hâkim sınıfların birbiri üzerinde olası baskı ve hâkimiyetini önlemek üzere getirilmiştir. (..)

"Siyaset adamları genel olarak yönetici sınıfın temsilcileridirler. Halka söylenmesi gerekeni söyler, ama denileni yaparlar. Bu yüzden, halk, haklı olarak, çoğu zaman siyasetçilerin söylediklerine inanmaz. Yine bu yüzden, siyasetçiler 'iş yapacak' değil, 'denileni yapacak' kişiler arasından seçilirler."

Açık sözlülükte Törüner'in eline kimse su dökemez. 22 Temmuz (2007) seçimine iki hafta kala yazdığı yazının hüküm cümlesini okuyun, eminim bana hak vereceksiniz: "Kim mi kazansın? Tayyip Bey'i, Deniz Bey'i ve Devlet Bey'i kafanızda yan yana oturtun. Kimi 'başbakan' görmek isterseniz ona oy verin. Artık, hiçbirinin hâkim sınıfları karşısına almaya çalışacağını sanmıyorum."

Sanısının tersine, Tayyip Erdoğan hakim sınıfları karşısına aldı ve...

Demem şu: İlişkiler bu akıllar yüzünden bozuldu.

Ekonomi Haberleri