ECDADIMIZDA HOCAYA HÜRMET
İlerlemek ve yükselmek için hem ilme, hem de ahlâka ihtiyaç vardır. Bunlardan sadece birine önem verip, diğerini kaale almamak büyük bir hata olur. Tarih boyunca milletlerin felâketleri, devletlerin çökmeleri hep böyle hatalar yüzünden olmuştur, ilmin ihmali, gerçekleri zamanında görememeğe, yanılmağa ve gerilemeğe yol açar. Ahlâkın ihmali zulme, haksızlıklara, fitne ve fesada, içtimâi bünyenin bozulmasına, bağların gevşemesine, sayısız maddî ve manevî hastalıkların zuhuruna sebep olur. İlmi ve ahlâkı birlikte yürüten cemiyetler ise dirlikli, başarılı ve mutlu bir hayat sürerler. Bunun en güzel misallerinden biri Osmanlıların durumudur.
Gerçekten de Osmanlı Devletinin ilk devirlerinde, cemiyetin her tabakasında, ilim ve ahlâka canlı bir alâka ve içten bir sevgi gösterilmiştir. İmparatorluğun günden güne gelişen maddî, medenî, ve içtimaî ihtişamının ve birbirini takibeden askeri zaferlerin temelinde, bu temiz zihniyetten doğan manevî güçler bulunmaktadır. Daha sonraki asırlarda görülen duraklama ve gerileme ise idarecilerin, ilme, dini duygulara, ahlâka ve ahlâklı âlimlere artık önceki kadar değer vermemesi ile başlamıştır. Önceleri söz muhterem âlimlerde iken saray ve ordu sadece icraatçı durumundaydı. Daha sonra saray, vezirler, paşalar ve diğer sorumlu, selâhiyetli kişiler başlarına buyruk olmuş, akl-ı selimin, olgun kişilerin kontrolü üstüne çıkmış, idarede mutlak hakimiyet sağlamışlar; böylece kaba kuvvet ve entrika, zamanla dinî, ilmî ve ahlâkî unsurların yavaş yavaş geri plâna itilip zayıflamasına yol açmıştır.
İlk devirlerde padişahlar, küçük yaşlardan itibaren bir din âliminin nezaretinde terbiye edilir, dinî ve millî ideolojilere uygun şekilde yetiştirilirdi. Onlar Anadolu'ya niçin geldiklerini, nelere dayanarak hakimiyetlerini sürdürebileceklerini, kendilerini nelerin güçlendirdiğini dostlarını, düşmanlarını gayet iyi biliyorlar. Hocalarına hürmet ve riayeti tahta geçtikten sonra da devam ettiriyorlardı. İstanbul Fatihi Sultan Mehmed'in, hocaları Molla Gürânî'ler, Ak Şemseddinler ile olan münasebet ve muamelesi bunun, herkesçe bilinen misalidir.
Tarih kitaplarımızda, o devirlerde din âlimlerine, hocalara gösterilen hürmet ve itibara dair pek çok rivayet vardır. Biz aşağıda bunlardan, enteresan bulduğumuz birini nakletmek istiyoruz.
Osmanlı âlim, mutasavvıf ve şairlerini tanıtan kıymetli bir kaynak olan Hada'iku'ş-Şaka'ik adlı eserde, 2. Murad devri âlimlerinden Mevlânâ (Molla) Taceddin'den bahsedilirken şöyle deniyor:
"Hatiboğlu dimekle meşhur ve mezkûrdur. Zamanesinde olan ulema-i fazîlet-intimadan Mevlânâ Yegân Hazretlerinin hidmetlerine vâsıl olup tahsil-i fazilet ve tekmil-i meziyet eyledi...
"Mevlânâ Taceddin'in mahdum-ı saadet-mahtumu Mevlana Muhyiddin rivayet eyledi ki:
"Mevlânâ Yegân Hazretleri ikdam-ı azm-i sahih ve ihram-ı hazm-i sâdık ile Mekke-i Müşerrefeye gider iken, Kasaba-i İznik'e uğradıkta pederim Mevlânâ Taceddin-i İbrahim merahil-i revahil-i ikbal ile istikbal idüp, bir menzil-i bihişt-mümasilde inzal eyledi. Sünnet-i seniyye-i Nebeviyye üzre, emr-i ikram-ı dayfı itmam içün fâzıl-ı merkumu ziyafet eyleyüp, kuble-i izar-ı azâradan ehlâ ve i'tinak-ı gül-ruyan-ı ra'nâdan eşhâ et'ime-i zibâ ve nefais-i na'mâ bezi eyledi...
"Mevlânâ Yegân Hazretleri kasaba-i mezkûrede hammama girüp istîfa-yı hazz eyledikten sonra hurûc eyledikte vâlid-i mâcidim üstadlık hakkını riayet içün, ol ser-firaz-ı sudûr-ı ulemanın mübarek ayaklarını âb-ı pak ile gusl idüp, leb-i ta'zim ile telsîm ve şifah-ı tebcil ile takbil eyledi... Bu vaz'ın akabinde Mevlânâ Yegân hevlnâk âvâz ile 'Bârekallah Mevlana Taceddin!' — Mısra : Lutf u ihsan u kerem ancak olur, var olasın-didi; henüz anın mehabet-efza sadası daha kulağımdadır..."
Kısaca açıklamak gerekirse, Molla Taceddin, Molla Yegân'dan tahsil görmüş. Çok seneler sonra hocası hacca giderken, hac yolu üzerinde bir merhale olan İznik kasabasına uğramış. Molla Taceddin onu ta uzaklardan karşılamış, cennet misali bir hanede misafir etmiş, çok zengin çeşitler ile süslü ziyafetlerle ağırlamış. Hoca hamama gidip çıkınca, Molla Taceddin hocalık hakkına hürmet ederek onun ayaklarına su döküp yıkamış, üstelik derin bir, saygıyla ayaklarını öpüvermiş...
Bu parçayı zamanımız talebelerine ithaf ediyoruz.
Osmanlı, ulemaya, hocalara böyle hürmet ettiği için ilerlemiş, maddeten ve ma'nen yükselmişti. Biz, bu ahlâkı hor görüp bir yana bıraktığımız için bugünkü hallere düştük.
İnançlı kimseler olarak bize düşen görev, ilmi ve ahlâkı, hem kendi şahsımızda, hem de yakın ve uzak çevremizde, yeniden hâkim kılmak için olanca gücümüzü seferber etmektir. Tevfik Allah'tan!..
Mahmud Esad Coşan Hocaefendi
(*) Diyanet Gazetesi, s.196, 1 Eylül 1978, sf. 4, 12.