Yeni Şafak'tan MURAT AKSOY'un Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş'le röportajı
Türkiye Van'da yaşanan 7.2'lik depremin yaralarını saramaya çalışıyor. Türkiye'nin her yerinden Van'a, Erciş'e yardım eli uzandı. Van ve Erciş sokaklarında Türkiye'nin her ilinde araç görmeniz mümkün. Depremin ardın çıkan bu kardeşlik resmi, Türkiye'nin Kürdüyle Türküyle bütün farklılıkları ile bir bütün olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. Van ve Erciş'te acının ortaklaşması ve ortaya çıkan kardeşlik resmi ne yazık ki teröre engel olmadı. Osmaniye'de, Bingöl'de terör eylemleri can almaya devam etti.
TSK Çukurca saldırısından sonra başlattığı operasyonları sürdürüyor. Diğer taraftan KCK operasyonları da devam ediyor.
Bu hafta Söyleşi-Yorum'da bu resmi MİT Eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş ile okumaya çalıştık. Öneş, depremin doğal afet, Kürt sorununun da sosyal afet olduğunu söyleyerek başladı söyleşiye. Öneş, depremin çözüm için milat olabileceğini ifade ederek Başbakan Erdoğan'ın çözüm için hala en büyük şans olduğunu söyledi.
Önceki hafta Çukurca'da bir felaket yaşadık sonra Van'da. Nasıl yorumladınız?
Van'da meydana gelen deprem doğal felaket. Kürt sorunu sosyal-politik bir felaket. Depremde ortaya çıkan görüntülere baktığımızda iki felaket arasında çok bağlantı olduğunu görüyoruz.
Nasıl bir bağlantı var?
Doğal afet olan deprem, sosyal afet olan Kürt sorununun yarattığı bazı sorunları görünür kılmıştır. Göç, işsizlik, sağlık, eğitim, çarpık kentleşme, alt yapı yetersizlikleri gibi çoğaltılabilecek sorunlar. Kürt sorununun bölgede yol açtığı sosyal sorunlar ile kazandığı siyasi boyutlara paralel olarak, Kürt sorunu çözülemediği için, sonuç olarak ortaya çıkan, sürekliliğe sahip silahlı mücadelenin ortaya çıkardığı çok ağır yıkımlar, temel meselelerimizin zamanında tartışılmasını ve çözüm yollarının bulunmasını engelledikleri için, bağlantıları vardır diyebiliriz.
Yani...
Kürt sorununu haklı olarak sadece şiddetin sona erdirilmesi, ölümlerin durması üzerinden konuşuyoruz ama arka planda başka başka sosyal afetlerin yaşandığını gözden kaçırıyoruz. İşte doğal afet olan deprem bize bunları göstermiştir diye umalım.
DEPREM KARDEŞLİĞİ DERS GİBİ
Depremden sonra bölgede kardeşlik havası doğdu...
Bu tablonun yabancısı değiliz. Depemin ilk gününden itibaren başlayan yardım kampanyaları, arama kurtarma çalışmları aslında Türklerle Kürtler arasında herşeye rağmen güçlü bir bağ olduğunu göstermiştir. İki halkın birbirinde ayrılması mümkün değildir. Medyadan izlediğimiz kadarıyla deprem bölgesinde Türkiye'nin her yerinden sağlık ekipleri, arama kurtarma ekipleri, yardım ulaştırmaya çalışan insanlar var. Bu aslında ders olması gereken tablodur. Bu tablodan sadece barış çıkabilir, çatışma değil.
Ama depreme rağmen bir taraftan PKK'nın saldırıları diğer taraftan TSK'nın operasyonları sürüyor...
TSK'nın operasyonlar Çukurca saldırısı sonrası başladı ve belli bir süreklilik içinde devam ediyor. Edindiğim izlenim belli bir hedefe ulaşıncaya kadar devem edecekler. Ancak ben bu aşamda doğal afet depremin bir fırsat olabileceğini umut etmiştim. Ancak olmadı saldırılar devam etti.
GÜÇ GÖSTERİSİ YANLIŞ
Osmaniye ve Bingöl saldırıları oldu, neden?
Örgütün eylemliliğine paralel olarak, operasyonların sürdürülmesi ve KCK tutuklamalarının kapsamının genişletilerek devam ettirilmekte oluşu, korkarım görmek istemeyeceğimiz sonuçları ortaya çıkarabilecektir. Sosyal afet deprem sürecinde, halkımızın verdiği, dayanışma ve birliktelik mesajlarının, hesapsızca harcanarak, güç gösterilerinin ortaya çıkarılması, ortak akıl ve insani boyutlar çerçevesinde değerlendirilebilecek bir gerçeklik değildir.
Çukurca'da neden bu kadar can kaybı oldu?
Bence burada, genel olarak güvenlik ve istihbarat zafiyetinden söz edebiliriz. Günümüzde sorumluluk, sadece askerde değil, siyasetin tayin edici ve şekillendirici rolünün göz ardı edilmemesi gerekir. Artık hükümetle, devlet ve asker arasında bir ayrım yapmak zordur. Bu aşamadan sonrada da olabilecek saldırılara karşı, devletin topyekûn tedbirlerinin, sorunu çözümleyici politikalarla uyumluluğu öncelikle önem kazanmıştır.
Peki eksik yapılan ne, neden çözüm sürecinde yol alınamıyor?
Bütüncül bakmayı hala öğrenemedik. Fırat'ın Doğusu'ndaki sosyal yapıyı, tarihsel birikiminin getirdiği sonuçları, onların ortaya çıkardığı psikolojik durumu, yaşanmışlıkları, hikâyeleri anlamıyoruz. Empati kuramıyoruz. Bunu yapmadan alınan tedbirler hiçbir şekilde tedavi edici olamıyor.
SİYASET ÜSTÜ BAKIŞ ŞART
Anlamanın yolu ne?
Anlamanın yolu meseleye tüm boyutları içerisinde gerçekleri ile bakabilmek. Ülkenin objektif ve subjektif şartlarını doğru tahlil etmek ve bu tahlil neticesinde tedavinin gerçek ilacını ortaya koyabilmek. Bunu yapacak olan, sorumlu olan siyasi iktidardır. Onun arkasında parlamento ve içerisindeki siyasi partiler sorumlu. Ancak bugüne kadar AK Parti'nin iyi niyetine rağmen olumlu bir sonuç ortaya çıkmadı. Çünkü bu kadar geniş boyutlu olan ve tarihsel birikime sahip olan bir sorunun, tek bir partinin niyeti ve çabası ile çözülmesi, çeşitli güçlükleri ortaya çıkarıyor. Gelişmeler bu tespitimizi açıklıkla gösterebilmektedir.
Neden çözülemiyor?
Şunun kabul edilmesi gerekiyor. Kürt sorunun çözülmesi, siyasi iktidar hesabı ile oy kaygısı ile ele alınacak bir konu değil. Siyaset üstü bakılması gereken bir konu. Yani sadece AK Parti'nin değil, CHP'nin, MHP'nin ve BDP'nin de bu sorunun çözülmesinde ortaklaşması ve siyasetüstü bir bakış geliştirmesi lazım. Ancak bu sürecin başlatılmasında, siyasi iktidarın öncü ve tayin edici rolü önemi haizdir.
Yeni anayasa için kurulan "uzlaşma komisyonu" gibi bir komisyon mu kurulmalı?
Neden olmasın. Çünkü 30 yıllık bir şiddet tarihi ve onca yaşanmışlık var. Bu sorunun çözülmesi siyasi iktidar hesabı ile olmaz, bazı ortak uzlaşma noktaları üzerinden, çözüm şartlarını olgunlaştırabilmemiz gerekiyor. Bakın deprem ortaya çıkardı, sorun sadece çatışmaların sona ermesi meselesi değil, konuşamadığımız onca konu var ki, Kürt sorunun üzerini örttüğü. Bence çok geç olmadan, siyasi hesap yapmadan, saray kavgalarını sonlandırarak, yanlış ön yargılarımızdan arınarak, sorunlarımızı çözümleyici siyasetler üretebileceğimizi, geliştirebileceğimizi görebilmeliyiz.
Bu alanda AK Parti yalnız görünüyor...
Öyle. Bence deprem aslında bir milat olabilir. Çünkü çözümsüzlük, Türkiye'nin, Türklerin ve Kürtlerin zararına. Tabi BDP'yi unutmayalım. Onun da, çok önemli ve öncelikli, siyasi bir aktör olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu durum, BDP'nin çözüm konusunda inisiyatif alması kadar, diğer partilerin de BDP'yle işbirliğini zorunlu kılıyor. Evet, bu alanda AK Parti yalnız görünüyor ama benim bazı şüphelerim de yok değil. Yani AK Parti bu kadar büyük risk aldığı halde eğer somut adımlar atamıyorsa, ortada bazı sorunlar var demektir.
'ÇÖZÜM KOMİSYONU' KURULSUN
Neler olabilir?
AK Parti içindeki milliyetçi hasiyetlere sahip kodro olabilir. İç politikada vizyon eksikliği olabilir, iç politikada alışageldiğimiz iktidar mücadelelerinin dar çerçeveli alışkanlıkları olabilir. Ama asıl sorunun, reel siyasi yapıların tümünün, soruna siyaset üstü bakamayışları olduğunu düşünüyorum. Bir dil değişimini, ortak demokratik dil ihtiyacını, empati kurulabilmesinin zorunluluğunu, çözüme odaklanma gibi şartların yaratılabilmesinin aciliyetini gösteriyor ki, tüm bunlar ve benzer ihtiyaçlarımız için, yetersizliklerimiz, açıklıkla görülebiliyor.
Terör'ün bitmesi için öncelik ne olmalı?
Terör ve PKK bir sonuç. Öncelik bu PKK'yı yaratan demokrasi eksiliklerinin giderilmesi. Siz bu yolda adım atarsanız PKK'nın zemini zayıflar. Elbette devlet, meşru ve hukuki yapıya sahip olmayan PKK ve terörle mücadele edecek. O ayrı, ama Kürt sorunun çözülmesinin öncelikli yolu demokrasinin evrensel standartlara yükseltilmesi mücadelesi ile başlatılmalı ve şekillendirilmelidir. Çünkü şu anda, Türkiye'nin esas meselesi; hala demokratik olgunluk ve siyasetin bu aşamaya, niteliklere getirilememesiyle olan bağlantısı, öncelikle önem kazanmaktadır. Türkiye demokratik standartlarını yükselttikçe, başta Kürt sorunu olmak üzere bir çok sorun kendiğinden çözüm yoluna girecektir.
Yeni anayasa bunun için bir fırsat mı?
Fırsat ama demokratikleşme tek başına anayasadan geçmiyor. Yeni anayasa, yeni Türkiye için bir zorunluluk. Ama anayasaya da her şeyi çözecek sihirli bir formül olarak da bakmak sakıncalı. Bence bu aşamada Kürt sorununun demokrasi içinde çözülmesi için anayasadan önce, anayasa yapımı çalışmalarına paralel olarak, atılması gereken adımlar var.
Nedir?
Mesela 12 Haziran'da seçilmiş milletvekillerinin Meclis'e dönmelerini sağlamak, uzun tutukluluk süreleri ile ilgili düzenlemeler yapmak, TMK'da, TCK'da bazı değişiklikler. İnsanlar sadece bir afiş astıkları için, bir anlamda düşüncelerini ifade ettikleri için 18-19 ay tutuklu kalıyorlarsa burada bir sorun var demektir. Bence Meclis'te anayasa sürecinden bağımsız olarak bir demokratikleşme adımı atılabilir.
ERDOĞAN TÜRKİYE İÇİN ŞANS
Çözüm için hala Erdoğan bir umut mu?
Erdoğan hala çözüm için en büyük umut. Demokratik açılımla başlayan sürecin başındaki kişi Erdoğan Siyaseten risk almış ama kaybetmemiş. Bence Erdoğan hala en büyük şansı Türkiye'nin. Türkiye'nin son yılda kattettiği dönüşümde en büyük paylardan birisi Erdoğan'a ait. Ben Erdoğan'ın Kürt sorunun çözümünde de son büyük bir adım atabileceğine inanıyorum.
KCK ovada PKK vesayetidir kabul edilemez
KCK davasına nasıl bakıyorsunuz?
Hukuki çerçeve içinde meseleye baktığımız zaman KCK, PKK'nın legal görünümlü bir örgütlenmesidir. Bunu kendileri de açıkça ifade ediyorlar. Ve KCK'nın Kandil'le irtibatlı olduğunu, talimatları oradan aldığını biliyoruz. Bu açıdan hukuki kriterler içerisinde konuya yaklaştığımızda böylesi bir yapılanmanın olmaması gerekir. Ama konunun barış şartlarının yaratılması gayretleri içerisinde değerlendirdiği zaman bu operasyonlar toplumsal psikolojiyi olumsuz etkileyen bir durumu ifade ediyor. KCK ovada PKK vesayeti demektir. Bu kabul edilemez. Böylesine bir durumun ortadan kaldırılması gerekir. Ama burada başka bir algı var.
Nedir o?
PKK'da ve PKK'ya yakın kitlede, KCK operasyonları kendilerinin, fiziki olarak tasfiye sürecinin bir parçası olarak okunuyor. Operasyonların yapıldığı tarihler, yapılış şekilleri bu algıyı güçlendiriyor. Yani PKK'ya sınır ötesinde yapılan operasyonlar ve açılım süreci de dahil olmak üzere, kendilerince tasfiye politikası olarak okunuyor. Bu yüzden KCK davasına ve tutuklamalara sert tepki veriyorlar. Onlar açısından bu bir tasfiye süreci. Ama şunu kabul etmeleri gerekiyor ki, çözüm sürecinin işlemesi de, PKK'nın sona ermesi sisteme, topluma entegrasyonu demek.. PKK'nın değişik görüntüler altında, vesayetini devam ettirme modundan çıkarak, demokratik açılımı başlatabilmesi gerekir.
Kürtçe eğitim Türkiye'yi güçlendirir
En acil adım?
Kürtçe eğitime bir formül bulunması. Bu sadece BDP'li seçmenlerin değil AK Parti'li,Kürt kimlikli seçmenlerin de talebi. Türkçe'nin resmi dil oluşuna kimsenin itirazı yok. Sadece ihtiyaç duyulan bölgelerde resmi dil Türkçe'nin yanında, Kürtçe'nin de eğitim dili olarak kabul edilip edilmemesi meselesi tartışılıyor ki bence bir formül bulunabilir. İkincisi yerel yönetimlerin güçlendirilmesi. Ki bu konuda Türkiye'nin taraf olduğu uluslararsı anlaşmalar var. Onun gereği yapılmalı. Tabi süreç içinde de anyasa ve yasalardaki ayrımcı ifadelerin temzilenmesi gerekiyor.
Müzakereler yeniden başlayabilir mi?
Hükümetin bu konuda açıklamları var; eylemler durusa müzakerler yeniden başlayabilir diye. Ama unutmamak lazım bu müzakereler tek başına çözüm olmaz. Bu tip görüşmeler, karşılıklı taleplerin tespit edilmesi, güven ortamının sağlanması ve diyalog ortamının gerçekleştirilebilmesi şartlarını yaratabilir. Başarılı müzakereler, ancak kapsamlı çözüme odaklanan politikalara dayandırılabilmesi durumunda, somut neticelere ulaşabilirler. Önemli olan, demokratikleşme sürecinin somut adımlarla devam ettirilebilmesidir. Türkiye'de demokratikleşmenin devam etmesi, PKK'yı da bir yol ayrımına getirecektir o zaman. Şiddet mi, demokratik çözüm mü? Toplumun bu ayrışmayı açıklıkla görebileceği şartları yaratmak durumundayız.
Deprem bile teröre engel olmadı...
PKK'nın görmesi gerekiyor ki; bu süreçteki her ölüm geride bırakılan 30 yıldan daha acı travmalar ve daha derin toplumsal acı ve ayrışma tohumlarının serpilmesine yol açacaktır. Bu süreç ülkeyi gerçekten zihinsel ayrışmaya dönüştürebilir. Zaten zedelenmiş güven ortamını daha da olumsuz hale getirebilir. Ve böylesine bir tırmanış şu anda olmayan toplumsal çatışmayı dahi karşımıza çıkarabilir. Yani çok önemli bir süreçteyiz. Bunun için Türkiye siyasetinin her aktörü, çok önemli,tarihi sorumluluk ve görevi omuzlarında taşımaktadır.
Çözüm her koşulda demokrasinin güçlendirilmesinde
Açılım sürecindeyiz, seçimi yeni yaptık, yeni anayasa için adım attık. Bütün bunlar ortadayken PKK'nın 14 Temmuz'dan sonra şiddeti tırmandırması, Çukurca baskını; bu şiddeti meşru kılan bir ortam var mı şu anda?
Hiçbir koşul PKK şiddetini ne meşru ne de haklı kılar. Bugün PKK da şiddetinin meşru olduğunu ifade edecek hiçbir sebep bulamaz. Türkiye büyük bir değişim ve demokratik açılım süreci içerisinde. Bunu PKK'nın da görmesi gerekiyor. Ancak devletin de yıllar sonra Kürt realitesini kabul ettiği gibi bugün kabul etmekte zorlandığı bir PKK realitesi var. Devlet güvenlik konseptini PKK'nın yokluğu üzerine kurarsa hata eder.
HER ŞEYE RAĞMEN DEMOKRASİ
Ne demek bu?
Yani PKK'nın ortaya çıkış nedenlerini yeterince iyi okuyayamama. Bugün yapılması gereken demokratik standartları yükseltecek demokratik adımlar atmak. Bu yapılırsa Kürt sorunu çözülebilir ve PKK'nın var olduğu zemin daralır. Kürt meselesi Türkiye'nin demokrasi yetersizliğinin çözemediği bir meseledir, PKK da sonuçtur. O yüzden demokratikleşmeye PKK'ya endeksli olmadan Türkiye için devam etmek gerekiyor. PKK'ya karşı, tabii ki teröre karşı güvenlik tedbirlerinin etkinliği artırılarak uygulanacaktır, ancak araç olarak kullanılan güvenlik tedbirlerinin, çözüme odaklanan demokratik adımlarla çelişkili şekilde pratiğe geçirilmemesi gerekir.
Bunun yolu...
Bunun yolu, süreklilik içerisinde, güven artırıcı önlemlerin hayata geçirilmesi ve muhalefetle de olabilecek en geniş diyalogu kurarak, birlikte adım atılması meselesi. Böylesi bir sorun la karşı karşıyayız.
Öcalan'a düşen ne var bu aşamada?
Bence kendisi hala PKK'nın silah bırakması konusunda en önemli aktördür. Mahkeme sürecinde bir özeleştiri yapmıştır. Şimdi Abdullah Öcalan onu bir adım daha ileriye götürerek örgütün silah bırakmasına, Türkiye içindeki silahlı unsurların ülke dışına çıkarılması ve silahların ebediyen susturulması konusunda sorumluluk almalıdır. Bütünlüklü bir çözüm politikasının uygulamaya geçirilebilmesi durumunda, bu sonucun alınması ihtimali çok yüksektir.
PKK ATEŞKES KARARI ALMALI
Öcalan'ın çağrısı etkili olur mu?
Kesinlikle etkili olacaktır ve bunu yapmalı da. Onun bu yöndeki çağrısı örgüt içinde de barıştan yana olanlarla olmayanlar arasında ayrımı da ortaya koyacaktır ki, buna da ihtiyaç vardır. İşte o zaman barışı istemeyenler terör örgütü olarak varlıklarını sürdürmek isteyenlerdir. O zaman onlarla güvenlik kuvvetleri mücadele edecektir. PKK bugün şartsız ve süresiz olarak ateşkes kararı almalı, saldırılarına son vermelidir.