EY SEVGİLİ!
En Sevgili'nin En Sevgilisi !
Sen; ışığa hâmile kapkaranlık bir dünyaya inen, bir kutsal nûr idin. Ve insanlar çöllerde suya hasret, çoraklaşmış yürekleriyle, Senin nûrunu bekliyordu. Bu onulmaz zamanda, bu amansız zamanda En Sevgili, En Sevgilisini sunuyordu insanlığa. Ve En Sevgili, sonsuz bir lütûfta bulunuyordu çöllerde susuz kalmışlara.
Ey yokluğun bağrına atılan ilk varlık tohumu, Kâinat’ın nûru!
Sen Câhiliye’nin üzerine bir medeniyet nûru gibi doğdun. Küfrün bağrına bir ışık hançeri gibi doğdun. Sen insanlığa bir rahmet, bir lütuftun.‘’İçlerinden kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan (kötülüklerden, münkerden) onları temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur.’’ (Âl-i İmran,3/164)
Bugün bütün insanlığın bayramıdır. Bugün, En Sevgili’nin Seni Kâinat’ın semâsında ebediyete kadar nur saçsın diye bir nûr-u kandil gibi astığı gündür.
Bilirim hiçbir kelime, hiçbir beşer senin gelişini, senin nûrunu târif edemez. Nûrun kalplere doğdu. Bütün yeryüzünü aydınlattığı gibi, kalpleri de aydınlattı. Sen, kalplerin gizli hazinelerinde saklısın. Sen, kalplerin gizli bir dilisin. İlâhi mesajlarınla kutsi tavırlarınla, İnsanların kalplerinden ışıklı bir âleme kapılar açtın. Ve böylece, ışık yüzlü sevdâlıların oldu. Ve o ışık yüzlü sevdâlıların, ukbâlara kanat açıp, sonsuzlaştılar.
Bütün insanlık, Senin ışığınla yönelirken mutlak Sevgili’ye, Senin nûrunu göremeyen talihsizler de var elbet. Işığını algılayamadılar onlar. Oysa onlar için neler yapmadın ki. Cehennem’in alevleri arasına fütursuzca dalan insanlara, o müşfik ellerini uzattın da tutmadılar. Neler yapmadın ki bu uğurda.
Ağaçları yürüttün inanmadılar.
Taşları konuşturdun inanmadılar.
Hatta Ay’ı ikiye parçaladın da bir parmak işâretinle, yine inanmadılar.
Bile bile gittiler alevler arasına. Arkalarından sızlayan yürek, yine Senin yüreğin oldu. Ve biliyorsun ki insanlar alevlerin arasına bile bile hâla gitmekteler.
Sana ulaşmak; Dünya ve Âhiret mutluluğunu yakalamaktır. Seni uzaktan da olsa tanımak; Cennet ırmaklarını temâşa etmektir. Seni sevmek; Cennet’te seninle berâber yaşamaktır. Seni yüzlerce yıl önce öldü sanıyorlar. Oysa o kadar yakınsın ki. Seni sevmek o kadar kolay ki...
Ey Âlemlerin gerçek nûru!
Seninle biz Dünya ile Güneş gibiyiz.
Senin ışığın kendinde ve Senin ışığın olmazsa biz bir hiçiz. Güneş olmazsa, Dünya’da hayatın olmayacağını bilenler, Sen olmazsan Kâinat’ın olmayacağını bilmiyorlar. Oysa Sen, değil Güneş, bütün Kâinat’ın nûrusun.
Ve sonra; iyiye, güzele, doğruya ait ne varsa insanlığın yüreğinde, hepsinin zirvesi Sende tecelli etmiştir.
O güzel yüzünle, O hüsn-ü niyetinle bütün insanlara yol gösterici oldun. Ve en değerli mücevherlerle dolu olan, o kutsî kitabın mücevherlerini cömertçe dağıttın insanlığa. Bütün Kâinat gönül zengini oldu Senin cömertliğinle.
Sesinin ulaşmadığı kulak kalmadı. Ama sesinin girmediği yürekler oldu. Kilitliydiler onlar, kilitlenmişlerdi kör bir inat uğruna. Ve bugün o yüreklere; kin düştü, yalan düştü. Ve o yürekler; günah adına ne varsa yeyip şiştikçe şişti.
Sen O güçlü nefesinle çöllerde öyle fırtınalar estirdin ki, kimisinin gözlerine kum olup doldun ama yüreğine girdin. Kimisi de hem yüreğini hem gözlerini kapattı Sana. Estirdiğin fırtına öyle bir fırtınaydı ki ovaları tepe, tepeleri dağ yaptın. Işığınla öyle baharlar oluşturdun ki gönüllerde, Cennet’ten bir köşeydiler.
Ama kışlarını bahara çevirdiğin bazı gözler,
bahar çiçeklerini kar gibi gördüler.
Onlar ne de talihsizdiler.
Senin nûrunla bakılmayan Kâinat karanlık
Senin Nûrunla bakmayan göz kör
Senin nûrunla dolmayan kalp vahşidir.
Sen yaratılmışların en şereflilerinin en şereflisisin.
Sen muhabbet fedâilerinin şâhısın. Sen mutluluğun vesilesi, hidayet güneşisin. Hakîkatin ışığısın. Hakk’ın yeryüzündeki nûrusun. O ışığınla vahşi insanları merhamet âbidesi hâline getirdin. Medenîlere baş eyledin. O nûrunla kalplere muhabbet iksiri taşıdın. Nefislerin saltanat sürdüğü ruhları nurlandırdın. Nefsin saltanatını yıkıp, ruhlara Sultân oldun.
Ey Kâinat'ın hayat iksiri!
Sen Kâinat kitabının bitmeyen mürekkebisin. Bir ulu ağaçsa şayet yeryüzü, Sen onun çekirdeğisin ve meyvesisin. Bir insansa eğer Kâinat, sen onun hem aklı hem de ruhusun. Ve Cennet bahçesi dersek Kâinat’a, sen onun susmayan bülbülüsün. Ve şayet büyük bir saraysa o, Sen o sarayın donatıcısı ve hizmet edicisisin. Kapına gelen herkesi içeri alıp, ikramda bulunansın. Nûrundan damlatansın.
Ve kalpler; ya Dünya’da senin nûrunla tanışacak ya da Âhiret’ te Cehennem’in nârıyla tanışacaktır.
Ey Sevgili, nûrundan bir damlaya talibiz bugün.
Arifhan AKPINAR / Haber 7
arifhanakpinar@hotmail.com