En Baba Referandum Kampanyası Büyük Birlik’ten
Referandum kampanyasında “Retçiler, millet iradesi yerine baskı ve şiddet” isterken, “Biz evetçiler de baskı ve şiddete hayır diyerek millet iradesi” isteyeceğiz.
Millet iradesinden ve demokratikleşmeden yana olanlara bakarsınız, bu ülke için canları başta olmak üzere her türlü fedakârlığı göğüsleyenler olduğu görülecektir.
Retçi kesimlere bakıldığında da bu ülkenin kaymağını yiyip, milletin canına okuyan, baskı, şiddet, öfke, hukuksuzluk ve adaletsizliği esas sayan, kendilerinden başka hiçbir canlıya yaşam hakkı tanımayanlar olduğu görülecektir. İşte her iki kesim de ortada.
Bu farkı fark etmemek için dağda, bayırda, düzde, ovada, derede tepede bir taş olmak gerekir. Taşların ruhu yoktur, nereye koyarsanız orada kalır, üstüne ne yazarsanız razı olur, ne koyarsanız çeker, ne yöne döndürürseniz o yana döner. Yani istediğiniz gibi kullanabilirsiniz.
Kendisinin Allah tarafından yaratıldığına inanan ve bu inancı çerçevesinde, “ruhu ile düşüncesi arasında Allah için bir denklem kuran insanlardan” söz ediyoruz. Yoksa ruhu ile düşüncesi arasında köprü kuramayan insanlardan değil. Çünkü taşların ruhu yoktur.
Bedeni ile ruhu arasında, ruhu ile vicdanı arasında sağlam köprü kurabilen insanlar, ülkesinin ve milletinin geleceği için referandumda “Evet” diyecek, bunun tersine inananlar da “Ret” diyecekler. Böylece kimlerin barıştan, kimlerin kavgadan yana olduğu anlaşılacak.
Türkiye’nin en barışçı partilerinden birisi de Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun emaneti Büyük Birlik Partisi’dir. Mevcut yöneticiler şimdiye kadar Muhsin ağabeyin emanetine sahip çıktılar. Referandum kampanyasıyla da bunu gösterdiler.
Büyük Birlik Partisi, referandum kampanyasına Muhsin Yazıcıoğlu’nun 12 Eylül’de yaşadıklarıyla başlamış. 12 Eylül zulmünü herkes yaşadı, en çok da ülkücülerle, solcular faturasını ödedi. Bu fatura sahiplerinden birisi de Muhsin Yazıcıoğlu’ydu.
Mesela hâlâ şuna şaşarım. Gerçi bir insanın dünyaya veda saati gelmeden, ayetle de sabit olduğu gibi kimse ne öne çekebilir ne uzatabilir ama Muhsin Yazıcıoğlu’nun çektiklerinden sonra ayakta kalması da başlı başına Allah’ın çok özel bir lütfu bana göre.
Muhsin Yazıcıoğlu defalarca 12 Eylül zulmünü anlattı. Bir de anlatmadıkları vardı. Çünkü balta girmemiş ormanlarda yaşayan yamyamların bile kabullenemeyeceği nice sözlü ve fiili işkenceler çektiğini fakat konuşmasının kârdan çok zarar vereceğini düşünürdü.
Bırakın kendi yaşadıklarını, bizzat başkalarından dinlediği ve öğrendiği pek çok bilgiyi de paylaşmazdı. Toplumun dirliğinden ve birliğinden yana olan tavrı yüzünden, nice sırlar kendisiyle çekip gitti. Bunu bilen arkadaşları işte bu sebeple referanduma büyük bir güç ve kuvvetle; “Evet” demek üzere kampanyayı başlattılar. Allah onlardan razı olsun.
Beş ya da altı yıl önceydi, şimdi tam zamanını hatırlamıyorum, Muhsin ağabeyle birlikte Bingöl mitingine gitmiştik. Diyarbakır’dan Bingöl’e kadar zorlu bir kara yolculuğu yaptık, bütün tehditlere ve yol güvensizliğine rağmen şöyle demişti:
“Allah’tan gelene bir diyeceğimiz yok. Yürüyün; menzilimize varmak nasipse kimse engelleyemez, nasip değilse, onda da bir hayır vardır” der, gücümüz ve imkânımız nispetinde, menzile varmak için başka yollar deneriz.”
Mitingden sonra geceyi Bingöl’de geçirdik. Akşam kaldığımız otele onlarca partili ve sevenleri geldi. Herkes birtakım hatıralarını anlattı. Özellikle PKK’nın bölgede nasıl güçlendiğini ve kimlerle nasıl iş birliği yapıldığına dair iddiaları dile getirdiler.
Muhsin Bey duyduklarını zaman zaman titreyerek dinledi. İnanamadı, ağladı, “olamaz” diye isyan etti. “Çocuklar burada yurt savunması yaparken, en üsttekiler de makam, mevki ve imtiyaz savaşı veriyorlar” diye kendi kendine söylendi. Muhsin Bey’e anlatılanların pek çoğunu işitemiyorduk ama belli ki, doğru şeyler söyleniyordu.
O gece sabaha kadar uyumamış Muhsin Bey “Böyle bir ihanet olur mu” diye.
VAKİT