Dünyamızda açlık sınırında yaşayan ya da açlıktan ölen insanları bir kerecik unutursak eğer modern insanın oldukça iyi beslenen, sağlıklı yaşayan ve sahip olduğu besin kaynaklarının değerini, kendisine verilen yaşamın, sağlığın ve bedenin kıymetini iyi bilen bir varlık olduğu genellemesini yapabiliriz. Hangi gıdada ne kadar protein var; vitamin türleri, görevleri ve besinler arası dağılımı; kalori cetveli ve hesaplamaları gündelik bilgilerimizden artık. Rejim, kür, detoks, kolesterol, omega, toksin gibi sözcükleri sokakta, halk otobüsünde, evde ya da iş yerinde yapılan muhabbetlerde duymanız muhtemeldir.
Sağlıklı beslenme programı olmayan bir televizyon kanalı, sayfalarında bir medikal estetik uzmanına ya da diyetisyene yer vermeyen gazete takipçileri tarafından eksik bulunuyor.
Çocukken hesapsız yiyip içmelerimizin arasında nadiren duyduğumuz ‘sakınılacak üç beyaz’ muhabbetinin nerelere geldiğini görünce şaşırmamak elde değil. Sizler de farkında mısınız bilmiyorum ama eskiden sadece Aşçılık bölümü olan üniversitelerimizde Beslenme ve Diyetetik bölümleri açılmaya başladı.
İlk Çağ, Orta Çağ ve Yakın Çağ insanında beden terbiyesi
Sağlıklı beslenme endişesini modern insanın bir özelliği olarak kabul etmemiz eskilere bir haksızlık olarak görülmesin. Çünkü İlk Çağ, Orta Çağ ve Yakın Çağ insanı beden terbiyesini hep ruh üzerinden yürütmüşler; ruh sağlığı ve ruhun canlılığı için yiyip içmişler ve sağlıklı beslenme için ürettikleri bilgilerle ruhun dirilişini temin etmek istemişlerdir. ‘Yeryüzünde en kötü kap, tıka basa doldurulmuş bir midedir.’ diyen bilgenin öğütlediği en son şey: sağlıklı bir yaşam, sağlıklı bir bedendir. Bu öğüdün içerisinde her ikisini de bulmak mümkündür ancak eskiler bu öğütten iyi olmak, daha iyiye ulaşmak ve iyide kalmayı anlamışlardır.
Ruhumuz bedenimizin tam olarak neresinde bulunuyor?
Ruh veya günümüz deyişiyle tin, modern insan için korkular ve hastalıklar çağrıştıran bir kavramdır. Modern insan seküler bilimin verileriyle açıklayamadığı bazı sorunlarla karşılaştığı zaman bu kavrama tutunur. Pratik hayatınızda ‘psikoloji’ sözcüğünün yerini ve kullanımını bir sorgulayın. Ruhun ne kadar dar ve kısır bir alana sıkıştırıldığını anlayacaksınız. Geçtiğimiz günlerde Timaş Yayınlarından çıkan Psikoloji Sohbetleri, ruhun sıkıştırıldığı bu hücreye anahtar arayan kitaplardan. Yalan, şüphe, depresyon, evlilik, internet bağımlılığı, panik bozukluğu, baş ağrısı, uykusuzluk, yaşlılık gibi modern insanın ruhsal sorunlarıyla beraber Türkiye’de adeta psikolojiden dışlanan dua, din ve ibadet gibi manevi alanlara da değiniliyor.
Kendisini hem ekranlardan hem de basından tanıdığımız ve bu günlerde Ülke TV’de yayınlanan ‘İyi Bak Kendine’ programının yapımcı ve sunucusu Uğur Canbolat, alanının uzmanı pek çok bilim adamıyla yaptığı söyleşileri bu kitapta bir araya getirmiş. Psikiyatriyle ilgilenenlerin yakından takip ettiği meseleler üstüne söyleşen Canpolat, bu alana ilişkin pek çok bilgi ve birikimi birinci ağızdan paylaşma imkânı sunuyor okuyucuya. Sohbet ettiği insanlara alanlarıyla ilgili sorular yöneltirken açık ve anlaşılır olmasına özen göstermiş ve verilen cevaplarda günlük medya takipçisinin anlayamayacağı noktalara, sorduğu yeni sorularla açıklık getirmeye çalışmış.
Kendinizi nasıl hissetmek istersiniz?
Bu tür röportaj kitaplarının en güzel yönü pek çok alana ilişkin draje bilgiler sunuyor olması aslında. Kitapta kendisiyle sohbet edilen ve çoğunu yakından tanıdığımız yazarların tek tek kitaplarını okumaya ve fikirlerini öğrenmeye kalksak hayli zamanımızı alacağından eminim. Çoğumuzun belki de bunu yapmaya imkânı da yok. Bu yüzden kitabın alanına ilişkin bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum. Modern insanın ruhunu tanımak için bize kestirme yollar sunuyor.
Sıkı ve zevkli söyleşiler yapan Uğur Canbolat kitabın kapağından okuyucuya yönelttiği soruyla (‘Kendinizi nasıl hissetmek istersiniz?’) söyleşisine kaldığı yerden devam etmek istiyor. Söyleşmek isteyene duyurulur…
Zekeriya Şener- dunyabizim.com'dan alıntıdır