Milliyet gazetesi yazarı Ece Temelkura, bugünkü köşesinde domuz gribine yakalandığını açıkladı.
Temelkuran, “Domuz gribi kurbanının acı hatıratı: Dayan Yoldaş!” başlığıyla kaleme aldığı yazıda şunları söyledi:
“Bir avuç dolusu ilaç alarak nihayet yazmaya derman bulabildiğim bu yazıyı tüm domuz gribi kurbanlarının şanlı direnişine adıyorum...
Önceki gün itibarıyla domuz gribi olduğum kanaatine varıldı. İtiraf edeyim, hastalık fazla popüler olduğu için bana bulaşmaz gibi gelmişti. Ne bileyim, bu kadar popüler olunca hastalığı ciddiye alamadım. Yine itiraf edeyim ki dalga geçmeye ve haber bültenlerindeki felaket senaryolarına gülmeye başlamıştım. Elbette, her aklı başında Türk insanı (ve Başbakan!) gibi ben de aşı olmadım! Sonuç: İki gündür dünya gerçekliğiyle domuz gribi gerçekliği arasında, halüsinatif bir evrende, yanımda tuvalet kâğıdı rulosuyla yatıyorum.
Bu ‘süreçten’ çıkardığım dersleri paylaşmak isterim:
1. New Yorker’da okuduğum bir makaleye göre ‘aşıya güvensizlik’ sadece bizim mazlum halkımıza ait değil. ABD’de de vaktiyle tıpkı bizimki gibi bir sağlık bakanı ‘Aşı olun’ dediği ve sonrasında bin kadar insan öldüğü için Amerikan halkı da aşıdan hazzetmezmiş. Ve fakat makaleye göre, aşıdan ölmek diye bir şey yok. Dolayısıyla olmak gerekiyor. Nedir? Ben bakana inanmam, New Yorker’a inanırım. Şu da var: Sağlık konusunda siyasilere duyduğum güvensizliğin son derece sağlam dayanakları var. Nihayetinde bu memlekette radyasyonlu çayları lıkır lıkır içip “Bak bana bir şey olmuyor” diyen bakanlar yüzünden Karadeniz’de binlerce insan kanser oldu, öldü.
2. Domuz gribi olmanın en kötü yanı nedir? Açıklıyorum: Televizyon izlemek zorunda kalmak. Kitap, dergi okunamıyor zira gözlük takılamıyor, göz sulanıyor vesaire. Dolayısıyla Türkiye televizyonlarına maruz kaldım son 48 saattir. Sonuç? Kendini, Batılı, çağdaş diye niteleyen TV’lerde ‘Hoppala yârim yaz geldi’ yayıncılık anlayışı hâkimken İslami televizyonlarda ha baba de baba doktrinasyon yapılıyor. Mehtap TV’de ‘ateizmden’ kanser gibi bahseden bir program gördüm, kanım dondu. Sunucu “Nasıl kurtuldunuz bu dertten?” diyor, canını ateizmden zor kurtarmış konuk cevap veriyor:
“Üç rüya gördüm!”
Komedi programı olmasını dilediğim ama olmayan onlarca program gördüm. Ürktüm. ‘Çağdaş’ kanallardan da korktum. Tahlil mecalime kavuştuğumda yazacağım bu konuyu.
3. Ben genellikle hastalıktan sıkıldığım için iyileşirim. Bu sebeple iki gecedir gördüğüm kâbusları sevgiyle kucaklıyorum. Yakında beni hastalıktan bezdirirler. Birinci rüyada sevgili Ahmet İnsel bir çorap fabrikasında ‘artı değer’ kavramını anlatıyordu. İzleyenler arasında soykırımcı El Beşir de vardı. Ve görüntüler manga çizimleri olarak akıyordu! “Manga karakteri olmuşum, ağlayanım yok” diye bir içlen, bir içlen! Bir de Diyarbakır Cezaevi’ni gördüm. Duvarda “Türkçe konuş! Çok konuş!” yerine “Bunu da açıklıkla ortaya koymak lazım” yazıyordu. Başbakan’ın en çok kullandığı sözlerden biri biliyorsunuz.
4. Domuz gribinde en kritik konu, organizasyon. Belli saatlerle tavuk suyu çorba, greyfurt suyu, ilaç, yemek vesaire getireniniz olması gerekiyor. Yani bireysel değil, kolektif bir çaba olması lazım. ‘Kolektif’ demişken, bu hastalığı da solculuktan kaptım korkarım. Zira ilk hapşırığım İstanbul Üniversitesi öğrencilerine yağmur altında destek verirken gelmişti. Hatırlıyorum.
5. Domuz gribi kafası olabilir, ilaçlara duyduğum genel güvensizlik olabilir, ama ne zaman azıcık iyileşsem bunun greyfurt suyundan olduğunu düşünüyorum. Dayan yoldaş! Dayan greyfurda!
Huzurlarınızdan çekiliyor, yatağıma dönüyorum.”