Zaman gazetesinde "Taha Kıvanç" müstear ismiyle medya - eleştiri yazıları yazan Fehmi Koru, Deniz Feneri davasıyla ilgili çarpıcı tespitlerde bulundu. Almanya'da "Deniz Feneri"ne uygulanan çifte standartı gözler önüne seren Koru, bunun bir oyun olabileceğini düşünüyor.
İşte Fehmi Koru'nun o yazısı...
Her dört kişiden biri ajan ise...
Gündem o kadar yoğun ki, futbolda şikeden daha az önemli olmayan nice konu gazete sütunlarında öksüz kalıyor... Önemli konuların öksüz kalmasını da benim yüreğim kaldırmıyor...
Cuma günü Radikal'de İsmail Saymaz imzalı "Mersin'de beş Protestan'a bir ajan düşüyor" haberi sözgelimi: Mersin ve Tarsus'ta toplam 20 Protestan yaşıyormuş... Protestan Cemaati üyelerinden üç kişinin 'Jandarma elemanı' olduğu biliniyormuş zaten; o üç kişiden biri 'başpapaz' konumunda biri, diğer ikisi de İncil satışı yapan bir yayınevinin çalışanıymış...
Zirve Davası'yla ilgili soruşturmalar sırasında, bir gizli tanık, bir dördüncü 'ajan' ismi daha vermiş... O eleman Mersin Jandarma istihbaratında görev yapan bir astsubaya bağlı olarak sızmış Protestan Cemaati içerisine... "Doğru mu?" diye sorduklarında, "Evet" demiş astsubay, "Kendisini misyonerlik faaliyetleri konusunda haber elemanı olarak kullandım..."
20 kişilik Cemaat'in dörtte biri 'tescilli ajan', sizin anlayacağınız... Acaba geri kalan 16 kişi gerçek Protestan mıdır dersiniz?
Misyoner faaliyetleri söz konusu olduğunda benim zihnime hemen 30 yıl kadar önce yaşadığım bir olay üşüşür. Milli Gazete'yi yönetirken, dindar insanların çocuklarını gönderdiği bir özel okulda İngilizce öğretmeni olan bir genç ziyaretime gelmiş, yakınlarının yoğun bir Hıristiyanlık propagandasına maruz kaldığını anlatmıştı.
Yanında 'vaftiz töreni' fotoğrafları getirdi aynı genç... Bana, "Ne olur, misyonerlerin bu tehlikeli faaliyetini deşifre edin, gençleri kurtarın" ricasında bulunarak...
"E, ne olmuş?" demeyin, çünkü devamı var... 2001 yılı sonunda, iki gazetede ayrı ayrı manşet oldu aynı genç, birkaç da TV programına çıktı; 'Türkiye'deki Protestan Cemaati'nin lideri' sıfatıyla... 15 yıl önce bana misyoner faaliyetlerini 'ihbar eden' gencin kendisi de sonunda Hıristiyan mı olmuştu? Acaba?..
Bilemem... Karanlık ortamlarda kimin elinin kimin cebinde olduğunu bilemezsiniz çünkü...
Almanya'da başlayıp Ankara'da Kanal-7 yöneticilerinin tutuklanmasıyla devam eden 'Deniz Feneri e.V' davası da, bana en baştan itibaren hayli karanlık göründü. Söylenenlerle yapılan arasında bayağı farklar var çünkü...
Dava neredeyse bütünüyle 'e.V'nin mali işlerine bakan birinin 'itirafçı' haline dönüşmesi sonrası anlattıklarına dayanıyor. Onun yönlendirmesiyle Almanlar dava açtılar, onun verdiği bilgiler istikametinde gelişti dava, onun suçladığı kişileri mahkum etti Alman mahkemesi... Bütün bunları yaparken, 'muhbir vatandaş' ile ilgilenen Alman istihbarat örgütünden bir üst düzey yetkili de, duruşma salonunda hazırdı... Bütün duruşmalarda...
Bir ara Başbakan Tayyip Erdoğan'ın adını da davaya bulaştırmaya kalkıştı Almanlar...
İşin bir başka ilginç tarafı şu: Almanya'da da ABD'de olduğu gibi uzun sürecek davaların mahkeme-dışı anlaşmaya bağlanması mümkün... Savcılık suçlu olduğunuzu üstlenmeniz karşılığında daha az ceza istiyor, mahkeme de kabul ediyor... Bu dava da mahkeme-dışı çözüldü, ama nedense aylar boyu duruşmalar devam etti. Mahkeme duruşmalar sonunda en başta anlaşılan cezayı verdi...
Neden? Acaba sebep, duruşmaların medyaya malzeme teşkil etmesini sağlamak olabilir mi? Çünkü mahkemenin sürdüğü günlerde, Almanya'da ve Türkiye'deki malum gazeteler ve televizyonlarda büyütüldü bu dava...
Üzerine öldürücü darbelerle saldırılan dernek Almanya'daki hamiyetli vatandaşların muhtaç coğrafyalara para ve ayni yardım yapmasını sağlıyordu. Almanlar bu tür derneklerin varlığından hiç mutlu değiller. Kontrol edemedikleri, kendi dış politika tercihlerine uymayan yardımlar hoşlarına gitmiyor ve bu sebeple rahatsızlar; bir de Almanya'daki bankalarda yatıp kullanıma girecek paraların sınırları dışına çıkmasından...
Benzer faaliyetler yürüten başka dernek ve örgütlere de ibret-i âlem olmasını istedikleri için de, mahkeme-dışı anlaşmayla en baştan karara bağlandığı halde aylar süren duruşmalara konu ettiklerini düşünmüştüm Almanların...
Olabilir mi? Bana hâlâ olabilir gibi geliyor...
Anlayamadığım konu şu: Ankara'daki savcılar Almanya'da görülen mahkemede yargılanmamış isimleri sorgulamaya alır ve sonrasında tutuklama kararı verirken, herhalde bu kuşkuları hiç kaale almamış olmalı... Oysa hiç değilse içeriden bilgiler aktarmış 'sayın muhbir vatandaş' durumundaki derneğin Almanya'daki mali işler sorumlusunun Alman istihbarat örgütüyle ilişkisini ortaya çıkarmaya çalışabilirler...
Savcılar konuyu bir de bu yönde irdelemeli, mahkeme de "Bu işin arkasında başka bir iş olabilir mi?" sorusuna cevap aramalı. Unutmasınlar: Almanlar başbakan iken Tansu Çiller'in adını da uyuşturucu kaçakçılığı skandalına karıştırmaya kalkışmışlardı.
Onlar bunu hep yapıyor zaten...