Kendinizden biraz bahseder misiniz? Edebiyat ile yollarınız nasıl kesişti? Nasıl Serkan Esen oldunuz?
1978 Muğla doğumluyum. 1996’da Bornova Anadolu Lisesi Almanca bölümünden, 2001’de Dokuz Eylül İşletme bölümünden mezun oldum. Çocukluğumdan beri İzmir’de yaşıyorum, ağırlıklı olarak da İzmir’de çalıştım. 15 yıl boyunca hazır giyim perakende sektöründe ulusal zincir mağazalarda, mağaza ve bölge yöneticiliği görevlerinde bulundum. Geçtiğimiz yıl içerisinde de emekli oldum. Yazarlık serüvenim de son dönemlerde başladı. 2017 yılının sonunda ilk kitabım “Vatansever Yüzyılın Lideri ve Yüce Türk Milletinin Bağımsızlık Hikâyeleri” 2 baskı halinde yayımladı. 2019 yılında “Eşi Olmayan Devlet Adamı Mustafa Kemal Atatürk” ve 2021 yılında da son kitabım “Baba Bana Atatürk’ü Anlat” yayımlandı. Son kitabım Baba Bana Atatürk’ü Anlat İzmir Yazarlar Kooperatifi Yayınları’nın kuruluşundan sonra çıktı.
Biz İzmir Yazarlar Kooperatifini İzmir’de yaşayan 9 yazar olarak bir araya gelip 2019 yılında kurduk ve bu özelliğimiz ile şu anda Türkiye’deki tek faal yazar kooperatifi durumundayız. 2022 yılında ağır pandemi koşullarından normalleşme sürecine geçişle beraber yazarlar kooperatifinin başkanlık görevine geldim. Yaklaşık 10 aydır da bu görevimi sürdürüyorum. Edebiyata nasıl başladım? Daha doğrusu yazı hayatım nasıl başladı? Özelikle çok kitap okuyan birisiyim. Aslında ben kendi çocuğuma Atatürk’ü anlatmak için, kitaplarda olmayan, eğitim müfredatında anlatılmayan insan Atatürk’ü anlatmak için yola çıktım. Zaman ilerledikçe aldığım notları birleştirerek bir kitap haline getirdim. Daha sonra bu kitabın çevrem tarafından çok beğenilmesi beni bu işi daha profesyonel yapmaya itti. İkinci ve üçüncü kitaplarımı da sadece kendi çocuğuma değil, bu ülkenin tüm çocuklarına ulaştırabilmek gayesiyle bastım. İlerleyen zamanlarda yazarlar kooperatifi yöneticiliği görevi de sorumluluklarıma eklendiği için artık daha aktif bir biçimde sektörün, sürecin içinde bulunuyorum.
Şimdi bu kadar konuştuğum bir sürü yazar oldu ama daha önce hiç sizin gibi “Çocuğuma Atatürk’ü anlatmak için bir kitap yazdım,” diyen biriyle hiç karşılaşmamıştım. Bu beni gerçekten çok mutlu etti. Hem Atatürk’ü anlatmak hem de çocuklara karşı bu derece hassasiyete sahip olmak aşırı büyük bir değer benim gözümde. Tekrardan sizinle tanıştığıma çok memnun olduğumu belirtmek istiyorum.
Yanılmıyorsam sloganınınız, “Benim tek derdim bu ülkenin çocuklarının okuması”. Bayağı çarpıcı ve nokta atışı bir hedef olduğunu belirtmekle beraber kendimi merak etmekten alamıyorum, neden böyle bir slogan seçme gereği duydunuz?
Kitap okumak bizi düzlüğe çıkartabilecek en önemli faaliyet, en önemli konu. İnsanı insan yapan ana değerlerin içerisinde, en temel ihtiyaçların da en temelinde, kitap okumanın olduğunu düşünüyorum. Bu sloganı oluştururken benim en çok etkilendiğim anılardan biri de yine Atatürk’e ait. Vasıf Çınar bir gün Atatürk’e biraz espriyle karışık soruyor, “Paşam elinde bir tarih kitabı var; yoruluyorsun, Samsun’a çıkarken de elinde kitapla mı çıktın? Bırak artık bir dinlen,” diyor. Bunun üstüne Mustafa Kemal, “Ben çocukken fakirdim. Elime geçen 2 kuruştan birini kitaba verirdim. Eğer o günlerde bunu yapmamış olsaydım bugün yaptığım işlerin hiç birisini yapamazdım,” diyerek cevap veriyor. Bütün başarılı insanların hayat hikâyesine baktığımızda aynı Atatürk’ün söylediği gibi yollarının bir şekilde kitaplarla kesiştiğini görüyoruz. Dolayısıyla aydınlanmaya giden yolun, bilinçlenmeye giden yolun ve insanlığı daha doğru bir noktaya, daha güzel bir dünyaya ulaştırmak için gidilen yolun kitap okumaktan geçtiğini düşünüyorum. Bu uğurda eğer biz gerek birey olarak gerek toplum olarak bir yere gelmek istiyorsak kitabı önce bir ihtiyaç olarak belirlemeliyiz ve hayatımızın her aşamasına onu sokmalıyız. Ben de o yüzden, “Benim tek derdim bu ülkenin çocuklarının okuması,” dedim. Çünkü okuyan çocuk sorgular, okuyan çocuk öğrenir, okuyan çocuk araştırır, okuyan çocuk merak eder, okuyan çocuk çalışmaktan, mücadele etmekten vazgeçmez. O yüzden okumanın bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Güzelliğe doğru giden dünyanın başlangıcı olduğuna inanıyorum. O sebeple ben bu sloganı kendime ilke edindim.
Bize İzmir Yazarlar Kooperatifi İZYAKO’dan bahseder misiniz? Siz kimsiniz? Amacınız nedir? Neyi hedefliyorsunuz?
Biz İzmir Yazarlar Kooperatifi olarak, biraz önce de söylediğim gibi, Türkiye’deki tek yazar kooperatifiyiz. İZYAKO kısaltmasıyla hareket ediyoruz. İZYAKO 2019 yılı Kasım ayında 9 yazarla kuruldu ve güncel olarak 9 yazarla devam ediyoruz. Bir kere kooperatif olduğumuz için bizde ortaklık sistemi vardır. Bizler de yasa gereği 9 ortakla devam ettiriyoruz. Ama Türkiye çapında ciddi bir yazar etkileşimine ulaşmış durumdayız. Kooperatifimizin en önemli özelliği, kurulduğu gün yayın evi ruhsatımızı almış olmamızdır. Kendi kitaplarımızı kendimiz basar hale gelmek istediğimizden böyle bir adım atma gereği duyduk. Bunun temel nedeniyse şu an Türkiye’de yazarlar, özellikle markalaşamamış yazarlar sektörün en az kazanan, hatta para kazanmayan, oyuncuları. Üstüne üstlük bu işi yaparken bir de cebinden kaybeden taraftalar. Biz bunun değişmesini istiyoruz. Biz yazarlar, emeğimizin karşılığını büyük meblağlar olmasa da, en azından işimizi sürdürülebilir hale getirebilecek kadar kazanmak istiyoruz. Bu yüzden de en önemli gelir kaynağımız olan telif haklarının daha ulaşılabilir, daha mantıklı şekilde ve daha insanca kazanılabilir hale gelmesini istiyoruz. Yazarın parasını kazanabileceği ama bunu yaparken de aradan birçok maliyet kalemini çıkartarak okuyucuya en ekonomik şekilde kitapları ulaştırabileceği; yani hem yazarın hem de okuyucunun kazandığı bir ortam yaratmak istiyoruz. Bunun yolu da kooperatiften geçiyordu tabii. Kooperatifin bir diğer ulvi amacı bize ve okuyucuya olan katkısının yanı sıra bir de toplum bilincinin artırılması. Biz İzmir’den, kendi kapımızın önünden başlayarak bu ülkenin tamamında kültürel ve sosyal hayata katkı sağlamak derdindeyiz. Bu hedeflerimiz bizi İzmir Yazarlar Kooperatifi’ni kurmaya itti.
Faaliyetlerinize çok talep/ katılım oluyor mu? Takipçi kitlenizden memnun musunuz?
Şöyle ki, biraz önce söylediğim gibi biz 2019 yılında kurulduk ama 2022’nin başına kadar pandemi koşullarından dolayı sahada olamadık. Sadece bu süreçte kuruluş çalışmaları ve yeni kitap basımı söz konusu oldu. Tanınırlığımızla ilgili hiçbir adım atamadık, atma şansımız da yoktu. Çünkü pandemi koşullarında etkinlikler yapılamıyordu, bizler de dışarı çıkamıyorduk ama 2022’nin başından beri emekleme sürecini başlattık. Şu anda da ivmemizi her geçen gün artırarak koşma noktasına geliyoruz. Artık daha çok sahadayız. Hem halk tarafından hem de yazarlar camiası tarafından tanınırlığımız git gide büyümeye başladı. Memnun muyuz? Elbette memnun değiliz, daha da artması gerekiyor. Ama bu doğal bir süreç, bir anda olacak bir şey değil. Yavaş yavaş olacak. Biz faaliyet yaptıkça ancak bir şeyler oluyor. O yüzden yaz dönemi yayıncılık sektöründe, kitap sektöründe ölü sezondu bizim için. O süreç içerisinde hiçbir şey olamadı. Aslında şurada iki üç aylık faaliyetlerle bile çok ciddi etkileşimler sağladık. İzmir’den Konya’ya kadar büyük bir yazar camiasına ulaştık, bir dostluk köprüsü kurabildik. Bunu yapabilmek için çok uzun yıllardır uğraş veren ama bizim ulaştığımız noktaya gelememiş dernekler var. Kısa zamanda çok iş yaptık fakat memnun değiliz. Daha fazlasını yapmak zorunda hissediyoruz kendimizi.
Bu faaliyetlerinizi dinlemek, tabiri caizse edebiyata karşı olan umudumu yeşertiyor. Çünkü içinde bulunduğumuz koşullardan, niteliksiz çoğu kişinin çok hızlı bir şekilde kitap bastırıp yazar sıfatı alabilmesinden dolayı, git gide edebiyata olan umudumu kaybetmeye başlamıştım. Fakat böyle girişimlerin büyüyüp gelişmekte olduğunu bilmek umutlarımı tekrardan yeşertiyor. Beni çok mutlu ediyor.
“Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır,” diyor Mustafa Kemal. Dolayısıyla böyle bakmak gerekiyor. Dünya birçok umutsuz dönemden çıktı. Unutmayın ki Japonya daha umutsuzdu atom bombasının ardından. Almanya Nazi ekonomisinden, Nazi katliamından, Nazi iktidarından çıktığı zaman daha umutsuzdu. Avrupa birçok sıkıntılı süreci geçirdiğinde daha umutsuzdu. Umutsuz olmamız için bir sebep yok. Aksine çalışmak için, mücadele etmek için çok sebep var. Ama umutsuz olup, çalışıp mücadele etmeyi bırakırsak o zaman kaybeden taraf oluruz. Biraz nostaljik bir cevap oluyor ama doğrusunun bu olduğuna inanıyorum.
Hızla dijitalleşen, gelişip değişen dünyada sizce edebiyatımız aynı kalır mı? Teknolojinin edebiyatımıza olan/ olacak etkileri hakkında görüşlerinizi alabilir miyim?
Aynı kalamaz. Mümkün değil aynı kalması. “Değişmeyen tek şey değişimdir,” diye bir söz var. Nasıl ki her yeni yüzyıla geçişte hayatın her safhası değiştiyse, edebiyat da değişir. Bu çok normal bir durum. Kaldı ki edebiyatımızın hem dünyada hem de ülkemizde yeni yeni şekillenmeye başladığı dönemlerde hayatlarımızda olmayan teknoloji kavramı artık hayatımızın ta kendisi olmuş vaziyette. Her kuşağın birbirinden farkını ayırt edebilmek için X, Y, Z diye kromozom sayar gibi kuşakları nitelendiriyoruz. Böyle bir durumda edebiyatın da yerinde sayması mümkün değil. Kendi yerinde sayan bir yazar, bir yayınevi, adını her ne koyarsanız artık kaybolmaya mahkûmdur. Daha düne kadar hayalimizde bile yer almayacak boyuttaki e-ticaret sektörünün bir pandemiyle nerelere geldiğini hepimiz gördük. Dolayısıyla hem kitabın hem de içeriğinin teknolojik yaşam tarzlarımıza, hayatlarımıza girmesi kaçınılmaz. Bundan elli yıl önce yazılmasını bırakın düşünülmesi bile tabu olan kavramlar bugün yazılabiliyor, konuşulabiliyor, söylenebiliyor hatta ve hatta televizyonda izlenebiliyor. Bundan 20 yıl sonra bambaşka şeyleri konuşuyor olacağız. Bambaşka meslekler hayatımızın içerisinde olacak. Bambaşka insan tipleri, davranış kalıpları hayatımıza girecek. Edebiyatın asıl beslenme kaynağı olan yaşam değiştikçe edebiyat da değişecektir. Değişmek zorunda. Dolayısıyla aynı kalmasını beklememiz mümkün değil.
Yani hayat değiştikçe edebiyat da ona uyum sağlayacak, ayak uyduracak diyorsunuz.
Tabi bizim zamanımızda, bilmiyorum hala okullarda var mı, şu iki kavram üzerinde durulurdu. İki akım daha doğrusu. Sanat sanat için mi? Yoksa sanat toplum için mi? Ben hep sanat toplum içindir düşüncesi savunan tarafta oldum. O çocuk aklımla bile ortaokuldayken, lisedeyken edebiyatla ilk karşılaştığım andan itibaren sanatın insan için yapılması, toplum için yapılması gereken bir kavram olduğunu savundum. Dolayısıyla toplum için yapılması gereken bir sanatın, edebiyatın, toplum değişirken değişmemesi mümkün değil.
Yeni yazarlara, yazma hayali olanlara neler söylemek istersiniz? Serkan Esen’in tavsiyeleri nelerdir?
Bir kere en önemli konu şu, çok okumak zorundalar. Yani buna bir antrenman gözüyle bakmaları lazım. Okuyamayan yazamaz, bu kesin bir kural. Yazsa dahi ortaya sağlıklı bir şey çıkmaz. Sadece popülist bir ürün olur. Çok kısa sürede tükenmeye, unutulmaya mahkûm olur. Lakin kendisi de ürününün kalıcı olmasını istiyor ise okumak, bunun yanında da araştırma konusunda kendini geliştirmek zorunda. Ayrıca Türkçesini çok iyi kullanabiliyor olması ve kolay pes etmemesi lazım. Kitap/ yayıncılık sektörü, biraz zor ve meşakkatli bir sektördür. Bu sektörde yaşayacağı olumsuzluklarda hemen bırakıp gitmemesi gerekiyor. Bu iş uzun soluklu bir iş. İlk kitabınız çıktığında hemen önünüzde okuyucu kuyrukları oluşmayacak hatta yakın çevrem dediğiniz çevrenin bile size çok yaklaşmadığını, sizi desteklemediğini görüyor olacaksınız. Daha ilk kitaplarınızda bunlar sizi pes ettirmemeli. Eğer pes ederseniz kaybedersiniz. Siz işinizi severek yapın, işinizi yapmaya iten şey asla para kazanmak olmamalı, iyi şeyler yapmak, doğru ve kaliteli eserler ortaya çıkarmak temel motivasyonunuz olmalı. Böyle olunca zaten gerisi geliyor. Hakkını vererek iş yapan bir süre sonra değeri bilinir hale geliyor.
Son olarak neler eklemek istersiniz?
Bizler İZYAKO, İzmir Yazarlar Kooperatifi, olarak ve ben özelde Serkan Esen olarak amacımızı bu ülkenin toplum hayatına, sosyal hayatına, kültürel hayatına fayda sağlamak olarak belirledik ve bu yoldayız. Özellikle bu konuda eğitim camiamızdan ciddi destek bekliyoruz. Çünkü biz İzmir Yazarlar Kooperatifi kurulurken hiçbir kapıyı, “Bize ucuza kiralık bir yer verin, bize bedava bir ofis verin, bize şu kadar mobilya bağışlayın,” diyerek çalmadık ve bundan sonra da çalmayacağız. Biz her şeyimizi kendimiz yaptık. Ama insanlarını kapısını sadece şunu diyerek çalıyoruz, “Bizi gençlerle buluşturun, bizim gençlerle buluşmamızda bize destek olun.” Biz insanların eline kitap ulaştırmaya çalışıyoruz, kendi eserlerimizi ulaştırmaya çalışıyoruz. Okunabilir, okunmaya değer işler yaptığımızı biliyoruz ve görüyoruz. Dolayısıyla insanlardan, özellikle eğitim camiasından, beklentimiz şudur; İzmir’de böyle bir yapı var, bu yapı büyüyor, gelin hep beraber büyütelim. Bu ülkenin sosyal hayatına, kültürel hayatına hep beraber dokunalım. Bir yandan da gençlere tekrar şunu söyleyeyim, yazmaktan korkmayın. Yazacağınız aklınıza gelen ne varsa yazın tabi ama hemen yayınlamayın, hemen yayınlamak biraz riskli. Bunu belli bir süzgeçten geçirerek yayınlama sürecine girin. Takıldığınız her noktada bize danışabilirsiniz, özellikle gençler. Ben kendi adıma şunu yapıyorum, 25 yaş altı olup da ilk kitabını yayınlayan her genç kardeşimin editörlüğünü ücretsiz yapacağımı sosyal medya hesaplarımdan deklare ettim. Şu anda 3 kişinin editörlüğünü yapıyorum. Bunun için para falan da almıyorum, ilk kitaplarından önce bir kendileri kazansın. İleriki eserlerinde bakarız diyorum. Dolayısıyla ne konuda danışmak istiyorlarsa gençler bize danışabilirler. Tekrardan söylüyorum İzmir’de böyle bir yapı var. Bu yapı samimi bir yapı, herkese kapısı açık. Son olarak zaten sektörde olan tüm yazar dostlara, üstatlara, abilere, ablalara seslenelim. Onlara da diyoruz ki, bu sektörde yaşadığınız sıkıntıları gençlerin yaşamaması için yola çıkmış bir kooperatif var. Bu kooperatife güç vermek, omuz vermek, sizlerin de boynunun borcu. Gelin hep beraber omuz omuza sen ben demeden güzel bir Türkiye için, kitap okuyan bir Türkiye için hep beraber mücadele edelim.