En iyi filmi hangisi?

Yılmaz Erdoğan çektiği en iyi filmin hangisi olduğunu açıkladı...

Yılmaz Erdoğan bu gişenin kendisini şaşırttığını, seyircinin patlama yapmadığını söylüyor ve ekliyor: “Bu film bir denemeydi aslında. Bunun şaşırtıcı olacağını konuşmuştuk. Ama böyle tam yekün beğenileceğini bilmiyordum.” Ama sanırım bunların hiçbir önemi yok artık, çünkü bu hafta Belçim ve Yılmaz Erdoğan"ın bir oğulları oluyor. 15 yıl aradan sonra 2"nci kez baba olacak Erdoğan oğlunun sır gibi sakladığı adını bana söyledi ama yazamıyorum.
2005 yılında Organize İşler"i yaptıktan sonra ortadan kayboldunuz sanki... 4 yıl film yapmayı seven bir adam için uzun bir ara değil mi? Nasıl geçti?

Çok çalıştım. Bu 4 sene içinde Mutfak"ı yarattık, yaptık. Yazımının yarısı bitmiş, üç tane senaryom var şu an. Sinema olarak ortada yoktum belki ama sinema için çok çalıştım. Amerika"ya gittim bir ay. Los Angeles"a... Yalnız yalnız dolaşırken, aslında arkadaşlar vardı ama o şehir herkesi bir yalnız yapıyor, senaristlerin aldığı beş tane farklı dergi gördüm, hepsini aldım. Seminer ilanları vardı. Robert McKee"nin seminerini gördüm. Senaryo gurusu bu adam. Senaryo yazmada bir numaralı isim.

Plato yayınlarının çıkardığı "Story." Senaryo Yazımının Özü kitabını yazan değil mi?

Sen nereden biliyorsun?

O kitap harika bir kitap. Onun seminerine mi gittiniz?

Las Vegas"da üç gün, her gün 12"şer saat olan semineri vardı, gittim. Başka work shoplarına misafir olarak katıldım, baktım ne yapıyorlar diye. Ve gerçekten hiç bilmediğim şeyler öğrendim ama şunu da anladım, okulun kötü tarafı da önce kuralları ve yasakları öğretmeleri. Bu da yaratıcı düşünceyi bir yere hapsediyor. McKee şunu söylüyor “Buraya gelen herkes eminim harika şeyler yazıyordur, yazmıştır da ama benim öğrettiğim prensipleri bilirseniz hep iyi yazarsınız.”

ABD"ye senaryo gurusunun kursuna gittim o her şeyi değiştirdi


Neşeli Hayat diğer filmlerinize senaryo olarak benzemiyor zaten, bu yüzden mi?

Bir fikri 110 sayfa haline getirmek dünyanın en çileli işidir. Üç yıl boyunca Neşeli Hayat"ın 9"uncu taslağını yazdım 10"uncuyu da çektik. Basit bir adamın basit bir hikâyesini elde etmek için çok uğraştım. Epey zamanımı aldı. Happy Christmas Rıza Abi"yi ben seminere gitmeden yazmıştım. Üç taslak yazmıştım. Döneceğim, çekeceğim durumundaydım. Gidince, McKee"yi dinleyince değişti. O abi klasik örgüyü anlatıyor. Bir hikâye, bir kahraman ve kahramanın dönüşümü. Bunu uyguladığım için sinemadan anlayanlar mutlu oldu bu filmde. Ben daha çoklu bir anlatım yapıyordum. Bu da yasak değil. Ama klasiği bilmeden ona geçince ister istemez hata oluyor.

McKee şunu anlatıyor, karmaşık hikâye peşinden gideceğine bir kahramanın karmaşıklığını yaz...

Evet, biz de olaylar kahramana yön verir, kahraman olaylara yön verecek... Neşeli Hayat"ta her şeye Rıza"nın kendisi karar verdi. İlk kez bir kahramanın psikolojisinin içine bu kadar girdim. Daha önce o psikolojiye girip çıkıyordum. Tam girince Rıza ne istediyse biz onu çektik.

Filmden kötü fragman olmaz ama biz bunu başardık

Neşeli Hayat"ın ilk taslağında ne vardı? İlk hikâye neydi?

Bir kızı vardı. O zaman çok kafaya taktığım bir şey vardı, hâlâ aklımda aslında omurilik eğriliği, skleroz. Kızı da sklerozdu. Rıza"nın problemi buydu. Beş-altı kere bu taslağı yazdım ben. Hiçbirisinde hasta çocuk duygusunu aşamadım. Bütün zarafetimle anlattım ama gene hasta çocuk hikâyesi oldu. Aşçı da değildi, lokanta açmıştı ama inşaatçıydı. Sekiz taslak böyle geldi, sonra yüce rabbimin işi işte, bir gün Mutfak"ta ilk okumada bizim aşçı Mustafa dedi ki “Abi senin okuduğun bu hikâye benim başımdan geçti.” “Lokanta açtım sonra saadet zincirine gittim” deyince, bütün senaryodaki boşluklar birden doldu. Mustafa doldurdu. Ondan sonra koca senaryoyu yeniden yazdım, dört günde.

Neyi yaptınız bu senaryoda peki?

Tiyatro yazarlığından geliyorum. Bütün skeçler yazıyordum ama çok sevdiğim insanlar bana “Skeçler yerine başından sonuna kadar bir öyküyü yazsan” demişti. “Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?”yü yazmıştım. Neşeli Hayat da sinemadaki ateşböceğinin karşılığı gibi. Dramatik kurgudaki bu değişiklik. Bir de izah yok. Bunlar bizim için yeni şeyler.

Bu kadar beğenileceğini biliyor muydunuz?

Bu bir denemeydi aslında. Bunun şaşırtıcı olacağını konuşmuştuk. Ama böyle tam yekün beğenileceğini bilmiyordum, aklıma da gelmedi doğrusu. Bir daha da olmaz. Filmle ilgili en başarısız yaptığımız şey, fragman. Ben yaptım, benim hatam. Bu türün ilk örneği ya, biz de tam çakamadık durumu. Şöyle bir alışkanlık var ya “Aman hikâyeyi vermeliyim...” Neden vermeyelim canım? Film 110 dakika. 2 dakika 10 saniye bir şey vereceksin. Hepsini versen ne verebilirsin ki. Vizontele"de fragmanımız harika olmuştu. Ömer Faruk Sorak yapmıştı. O günden bugüne hâlâ iyisini yapamıyoruz arkadaş. Filmden kötü fragman olmaz, biz başardık.

Erdoğan, Nuri Bilge Ceylan"ın yeni çektiği filminde oynuyor

Bu kadar ne yaptığını bilen, ne istediğini bilen, ekip ve oyuncusuyla birlikte aramayı, öyle bulmayı seven bir ustayla çalıştığım için çok mutluyum. Harika bir set var. Ve sadece oyuncu olmak da müthiş bir lüks. Çok zevkli bir sürecin içindeyim Nuri Bilge"yle çalışırken. Hâlâ devam ediyor. Cannes Film Festivali için hazırlanan bir film. Martta çıkacak. İlk orada gösterilecek. Ama hiç konuşmamızı istemiyorlar. O yüzden daha fazla bir şey söyleyemem filmle ilgili. Neşeli Hayat"ı çekerken inşallah bunun galasında ben sette olurum demiştim. Öyle de oldu ama başka bir sette. Bu harika. Nuri Bilge Ceylan bana film için ilk geldiğinde - eve geldi-”Bir şey var ama bilmem kabul eder misin“ dedi. Ben de ”Kesin kabul ederim, söyle, söyle“ dedim. Anlattı. Hemen kabul ettim. Ben de filmi bitirmişim. Bir yere gitmem gerekiyordu. Nuri"nin seyretmesini istedim, ”Sen git ben seyrederim“ dedi. Bitince aradı ”Tamamdır, harika olmuş“ dedi. Hatta final sahnesi ile ilgili bir yorum yaptı, çok doğruydu onu değiştirdim. Karısı hamileydi benim yaptığım. Sonra onu attım. Çok, çok sevdiğim biri Nuri Bilge Ceylan.”

Seyircinin “Sen git Rıza gelsin, o daha tatlı” diye düşündüğünü hissediyorum

Filmi de iki kez çektiniz. Sanırım flu sahneler oldu...

Her şeyin üçte ikisini bir daha çektik. Bunun talihsizlikten bile öte bir şey olduğunu düşündüm ama çekime girince öyle yeni şeyler ekledik ki, bunun bir fırsat olduğunu anladım. Ben bundan sonra ilk bir hafta çektiklerimi HD çekeceğim, eğer 35 çekiyorsam, prova gibi. O karakter olmak o kadar kolay bir şey değil çünkü. Oynamadığın hissini vererek oynamak bir meseledir. Ve role alıştıkça açılır. İkinci çekimde Rıza"nın tam kimliği oluştu. Belki birçok sahneyi bir daha çekerdim bütünü seyredince ama hepsini çekmezdim, böyle oldu çektik. İkinci çekimde Rıza “elektrikleri kapat” demeye başladı. Rıza"yı çok düşündüm, hâlâ da çok düşünüyorum. Seyircinin “Sen git Rıza gelsin, o daha tatlı” diye düşündüğünü hissediyorum hatta bazen televizyon programlarına çıktığımda.


Komedyen gibi oynamadım gerçekten Rıza oldum


Yılmaz Erdoğan oyunculuğu müthiş diyorlar... Buna katılıyor musun, gerçekten oyunculuğun da çok mu ileri bu filmde.

Ben daha önceki filmlerimde senaryonun da öyle istemesi yüzünden ve öyle de bildiğimiz için daha komedyen gibi oynadım. Organize İşler"de Cem Yılmaz"ın mekanına giden adamlar, şakanın farkında adamları oynuyorlar. Bu dört yıllık süreçte de bununla uğraştık, oyuncu yetiştirirken birçok şey öğrendim. Sette de Rıza oluyordum. Ona hürmet ederek oynadım. Yönetmen kısmını anlatıp devrediyordum. Ama bu kadar sahici bir yere geleceğini düşünmemiştim.

Peki o mahalle gerçekten var mı, siz mi kurdunuz?

Yaşar Kartoğlu ve ekibi bizim prodüksiyon tasarımcımız. Ben ilk ona anlatıyorum. O mekanları buluyor, beraber dolaşıp bakıyoruz. Bu sefer hiç dekor yapmadık. Reşitpaşa orası. O mahalle. Evlerin içini yaptık. Bence filmin en iyi oyuncusu Rıza"nın evi. Müthiş oldu. Mekanlarımız çok iyi oldu.

İki ay bununla uğraştık. Civardaki bütün evleri dolaştık. Erdal Tosun götürdü beni o mahalleye, çok güzel. Aslında başka evde çektik önce. Bir daha çekmemiz gerekince, iki ay sonra gittiğimizde bahçede çilek ekmiştik, yaz geldi tabii bunlar açmış. Ama bana kış lazım. Gece 11"de elimde fener, yeni ev arıyorum. Çaldım bunların kapısını, açtılar ilk söz “Sen niye bizim evde hiç çekmiyorsun” oldu. Dedim “Çekiyorum.” Müthiş de bir mekan çıktı.

Sesle ilgili sorun var diyorsanız bizden değil, sıkıntı sinemalarda

Kaç kişi izledi?

Üç hafta oldu, 900 bin. Seyircide bir patlama olmadı. Normal gidiyor ama şaşırdım.

Çok az değil mi? Herkes çok beğendi, seyirci niye gitmiyor? Mutfak ekibi çok başarılı ama acaba seyirci başka oyuncu mu istiyordu?

Çok Güzel Hareketler"le bunu karıştırmasın seyirci. İki film yaptık, biri Ocak ayında vizyona girecek, Çok Güzel Hareketler"in sinema şovu. Biri de Neşeli Hayat, benim yaptığım. Haşmet Babaoğlu çok sevdiğim bir yorum yaptı “Yılmaz Erdoğan"ın bu kadar umutlu bir final yapacağını düşünmezdim.” Çok doğru, benim yaptığım ilk umutlu son. Bu sezon vizyona girenler arasında birinci ama benim filmlerime göre yavaş gişesi.

Sesle ilgili bir sorun var mı? Bu tip şeyler duydum.

Harika soru, iyi ki sordun. Neşeli Hayat"la ilgili bir sorun var, aslında birçok filmde var. 5+1 tekniğiyle, ses kaydı olarak diyorum, çekiyoruz biz filmleri. Bazı sesler arkadan gelir, bazıları yandan falan. Eğer bir seyircim filmi izlemiş, sesle ilgili bir sorun olduğunu gördüyse bu sinemayla ilgilidir bizle değil. Yüzde 95"inde bu ayar yok çünkü. Renk de aynı sorunu taşıyor. Doğru akordu bu filmde bulduğumuzu sanıyorum. Ama sinemalar kendilerini yenilemiyor. Rıza fısıltı ile konuşan bir adam. Düşük sesle güldüren ya da üzen bir adam. Müzik biraz fazla gelince, filmin tüm akordu bozuluyor.

Ardından hemen başka film çekecek misiniz?

"Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü"nün filmini yapmak istiyorum. Ciddi bir prodüksiyon. Beş dönem anlatan bir film. Gündemde ilk o var.

15 yıl sonra baba olacağım diye heyecanlıyım, bu hafta doğuyor

“Bu konuya girince duyduğum mahçubiyetin nedenini ben de bilmiyorum. Pin kodumda çok su olmasından. Sevgi konusunda o kadar yoğun ve ciddiyim ki. Kaybetme korkusu konusunda öyle doluyum ki. Hep önceden kötüyü düşünüp tedbir alırım. 42 yaşındayım tekrar baba oluyorum, 15 yıl sonra. Çok mutluyum. Çok heyecanlıyım. Önümüzdeki hafta doğacak inşallah. Ama biz de evlat kelimesinin ötesi susmak. Ne diyeyim şimdi ben. Günlüğe ”Oğlum olacak“ diye yazıyorum. Sonra da susuyorum ve dua ediyorum. Eşya biraz biraz aldık. Siyah beyaz zıbını hazır. Sadece Berfin varken babam, "Bir hayalim var yıllar sonra etrafımda Mustafa"nın oğlu, Yılmaz"ın oğlu, Deniz"in çocuğu olsun. Bir karmaşa olsun istiyorum" dedi. Bu oldu.”

Pin kodu, kaderiniz

“Günlük hayatta artık insanların adını soracağıma doğum tarihi soruyorum. Dougles Forbes bunun kitabını yazmış. Şimdi çıkacak Kaderin Pin Kodu kitabında önsözü ben yazdım. Gerçekten çok ilgiliyim bu işle. İddia şu, bizi oluşturan hava, su, ateş, toprak elementlerin dağılımı doğum tarihimizde saklı. İlk duyduğumda ben de tam inanmadım. Ama Douglas"la sohbet ettikçe, işin içine girdikçe yüzde yüz doğru olduğunu gördüm. Hem çok basit hem çok derin bir mesele. Doğum tarihi biliyorsanız, o kişinin nasıl biri olduğunu hemen gösteren bir şey. Empatiyi geliştirmek için müthiş bir yol. Birbirimizi anlamak için sorduğumuz bütün soruları yanıtlıyor. Alın yazısı meselesinin matemetiksel bir ifade olabileceği çok hoş bir şey. Ben, üç su, bir hava iki ateş, iki de toprak elementinden oluşmuşum. Sen de, üç hava, bir su, üç ateş, toprak hiç yok, toplamından toprak geliyor sende. Toprak olmaması şudur, mesela sen gereksiz kendini güçsüz, zayıf hissedebilirsin gün içinde. Olmadığın halde kendini öyle zannadebilirsin hatta. Toplamın gelen rakamın anlamı yaşama hangi misyonla geldini söyler. Seninki dört, dörtler değiştirmeye gelmiştir. Sen her şeyi değiştirmek istersin. Rutinden en çok sıkılan dörtlerdir. Sen de iki beş var. Beşler en zeki, en analitik, kafaları iyi çalışanlardır. Şakacı, sohbetine doyum olmayan tiplerdir. Asidir. Yazardır. Sen de erkek rakamı da çok. Seni annen erkek istemiş. Beni de mesela kız istemişler. Dişi rakamım çok. Ruh rakamın iki. Ne kadar katı gözükürsen gözük, içeride çok sağlam duygular var. Üç altı olması da çok ilginç.”

Kültür-Sanat Haberleri