Her düşünce sistemi, din ve doktrin, gelişebilmek için insan unsuruna değer vermek, mümkün olduğu kadar insan fıtratına uygun uygulamalar yapmak zorundadır. Son din olan İslam’ın da farklı bir yaklaşım içinde olması düşünülemez. Çünkü, onun da muhatabı insandır. Bu meyanda, Bedir savaşı öncesinde Allah Resulü’nün, (s.a.s.) “Allahım! Eğer şu bir avuç müslümanı helak edersen, yeryüzünde sana ibadet edecek bir topluluk kalmayacaktır” diye gözyaşları içinde yalvarması, din için insan unsurunun önemine işaret etmesi bakımından, kayda değerdir.
Günümüzde de, inanmış, ideal bir Müslüman tipinin yetiştirilmek istenmesi, inanan insanlar açısından oldukça doğaldır. Hele, son ve evrensel bir dinin temsilcileri için, dindar bir nesil yetiştirmek idealin ötesinde bir görev olarak da adlandırılabilir. Şu sıralar gündemden düşmüş gibi görünen bu mesele, Türkiye’nin din-devlet ilişkileri tam anlamıyla rayına oturana kadar tartışılmaya devam edecektir. Peki bu nasıl mümkün olacak? Demokrasilerde siyasi iradenin böyle bir görevi yüklenmesi ne kadar doğru? Dindar nesil yetiştirmek istemesi demokrasiyle ne kadar bağdaşır? Bu ve bunun gibi soruların cevabı, dindar insan yetişmesinde etkili olan faktörleri açıklayınca kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Yüce kitabımızda, “Bir kavim, kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez” (Ra’d/13/11) buyrulur. Bu ayet, sosyo-kültürel değişimin olduğu kadar, günümüzde inanmış insan yetiştirilmesindeki en önemli faktörün “zihniyet değişimi” olduğunu vurgulamakta. Yani, inanan bir insan önce dimağını inandığı değerlerle bezemelidir. Her davranışın, müessese veya organizasyonun temelinde önce bir zihni boyutun olduğu bir gerçektir. Allah Resulü’nün, (s.a.s.) 13 yıllık Mekke dönemi boyunca yaptığının da bir zihniyet değişimini sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönemde, gerek inen ayetlerin içeriği, gerekse de Allah Resulü’nün, (s.a.s) uygulamaları, her davranışında cahiliye kokan şirk zihniyetini yıkıp, yerine “tevhit” zihniyetini ikame etme istikametindedir.
İnanmış insanın yetişmesinde ikinci boyut davranış boyutudur. Zihniyet ne kadar mükemmel, hangi oranda tutarlı olursa olsun, eğer davranışa dönüşüp, günlük hayata yansımıyorsa, yaşaması ve yaşatılması mümkün değildir. Bir dine inanan bir kimse, etrafına, çevresi ve olaylara inandığı zihniyetin gözlüğü ile bakar, hayatını ona göre tanzim eder. Bu meyanda, Hz. Ömer Efendimiz’in, (r.a.) 286 ayet olan Bakara suresini 12 senede ezberlemesi kayda değerdir. Günümüzde hafızlık yapan bir gencin Kur’an-ı Kerim’in tamamını 1-2 senede ezberleyebildiğini göz önüne alırsak, bu noktada akıllara, “günümüz insanı Hz. Ömer’den daha mı kapasiteli” sorusu gelir. Tarihin de böyle bir durumdan söz etmeyip, hatta aksini anlattığını nazara alırsak, buradaki asıl meselenin davranış olduğunu söyleyebiliriz. Yani Hz. Ömer başta olmak üzere Sahabe-i Kiram, inen ayetleri önce hafızasına nakşedip, sonra hayatına tatbik ediyordu. Ancak davranışa dönüştükten sonra yeni bir ayet ezberliyordu.
İnsan eğitiminde çevre, kalıtımdan sonra gelen en önemli faktördür. İnanmış insan yetişmesinde de aynı unsur söz konusudur. İnsan, kendi başına ne kadar sağlam bir inanca sahip olursa olsun, eğer çevre şartları aksi yönde akıp gidiyorsa, bir süre sonra onun da akıntıya kapılma tehlikesi söz konusudur. Allah Resulü, (s.a.s) Mekke döneminde 13 yıl boyunca uğraşmasına rağmen, Mekke İslam’ı besleyememiştir. Habeşistan’a yapılan hicret, bir arayışın ifadesidir. Ancak, orada da Hıristiyan kültürü hâkim olduğu için, istenilen tam gerçekleşememiştir. İşte, daha sonra Akabe biatlarıyla ortamı hazırlanan Medine’ye yapılan hicret, sadece, zulme uğrayan Müslümanların sıkıntısız bir ortama ulaşma amaçları değil; aynı zamanda yeni zihniyete uygun bir çevre oluşturma çabasıdır. Nitekim, ilerleyen yıllarda İslam’a, Mekke döneminin aksine, fevc fevc katılımın olması, bir zihniyetin hayat bulabilmesi için çevre faktörünün ne kadar önemli olduğunu, ortaya koymaktadır.
Son olarak, inanmış insanın yetişmesinde önemli olan, üzerinde durulması gereken faktör müesseseleşmedir. Bir kültürün, nesilden nesile, asırdan asıra aktarılmasının yolu ancak müesseseleşme ile mümkün olacaktır. Nitekim, Allah Rasulü, (s.a.v.) daha Medine’ye varmadan Kuba mescidini, varınca da en kısa zamanda Mescid-i Nebevi’yi inşa etmiştir. Eğitim organizasyonunu Suffe ile başlatan Allah Resulü, (s.a.s) mali sıkıntısı olanlara ilk başta yardım başlatırken, daha sonra da zekat müessesesini devreye sokmuştur. Temeli bu şekilde atılan İslam’ın, özellikle ikinci halife Hz. Ömer zamanındaki profesyonel olarak değerlendirilebilecek müesseseleşmesinin, günümüze kadar gelmesinde çok önemli fonksiyonu olmuştur.
İçerisinde bulunduğumuz şartlar ve konjonktürde, devlet eliyle, inanmış bir neslin yetiştirilmesi mümkün olmayabilir. Ancak, hükümet, yapacağı düzenlemelerle “dindar bir neslin yetiştirilmesine” katkıda bulunup önünü açabilir.
tahaunal80@gmail.com