Eskiden evlerimiz, tüplü televizyon ekranları tarafından istila edilmeden önce, odalarımızın ve hayatımızın başköşesinde, radyo vardı.
O günlerde, günlük hayatın merkezini, radyo programaları, ajanslar, türküler, şarkılar, radyo tiyatrosu, arkası yarınlar kaplardı. Bütün milli maçlar radyodan naklen sunulurdu.
Radyo denilince, aklıma hep rahmetli dedemin, Grundig marka pilli radyosu gelir.
Soğuk kış sabahlarında, köyümüze henüz elektrik gelmeden önce, dedem sabahın erken vaktinde kalkar, hayvanların yemini, suyunu verirdi. Bu arada babaennem, sobayı yakar, mutfak olarak kullanılan öteki odaya gidip, kuzine ekmek fırınını yakar ve ekmek yapmaya başlardı.
Dedem ahırdan geldikten sonra, çayı sobanın üzerinde demlenmiş olurdu. Babaennem, önce onun çayını hazır ederdi.
Dedem, her zamanki gibi bir ayağını yanlamasına diğer dizinin üzerine atar, sekiz köşeli kasketini alnına yıkar, bir yandan pilli eski radyosunda TRT'de türkü dinler, bir yandan da sarı çizgili, ince belli çay berdağı ile höpürdeterek çay içerdi.
İçen de, bardak da, çay da çok asil dururudu.
İçilen çayın sesi, sobanın çıtırdısına karışarak, beyaz badanalı duvarlardan, ahşap tavana yükselir tüm odaya yayılırdı.
Ev, çayın rayihası ile babaennemin yaptığı taze ekmek kokardı.
Ben, dedemin radyodan türkü dinleyip çay içişini seyremekten çok keyif alırdım.
Akşamları evde, herkes sessiz, akşam ajansını dinlerdi.
Biz biraz gürültü yapacak olsak, "Sessiz olun çocuklar, ajans dinliyoruz." diye uyarılırdık.
O günler, Demirel'in, Ecevit'in, Türkeş'in, Erbakan'ın, Feyzioğlu'nun zamanıydı.
Dedem, ajansları hep kendince ilginç yorumlar yaparak dinlerdi.
Odada misafir de varsa ki hep olurdu, ajans saati, adeta siyasi analiz saatine döner, herkes kendi görüşünce yorum yapardı.
Ama kimse kimseye kızmaz, darılmazdı.
Radyo, odalarmıza, sıcaklık, samimiyet, neşe ve canlılık getirirdi.
Bir radyocu olarak 13 Şubat Dünya Radyo günü vesilesiyle, tüm radyocu dostlara selam ve sevgiler...
Eftal Orhan