Olmuştur bir beş sene filan. Doğan Yayın Grubu, oturmuş kendi kendine yayın ilkeleri kararı almış ve bunu yayınlamışlardı. Bünyesinde barındırdıkları yazarlara bakıp bu medya grubunun bir 'yayın ilkesi' paydasında birleşebileceği ihtimali her ne kadar zayıf da olsa insanların hoşuna gitmişti o dönem. Ve elbette bizzat bildiriyi kaleme alanlar dahil kimsenin taktığı yoktu bu ilkeleri. Dostlar etikte görsün geyiğinden başka bir numara değildi bu. Ve ne acı ki, uçuruma doğru bu gidişi öyle kurusıkı etik, dümenden kural kaide yayınlamak da frenletmiyor... | |
Sadece son bir hafta içerisinde yaptıkları yayınlara bakarak bu dediklerimizi kanıtlamak mümkündür. 'Bir kadeh rakı'dan yola çıkıp 'Aysun kapandı' haberine ulaşmak için yıllar boyu beklemenin anlamı yok... Zaten son noktayı geçtiğimiz günlerde yayınlanan ilavelerinde çıkan Alman yayın yönetmeni koydu: "Hürriyet, Almanlar adına siyasi İslam tehlikesine karşı mücadele etmektedir..." Hemen size milli voleybolcu haberinden bir örnek vereyim: Ne diyor bu holdingin yayın yasası? Madde 16: Haberlerin araştırılması, hazırlanması ve yayınlanmasında her zaman dengeli, gerçeğe bağlı ve objektif davranılması şarttır. Yayımlanan haberde suçlanan tarafın görüşüne yer verilir. İlgilinin yanıt vermemesi veya kendisine ulaşılamamış olma hali aynı haberde belirtilir. Yayımlanan alıntılarda kişinin anlaşılmaz ya da gülünç duruma düşmesine neden olacak özetleme ve değişiklik yapılmaz. Aslında bunlar komünist Çin'den cuntacı Myanmar gazetelerine kadar artık meslekteki herkesin bildiği ve uyguladığı kurallardır. Doğan Yayın Grubu da bilmektedir şüphesiz. Ancak uymak konusunda durum biraz farklı. Bir kere yayın yaparkenki aşağılama çabası, çarpıtma, akılları sıra ironikleştirme mide bulandırıcı. Aysun'dan tek kelime yok, sadece dedikodu. İşin içine bir de karanlık çevreler ekleyince asparagas tadından yenmez sanılmış. Sonra tesettür ile çarşafı karıştırmak, Türkiye İran mı olacak soytarılığı için İranlı voleybolcu görüntüleri filan. Bir de şu madde var ki tam bir alem: 11- Kişilerin özel yaşamı -ilgilinin açık veya kapalı rızası olduğu anlamına gelen yaşam şekli ve kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında- yayınlara konu edilemez. Ne zaman uyuluyor bu kurala 'andıç medyası'nda. Haberin içindeki aktör kendileri oldukları zaman. Hemen örnekleyelim. Osman Paksüt ve dinlenme olayı. Birincisi haber Hurriyet.com.tr'den halka duyuruldu ve şöyle denildi: "Hurriyet.com.tr'nin edindiği bilgiye göre Paksüt, Kavaklıdere'de bulunan bir kulübe iki yakın arkadaşı ile yemeğe gitti." Bilerek bilgiyi karartmaya çabalama var burada. Zira sonra ortaya çıktı ki, Sayın Paksüt eski AKP'li ve adı ulusalcılarla filan anılan (bunlar birer iddia tabii) bir milletvekili ile yemekte. Ve aynı ortamda mahşerin üç atlısı gazeteci var. Sıkı durun; birisi haberi yazan, yani imzası olan, ikincisi siteyi yöneten, üçüncüsü ise gazeteden bir süre önce kovulan ve hukukçu eşi darbeyi ve idamları övmesiyle gündeme gelen gazeteci. Bütün bunlar bilinmekte ve açık. Aysun'un kocasının görüşünü bile almadan habere dahil eden, mahalle baskısı zevzekliğini desteklemek için hayali 'çarşaflı komşu' üreten zihniyet, kendisinin de aktörü olayı bilerek karartıyor. Ne ilginç değil mi? Şöyle bir düşünsenize: Sözgelimi Haşim Kılıç ile Bülent Arınç bir yemeğe çıktı ve aynı anda ortada Yeni Şafak, Zaman ve Star gazetelerinden üç gazeteci var. Bu andıç medyası yeri göğü nasıl inletirdi acaba? Şu hale bakar mısınız, birileri geçmişte kendi evinde hükümet kurdurduğunu söylüyor, sonra mahkeme üyeleri, cunta döneminde sivrilen gazeteciler ile aynı ortamlarda yemek yiyor filan... Öte yandan AKP'liler yanlış anlaşılır diye Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın kızının düğününe bile gitmeye çekiniyor. Bir de şu Leyla Gencer meselesi vardı ama yer kalmadı özür dilerim... |