Ertuğrul Özkök 1993'te Bosna için yazmıştı...

1993 yılında Sırp kasapları müslümanları kendi ülkelerinde kastederken, Türkiye'nin Bosnalı müslümanlara destek vermesine, devletin Bosna konusunda hassas davranmasına Ertuğrul Özkök 'Türkiye fazla mı angaje oldu' yazısıyla tepki gösteriyor. Müslüman kanı

Aynı kafa aynı demagoji aynı çarpıtma aynı münafıklık. Tek fark bu rafine Müslüman düşmanı tavrı simdi anlı şanlı bazı sözüm ona İslamcı yazarlarda paylaşıyor...
Aşağıda ki yazıda Bosna’yı kaldırıp Suriye yazıp da okuyabilirsiniz! Aynı zekâ ve ahlak düzeyine ulaşırsınız!

Türkiye fazla mı angaje oldu?
"Türkiye Bosna konusunda gereğinden fazla mı angaje oluyor" Bu soru, son günlerde Ankara kulislerinde daha sık soruluyor. Gerçi şimdilik kimse bu soruyu yüksek sesle telaffuz etmeye yanaşmıyor. Daha doğrusu yanaşamıyor. Kamuoyunun alabildiğine hassaslaştığı bir noktada, genel eğilimlerin tersine kulaç atmaya cesaret edemiyor.
Ancak Sırp tarafından gelen sinyaller orada da Türkiye’nin aktif girişimleri nedeniyle ciddi bir “anti- Türk”havasının oluştuğunu gösteriyor. Anti Türk tema ise Sırp tarafının işine geliyor. Çünkü bu Balkanlarda yeniden Türk ayak sesleri duyulması anlamına geldiği için bu temanın hem Yunan hem de Bulgaristan gibi iki kilit ülke üzerinde etkili olabileceği hesaplanıyor.

İÇ POLİTİKA KONUSU
 
Dışişleri Bakanlığı başından beri bu olayın bir Hıristiyan-Müslüman çatışması haline gelmesini engellemeye uğraşıyor. O nedenle olay hep Sırp-Boşnak çatışması şeklinde sunuluyor. Ancak son günlerde olayın bir Sırp-Türk zıtlaşması haline dönmesi ihtimali artıyor. Sırp yöneticilerinin son günlerde yaptığı açıklamalarda Türkleri hedef almaları dikkati çekiyor.

Dışişleri Bakanlığında daha çok Bosna olayının bir iç politika meselesi haline getirilmesi sıkıntı yaratıyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Bosna’ya gitmesi, şimdi de Fatma Girik ve Hasan Celal Güzel’in çatışma bölgesine gideceklerini açıklamaları bu konuyu giderek Türk iç politikasının en önemli malzemesi haline getiriyor.
Bölgeye giden her siyasetçi dönüşte prim yaptığı için kamuoyunun ilgisi ve hassasiyeti de yükseliyor. Tabi bu da Türkiye’nin zaten ileri bir noktaya gelmiş bulunan angajmanını daha da arttırıyor. Hükümet üzerinde ciddi bir kamuoyu baskısı oluşuyor.

Nitekim geçen cumartesi akşamı başbakanlık konutunda verilen kokteylde bu soruyu Demirel’e sorduğumda “ Bulunduğumuz noktadan geri gidemeyiz” cevabını veriyor.
Demirel neden geri adım atamayacağımızı ise şöyle açıklıyor:
“Hem bölgede yüklendiğimiz rol hem de kamuoyunun beklentileri açısından bulunduğumuz noktadan geri gidemeyiz.”

BULUNDUĞUMUZ NOKTA
“Bulunduğumuz noktaya” gelince;
Bulunduğumuz noktayı en güzel anlatan şey 28 aralık günü Genelkurmay Başkanlığı’nın hükümet üyelerine verdiği brifing oluşturuyor. Genelkurmay yetkilileri çok ayrıntılı haritalar üzerinde bilgi veriyorlar.
Türkiye’nin bir askeri müdahale noktasındaki imkânları da masaya konuluyor. Masadaki manzara da şu oluyor:
Türk hava kuvvetleri uçakları Türkiye’deki en yakın üsten kalktıkları takdirde dahi Bosna üzerinde ancak 4 dakika kalabiliyorlar. Uçakların mevzileri daha fazlasına imkân vermiyor.

TEK BAŞINA OLMAZ
Masanın üzerine bir paraşütle komando indirme planı da konuluyor. Ancak bu da uygulaması imkânsız bir plan olarak kalıyor. Kısaca askerler “ Biz siyasi otoritenin vereceği emri yerine getiriz ama durum da bu” demek istiyorlar.
Yani Türkiye’nin tek başına askeri bir müdahalede bulunması ihtimali yok.
Durum böyle olunca Türkiye’nin bu konudaki angajmanlarının kamuoyunu nerede ise bir askeri müdahale isteyecek noktaya getirmesi kritik bir sorun ortaya çıkarmıyor mu?
Bu soruya karşılık şu argüman ileri sürülüyor.

“Orada bir vahşet hüküm sürüyor, buna karşılık birilerinin öncülük etmesi gerekir.”
Bu argüman doğrudur. Ancak mesele Türkiye’nin bu mücadeleyi sadece kendisi yüklenmekten vazgeçip daha geniş bir platforma taşımak zorunluluğudur. Bu noktada İslam dünyasının tutumu çok önem kazanıyor.
Oysa o dünyanın tutumu ne yazık ki bir türlü istenen düzeye gelmiyor. Dün Dakar’da başlayan toplantı bunun en güzel işaretlerinden bir i oluyor. Bu toplantı konusunda bir noktayı açığa kavuşturmak gerekir. Biz başından beri bu toplantıya “ İslam zirvesi” diyoruz. Oysa bu toplantının resmi adı “6. İslam Zirvesi Genişletilmiş Başkanlık Divanı”
Toplantıya daimi komite üyesi 3 ülke olan Türkiye, Fas ve Pakistan ile Senegal, Suriye, Endonezya, Kuveyt ve Filistin katılıyor. Görüldüğü gibi Suudi Arabistan, İran, Irak, Mısır, Cezayir, Ürdün, Tunus gibi İslam dünyasının etkili ülkeleri bu toplantıya katılmıyor.
Üstelik Başkanlık divanının karar alma yetkisi de yok. O nedenle bu zirveden çok etkili bir şeyin çıkması beklenmiyordu. Başka deyişle İslam dünyası isteseydi bunun yerine karar yetkisi olan daha etkili bir platform kurabilirdi.

İSLAM DÜNYASI GERİDE
İslam dünyasının bir adım geride durması Türkiye’nin işini daha da zorlaştırıyor. İslam dünyası geri durunca Türkiye’nin bu konudaki tavrı neredeyse militanlığa dönüşüyor.
Türkiye elbette Bosna’daki dram karşısında hareketsiz kalamazdı. Elbette bütün bu çabaların harcanması gerekiyordu. Ancak bu konudaki çalışmayı Bosna’dan çok öteki ülkeler üzerinde yapmak daha doğru bir politikadır.
Özellikle siyasetçilerin Bosna ziyaretlerini bir iç politika metaı olarak kullanmaktan vazgeçmeleri yararlı olacaktır. Bundan böyle Bosna’ya yapılan her ziyaret işi kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştıracaktır.(Haber10)



 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Medyanaliz Haberleri