12 Eylül Refarandumu, Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı seçildiği 1994’ten bu yana girdiği ve önde kapattığı yedinci sandık yarışı oldu. Girdiği tüm seçimlerden Erdoğan nasıl galip çıktı işte cevabı
NEDEN HEP O KAZANIYOR?
Prof. Dr. Deniz Ülke ARIBOĞAN İstanbul Bilgi Üniversitesi mütevelli heyeti üyesi,Uluslar arası hukuk ve politika dergisi editörü ve köşe yazarı Bahçeşehir Üniversitesi eski rektörü.
12 Eylül Refarandumu, Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı seçildiği 1994’ten bu yana girdiği ve önde kapattığı yedinci sandık yarışı oldu.
Bütün yarışlarda daha güçlü çıkan Başbakan Erdoğan’ın seçim sandıklarındaki başarısının gerisinde ne yatıyor?1994 yılında yüzde 25.1 oy alarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaset hayatındaki bu başarısında muhalefetin zayıf olması mı,yoksa vaat ettiği değişim mi etkili oldu.
Siyasete Milli görüş geleneğinden gelen Erdoğan’ın şimdi sol söylemlerle bazı solcuları bile şaşırtıyor.bu söylemler başarısında etkili oldu mu? 2007 yılındaki genel seçimlerinden sonra “statükocu zihniyeti değiştireceğiz” söylemi ne kadar etkili oldu..
Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısını siyaset bilimciler,sosyologlar,stratejistler ve gazeteciler değerlendirdi.
Duruşu geleneksel,vizyonu modern,gücü karizması..
VAATLERİ Mİ, KARİZMASI MI ETKİLİ OLDU?
Meydanlarda rakipsiz
Girdiği tüm seçimleri kazanmasının hem Tayyip Erdoğan’ın bir lider olarak kapasitesiyle hem de AK Parti’nin toluma yönelik mesajları ve vaatleriyle ilgisi var.
Erdoğan liderlik karizması çok yüksek olan birisi ve gerek beden diliyle gerekse söylemleriyle halkla iç içe ama halkın üzerinde bir görüntü veriyor.Meydanlara indiğinde kesinlikle rakipsiz.
Seçimler konusunda arık çok tecrübeli.Nerede ne mesaj vereceğini çok iyi biliyor.Zaman zaman yanlış ve kendisini zor duruma sokan ifadeler de kullanıyor ama halk bunu onun doğallığı olarak kabul ediyor.
AK Parti’nin söylemleri de direkt olarak halkın gündelik yaşam pratiğine yönelik ve kitlesel bir merkez sağ partinin Türkiye’de yerleşik bir oy potansiyeli var.
Bugünkü yapısıyla “AK Parti yeni bir vizyon ama geleneksel bir duruşu” simgeliyor.Halk değişimi ve sürekliliği bir arada tutan bu yapıya sıcak bakıyor.
Tarihsel olarak bakıldığında Türk siyaset tarihinin muhafazakar ve değişimci kanadın mücadelesi olarak geçtiğini görmek mümkün.
İlginç olan 20 yüzyılın ikinci yarısında itibaren değişimci geleneği Türkiye’de hep sağ partilerin sahiplenmiş olması.DP,AP,ANAP,AK PARTİ aslında birbirinin devamı niteliğinde.
Sol partiler normalde olması gereken duruşlarının aksine sistemi muhafaza etme arzusunda olan ve değişimden rahatsızlık duyan bir görüntü veriyorlar.
İlerleme kavramını 20.yüzyıl’ın ilk yarısında sabitlenme olarak algılayınca,devrimsel dönüşümlerin yaşandığı bir yüzyılda durağanlığın simgesi haline geliyorlar.
Korkudan beslenen ideolojik söylemlerle buraya kadar gelmek mümkün.Gerçek sol bir kimliğin bugünün düzeninde olağanüstü bir tabanı var.
Değişim dönemleri geniş kitlelerin sıkıntılar çektiği dönemlerdir.ve geniş kitleyi sahiplenen bir sol söylem ciddi destek görebilir.
CHP maalesef yüksek gelirli mahallelere ve kıyı şeridine hapsolmuş durumda. MHP ise ideolojisini yenileyemedi oysa en büyük gücünün ideolojisi olması gereken bir parti.
Erdoğan,iktidar partisi olmasına rağmen tıpkı bir muhalefet partisi gibi düzeni eleştiriyor,şikayet ediyor. Oluşturulan imaj bir yerlerde iktidarın dışında bir takım muktedirlerin olduğu ve AK Parti’nin bunların kötülüklerine karşı mücadele eden bir parti olduğu biçimde.
Bu gerçekten de çok başarılı bir strateji:”Soyut,tanımlanamaz kötülük figürlerine karşı,somut muhalif savaşçılar”.Kurmay kadrosu gerçekten çok iyi.
Muhalefet partilerinin ise çok yetersiz.Son örnek tarihe mal oldu sanırım.oy kullanmayı becerememiş bir liderden çok,onun yoğunluğu sırasında basit bir kayıt sorununu çözememiş kadrodan bahsetmek gerekiyor.
Liderine ihtiyaç duyduğu fikri desteği verememeleri bir yana,pratik problemlerde bile çok yetersiz bir durum var ortada.
SAĞDA OLAMSINA RAĞMEN SOLCU SÖYLEM Mİ KULLANIYOR?
Ümit FIRAT ‘Kürt aydını’ kimliğiyle tanınan gazeteci yazar.1992’de Helsinki Yurttaşlar Heyeti’nin kurucuları arasındaydı.1994’te YHD’nin Güneydoğu illeri Örgütlenme sorumlusu.
Ahmet Kaya’ya ağlıyor,bu insanları etkiliyor
Türkiye yanlış kullandığı için Erdoğan kazanıyor.28 şubat dönemi var,bu da 12 Eylül ile bağlantılı bir süreçtir.Türkiye’deki vesayetçi sistemin bir kez daha kendini hatırlatması, postmodern darbe olarak adandırıldı,28 şubat süreci sonrasında Refah partisi kapatıldı ama bu vesayetçi süreç etkisini sürdürdü.
Bu süreçte Türkiye’nin gelmiş geçmiş en olmaması gereken hükümeti iktidardaydı.Dünya hızla değişiyordu ama Türkiye kendi eski rejimine yüzünü dönmüştü.Ekonomik sıkıntılar yaşandı.
Dünyada ve Türkiye’de adil düzen arayışı vardı.Tüm bu yolsuzluk,hırsızlık,adaletsizlik sürecinden sonrasında tabii ki muhafazakar eğilimli,statükonun içinden olmayan, muhalefet eden bir partinin önü açıldı.
Erdoğan sağcı olmasına rağmen solcu söylemlerle halka ulaşıyor,bu solculara da çok tuhaf geliyor.Ahmet Kaya ile özel bir anısı nedeniyle gözyaşı döküyor,bu insanları etkiliyor.
Solcular bunu anlamıyor neden gözyaşı döküyor diye.Bunun normal olması gereken bir şey olduğu solcular tarafından net olarak anlaşılamıyor.
AK Parti’li olmayıp da AK Parti’ye destek verilen nokta da bu oluyor.Türk siyasi hayatına bakıldığında bir partiyi destekleyenler o partiyle aidiyet bağı kurar,AK Parti’de bu yok.
İnsanlar hem AK Parti’li değil hem de AK Parti’ye destek veriyor,neden çünkü alternatifi yok.Bugün AK Parti’nin büyük bir kitlesel desteği var ama bu kitlesel desteğin tümü partililerden oluşmuyor.
Sokakta AK Parti ile en ufak bir bağı olmayan insanlar seçim sandığı kurulunca AK Parti desteklemesi bunun göstergesi.AK Parti alternatifsiz kaldı.AK Parti,devletin gücünün çehresini değiştirdi.
Örneğin sıradan bir yurttaş geçmişte hastalığını sineye çekip hastaneye gitme cesaretine sahip değilken ‘hiçbir şey yapmayacaklar,boşu boşuna gideceğim,oradaki memurdan birde azar işiteceğim’ diye düşünürdü.Şimdi çatır çatır gidiyor derdini anlatıyor.
Muhalefet “Niğde’de içkili lokanta bulunmuyor” diye şikayet ediyor,fakat 20 sene öncede Niğde’de içkili lokanta bulmak zordu.
Muhalefet eski söylemleri yeniymiş gibi vatandaşa sunuyor ama kimse artık bu söylemlere yüz vermiyor.
Geçen hafta Kılıçdaroğlu Baykal’ın da katıldığı Antalya mitinginde “referandumda evet çıkarsa Türkiye bölünür” dedi.Bugün 13 Eylül ve Türkiye bölünmedi..
Ruşen ÇAKIR
SİYASTİ HEM ‘DAVA’ HEM ‘MESLEK’ OLARAK GÖRDÜ
Recep Tayyip Erdoğan’ı, RP İstanbul İl Başkanlığı’ndan beri,yaklaşık 25 yıldır bir gazeteci olarak bilir,tanır ve izlerim.
Hatta 9 yıl önce meslektaşım Fehmi Çalmur ile bilikte “Bir Dönüşüm Öyküsü” alt başlığıyla kendisinin biyografisini yayınlamıştık.
Bu birikimimden hareketle,”Erdoğan nasıl oluyor da 1994’den beri girdiği tüm seçimleri kazanıyor?”sorusuna vereceğim ilk cevap rakipleri,düşmanları yüzünden,daha doğrusu sayesinde” olacaktır.şunu söylemek istiyorum:
1994 yerel seçimlerinde RP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğunda,Türkiye’yi yönettiğini,bu ülkenin ekonomik, kültürel,toplumsal ve siyasal hayatını yönlendirdiğini düşünen (ve bekli de sahiden böyle olan)çevreler Erdoğan’ı küçümsedi.Onu tanımaya, anlamaya çalışmadı.
Badirelerini anlattı:
Başkanlığı kazanması bir “kaza” olarak görüldü,bu zor görevi eline yüzüne ulaştıracağı,uzun süremeyeceği düşünüldü.Hapse girmesi,aynı çevreler tarafından siyasi kariyerinin sonu olarak görülüp sevinçle karşılandı.
RP(daha sonra FB)içinde onun başını çektiği “yenilikçi” kanata pek bir şans tanınmadı.Ardından yine onun liderliğinde kurulan AK Parti’ye belli bir kredi verildi ancak bu partinin nasılsa kısa süre içinde kendileriyle işbirliği yapmak zorunda kalacağı;eğer kendi dümen sularına girmezse sistem tarafından (asker,yüksek yarı vs.)tasfiye edileceği düşünüldü.
Fakat yanıldılar.Erdoğan Türkiye’deki mevcut sistemin geleneksel sahiplerinin sandığı gibi kolay bir lokma çıkmadığı gibi,işi kendisini tasfiye etmeyi tasfiyeye adar götürdü.
Siyasi hayatında önüne çıkarılan bütün badireleri,er yada geç, bi şekilde atmayı beceren Erdoğan’ın önüne “Türkiye’nin,halkın seçtiği ilk başkan ”olma hedefini koyduğunu ve bunu engelleyebilecek pek bir güç bulunmadığını görüyoruz.
Küresel Fırsatlar :
Tabii Erdoğan’ı bugünlere sadece rakipleri ve düşmanları getirmedi. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu blogu’nun çözülmesiyle birlikte yaşanan küresel değişim ve dönüşümlere kendini hızla adapte edebilmesinin de altını çizmek lazım.
Düşmanları onu “BOP Eşbaşkanı” veya “ılımlı İslam’ın Türkiye ayağı” gibi gerçekle pek ilgisi olmayan yaftalarla mahkum ettiklerini sanmaya devam etsinler, Erdoğan,İslam dininin,özellikle de onun siyasal yorumlarının küresel bir olgu haline gelmesinin dezavantajlarından olabildiğince uzak durup avantajlarını sonuna kadar kullanmaya çalıştı,çalışıyor.
Bir bilanço çıkarılacak olursa artı hanesinin daha kalabalık olduğu görülecektir.Bu arada merkezde yer alma iddiasındaki partilerin,en çok da CHP’nin, AB üyeliğine her geçen gün daha mesafeli bakması da, bu projenin şampiyonluğunu yapan Erdoğan’ın imajını ,sadece Avrupa’da değil,tüm Batı dünyasında,hatta İslam aleminde de büyük ölçüde parlattı.
DOBRALIK:
Dış etmenleri hızla özetledikten sonra Erdoğan’ın kişisel bazı özelliklerini de vurgulamaya çalışalım.Öncelikle şu noktaya dikkat çekmek isterim:rakip ve düşmanlarının Erdoğan’da “defo Olarak gördüğü hususlar pekala onun toplumun belli kesimleri tarafından daha karizmatik görünmesine yol açabiliyor.1994’de merkez medya Erdoğan’ın kaçak gecekondusu olduğunu kanıtlayıp onu köşeye sıkıştırmak isterken,onun İstanbul’un yoksul ve yoksunlarıyla daha hızlı kucaklaşmasına sebep olduklarını pek geç fark etmişlerdi.
Benzer şekilde onun bir siyasetçide alışık olmadığımız bazı düz ve hayli sert çıkışları da,medya tarafından şikayet konusu yapılırken seçmenin bir bölümüne “helal olsun dobra adam” dedirtti.
Bu yüzden Erdoğan’dan söz edilirken sı sık onun hem Karadenizli,hem Kasımpaşalı olmasının,bu arada futbolculuk geçmişinin altı çizilir.
Kuşkusuz bunlar onu anlamamızda önemli.Aynı şekilde onun dindar kimliği de,siyasi kariyerinde önemli bir faktör olmuştur;en azından onun siyasete bir meslek”ten ziyade,bir” dava” gibi görmekle birlikte son derece ciddiye alması,olabildiğince profesyonelce yapmasıdır.
EKİP ÇALIŞMASI:
Bu bağlamda Erdoğan ekip çalışmasına çok önem verir ve bunu son derece başarıyla yürütür.Örneğin AK Parti mitinglerine gittiğinizde neredeyse bir görevli danışmanlar ordusuyla karşılaşırsınız.
Diğer parti liderleriyse bir-iki koruma,birkaç kurmay ve gittikleri yerdeki il başkanları vs. ile karşınıza çıkarlar.Teknolojiyi çok yakından takip etmeyebilir ancak ailesinden veya yakın çevresinden birileri muhakkak takip eder ve bunun imkanlarını onun hizmetine sunar.
Daha lise çağlarında,tersanede tamir için bekleyen gemilerin üstüne çıkıp nutuk atma antremanları yapmış olan Erdoğan’ın ,Türkiye’nin “prompter”(metin okuma cihazı)kullanan beki de ilk ve yine belki de tek lider olması,bu nedenle şaşırtıcı değildir.
Sonuç olarak Erdoğan siyasette bir yandan geleneksel ilişki ağlarını ve değerleri sonuna kadar kullanırken öte yandan modernliğin tüm niteliklerini hiç çekinmeden davasına aktarabiliyor.
Diğer bir deyişle Erdoğan siyasette gelenek ile modernlik arasında bir kaynaşmayı hayata geçiriyor.İşte bu da ona başarının kapılarını açıyor.
Değişimi Anlatması başarısında etkili oldu mu?
Prof .Dr. Fuat KEYMAN Koç Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü öğretim üyesi,Küreselleşme ve Demokratikleşme Araştırma merkezi direktörü,Ekonomi ve Dış Politika Araştırma merkezi kurucu yön.kurulu üyesi.
Türkiye’nin ve dünyanın değişimini iyi okuyor.
AK Parti’nin ve Başbakan Erdoğan’ın hep kazanan olmasındaki en büyük faktörlerden birisi değişimin taşıyıcısı durumunda olmaları.
AK Parti parti olarak ve Erdoğan da bir lider olarak hem dünyanın değişimini hem de Türkiye’nin dönüşümünü iyi okuyarak kendilerini değişim taşıyıcı aktörü konumunda sunuyor.
Bu yönüyle de diğer partilerden farklılar.Bu sunum esnasında değişim potansiyellerini ön plana çıkartan olumlu ve proaktif bir söylem içerisinde muhalefetin zayıflığı, Türkiye’nin ve dünyanın değişimini iyi okuyamaması Türkiye’yi yönetecek bir proje sahibi olmaması AK Parti’nin ve Erdoğan’ın olumlu algılanmasına neden oluyor. Muhalefet alternatif olamıyor, böyle bir algıyı oluşturamıyor. En önemlisi de AK Parti ve Başbakan Erdoğan eleştirildikleri zaman bile çok çalışkan olmaları temelinde takdir topluyorlar…
Statükoyu Zorladığı İçin mi Kazanıyor?
Prof. Dr Nülüfer Narlı MÜ Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi Sosyoloji ve Antropoloji Anabilim Dalı Başkanı ABD’de ‘kadın ve siyasal katılım’ konusunda çalışma yaptı
Statükoyu Zorladı
Güçlü bir taban politikası ilk seçimlerde başarı sağladı. AB ve uyum sürecine önem verilerek kentli orta ve üst sınıfları kazandı. Yeni kentleşen dindar muhafazakar orta sınıfları ve kent yoksullarını zaten yanına almıştı.
İktidar partisi olmanın gücü ve kadrolarını kurmanın avantajı başarı kazanmasında önemli . Bu referandumda bu faktör önemli rol oynayan dinamiklerden birisi. Ayrıca 2007 seçimlerinde statükoyu zorlaması desteğini daha da artırdı.
Muhalefet yeterinde güçlü olamadı. Kılıçdaroğlu muhalefet olarak gücünü arttırıyor fakat AK Parti karşısında büyük bir başarı gösteremedi. Yenilik isteyen dindarlar olduğu kadar, laik kesimden de referandumda oy aldı.
Taban ve kurmay kadrosu çok güçlü. Halkla ilişkilerde çok başarılı. Solcu söylem kullandığı gibi işkence ve insan haklarını öne çıkararak büyük bir destek sağladı