Dr. HASAN KÖSEBALABAN / İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi / hkosebalaban@sehir.edu.tr
Her iki ülke de bölgenin demokratikleşmesi konusunda aynı görüşleri taşıyorlar. Türkiye stratejik, Mısır ise dil ve ideolojik yakınlığı nedeniyle Suriye’de Esad-sonrası siyasi yapıların belirlenmesi konusunda ortak hareket etme yeteneğine sahipler.
Seksen milyon nüfusuyla Mısır, Orta Doğu’nun ve Arap Dünyası’nın birinci, Afrika’nın ikinci en kalabalık ülkesi. Karadan Afrika ile Asya’yı, deniz yoluyla ise Avrupa ile Asya’yı birleştiren dünyanın en stratejik konuma sahip ülkelerinden biri. Muhteşem zenginliğe sahip tarihiyle her yıl milyonlarca turisti ülkeye çekiyor. Hal böyleyken bu ülkenin bölgenin en güçlü siyasi ve ekonomik aktörlerinden biri olması gerekirdi. Ancak Mısır bugün bölgenin en etkisiz ülkelerinden biri haline geldi.
1948 Arap-İsrail savaşının sarayın meşruiyetini zayıflatmasından yararlanan milliyetçi-sosyalist genç subaylar 1952’de yönetime el koydular. Darbenin asıl planlayıcısı olan Yarbay Cemal Abdünnasır’ın 1956’da ülkenin ikinci cumhurbaşkanı olarak göreve başlamasıyla Mısır tarihinde yeni bir sayfa açılmış oldu. Nasır bir yanda İhvan hareketinin başını çektiği İslami muhalefeti şiddetle bastırırken diğer yanda da Filistin davasını ve Arap birliğini öne çıkararak kendisine meşruiyet arıyor, böylece sadece Mısır’da değil bütün Arap Dünyası’nda milliyetçilik bayrağını dalgalandırıyordu. Ancak Nasır’ın rüyası 1967 savaşıyla hüsranla sonuçlanınca halefi Enver Sedat’la Mısır Batı dümenine girmiş oldu. Sedat İsrail’le 1979’da imzaladığı Camp David anlaşmasıyla ülkesinin İsrail adına Gazze bekçiliği rolünü kabul etti ve bunu hayatıyla ödedi. Halen yürürlükte olan bu anlaşmaya göre, Mısır savaşta kaybettiği Sina yarımadasını asker bulundurmama şartıyla geri aldı ve böylece zımnen Filistin davasından vazgeçerek Filistin meselesinde FKÖ, daha sonra da Hamas üzerinden İran ve Suriye’nin etkili olduğu ortamı hazırlamış oldu.
Sedat’ın öldürülmesiyle yerine geçen Hüsnü Mübarek’in 30 yıl süren rejiminin ayakta kalmasının tek nedeni Mısır’ın uluslararası sistemdeki bu aciz konumuna karşı çıkmayışıydı. Ülkeye ABD tarafından “barışa” katkısından dolayı -askeri harcamalar- için her yıl 1.2 milyar dolarlık yardımın gelmesi sağlandı. Mübarek bu parayla askerlerin durumdan memnun olmasını sağladı ve neticede ülkenin en önemli gücü haline gelen devasa bir askeri-ekonomik kompleks ortaya çıktı. Ordunun halk üzerindeki tahakkümü devam ederken, fukaralaştırılmış halka temel hizmetleri götüren, İhvan gibi İslami cemaat ve kuruluşlar oldu.
Askeri darbe felaketi
Arap Baharı sürecinde Mısır’da gerçekleşen yönetim değişikliğine ordu da destek vermişti. Açıkçası askerler bu destek sayesinde devrim sonrası süreçte iktidarı paylaşmak istiyorlardı. Ancak yapılan meclis seçimleri ordunun yakın olduğu partilerin değil, İhvan’ın bünyesinden çıkan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin ezici zaferiyle neticelenince ve üstelik aynı parti daha önceki kararından vazgeçip cumhurbaşkanı adayı çıkaracağını da açıklayınca bürokratik-otoriter sistem meclisi feshederek ve seçilecek cumhurbaşkanının yetkilerini kısıtlayarak duruma el koymak istedi. Ayrıca İhvan’ın güçlü adayı hareketin teorisyeni ve finansörü Hayrat el-Şatır Mısır Yüksek Seçim Kurulu tarafından veto edildi. Ancak bu müdahaleler Tahrir Meydanı’nı dolduran binlerce göstericinin sert tepkisiyle karşılaştı.
Karizmatik el-Şatır’ın yerine İhvan’ın aday gösterdiği, mütevazi bir görünüme sahip Muhammed Mursi iki turlu seçimin sonunda ülkenin beşinci ama ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı oldu. Kendi partisinin bile ilk adayı olmayan, yetkileri askerlerce törpülenmiş yeni Cumhurbaşkanı iktidar olmuş ama sanki muktedir olamamıştı.
Ancak Mursi Cumhurbaşkanı seçildiği ilan edilir edilmez soluğu binlerce insanın hınca hınç doldurduğu Tahrir Meydanı’nda aldı. Mursi meydanda güçlü bir konuşmayla halkı selamladı. Bu sadece Mübarek’in değil 1952’den bu yana süren baskıcı askeri dikta döneminin ve hatta bütün Arap dünyasındaki diktatörlük döneminin de kaçınılmaz sona erişinin de bir kutlamasıydı. Mursi Mısır halkının demokratik iradesine sahip çıkacağına dair Meydan’a söz verdi. Adeta Tahrir’e gelen mazlum Mursi’nin omuzuna bir el dokunmuş ve ona güç depolamıştı.
Tahrir’i arkasına alan yeni Cumhurbaşkanı’nın bundan sonraki adımları o kadar hızlı geldi ki Mısır iç ve dış politikasında bir Mursi kasırgası esmeye başladı. Kuzey Sina’da 16 Mısır askerinin hayatını kaybettiği saldırının hemen akabinde ülkenin gerçek gücünü temsil ettiğine inanılan Savunma Bakanı Tantavi’yi, silahlı kuvvetler komutanlarını ve muhaberat başkanını görevden aldı. Bu şahin generallerin yerine sivil otoriteye saygılı olduğu düşünülen genç isimler atandı. Mursi ayrıca seçimden önce Cumhurbaşkanı’ndan Yüksek Askeri Konsey’e aktarılan yetkileri geri aldı. Son olarak Mursi 40 kadar üst rütbeli subayı terfi ettirmeyip, emekliye sevketti. Mursi ayrıca kendisini hafife alarak adeta dalga geçen devlete ait gazetelerin genel yayın yönetmenlerini görevden alarak yerlerine kendisine yakın isimleri atadı. Mısır’ın demokratik olgunlaşma süreci için gerekli bu adımlardan sonra Mısır’ın başında güçlü bir seçilmiş Cumhurbaşkanı var.
Mursi gücünü Tahrir’den aldı
Dışpolitikada ise Mursi Mısır’ı potansiyel gücüyle uyumlu bir güce çevirmeye kararlı olduğunu gösteren adımlar attı. Mursi dış gezi programının ilk durağı olarak Suudi Arabistan’ı seçmesi hem geleneksel olarak gergin olan Mısır-Suudi Arabistan ilişkilerinin ele alma hem de görevine bir umre ile başlama fırsatı verdi. Mursi’nin ikinci ziyareti ise Etiyopya’ya oldu ve burada Afrika Birliği zirvesine katılarak önemli bir konuşma yaptı. Her şeyden önce bir Afrika ülkesi olan Mısır’ın Nil nehrinin kaynağı olması nedeniyle hayati öneme sahip Batı Afrika siyasetinde güçlü bir rol oynaması bekleniyor. Sudan’ın bölünmesine göz yumması nedeniyle Afrika Mübarek’in dış politika karnesinde en zayıf notlardan biriydi.
Hiç şüphesiz Mursi’nin dış gezilerinin en çarpıcı olanı Bağlantısızlar Zirvesi’ne katılmak için Tahran’a gerçekleştirdiği ziyaret oldu. Mursi İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın huzurunda yaptığı ve İslam’ın ilk dört halifesine selamla başladığı konuşmasında İranlılara Tahran’da demokrasi dersi verdi. Mısırlı lider, İran’ın Esad rejimine desteğini şiddetle tenkit ederek, mazlum halkına karşı savaş ilan eden diktatörlere destek vermenin caiz olmadığını söyledi. Mursi’nin konuşmasını Farsça’ya tercüme eden resmi tercümanın Suriye’yi Bahreyn olarak kayda geçirme kurnazlığı ise Mursi’yi değil İran’ı gülünç duruma düşürdü.
1979 İran Devrimi sonrasında İran yıllarca Mısır’ı devrimci baskı altında tutmuş, buna tepki olarak Mısır İran’la diplomatik ilişkilerini askıya almıştı. Şimdi ise bu roller tersine çevrilmiş gibi: İran’ı demokratik devrim baskısı altına alan ülke Mısır haline gelmişti. Ancak Mısır’ın demokratik dönüşüm için bundan sonraki süreçte oynayacağı liderlik rolünün sadece İran ve Suriye ile sınırlı kalacağını düşünmek yanlış olur. Mursi’nin Tahran konuşmasının onun Suudi Arabistanlılar üzerindeki beğenilirliğini artırdığı tespit ediliyor. Arap Dünyası’nda Mısır’ın ve bir anlamda Arapların son karizmatik lideri Nasır’ın sosyalist kimliği ve İslam karşıtı politikaları nedeniyle sahip olmayı başaramadığı hayranlığı Mursi yakalamış durumda.
Mısır aktör olma yolunda
Türkiye henüz Mursi’nin yakın bir gelecekte ziyaret planladığı ülkeler (Malezya ve Brezilya) arasında görünmüyor. Bununla birlikte dış politika senkronizasyonu anlamında Mursi liderliğindeki Mısır’ın bölgede kendisine bulacağı en yakın ortağın Türkiye olacağı aşikar. Her iki ülke de bölgenin demokratikleşmesi konusunda aynı görüşleri taşıyorlar. Türkiye stratejik, Mısır ise dil ve ideolojik yakınlığı nedeniyle Suriye’de Esad-sonrası siyasi yapıların belirlenmesi konusunda ortak hareket etme yeteneğine sahipler. Diğer tarafta ekonomiyi dış politikanın merkezine alma anlayışı açısından Ankara ve Kahire arasında bir senkronizasyon oluşacaktır. Bir uçak dolusu işadamını Çin ve İran’a götüren Mursi doktriner bir klasik İhvan liderinden daha çok Özal, Gül ve Erdoğan benzeri bir görünüm veriyor.
Şüphesiz Mısır’ın yeniden bölgesel siyasette sahneye çıkması ve Suriye konusunda Türkiye’yle yakın bir işbirliği fırsatı yakalanması bölge ülkeleri arasında en çok İsrail’i tedirgin ediyor. İsrail işte tam da bu nedenle Arap Baharı’nın aslında bir Arap Kış’ı olduğunu iddia ediyor ve bu sürece destek veren Obama yönetimini kıyasıya eleştiriyor. İsrail’in en büyük korkusu Mursi’ye benzer bir şahsiyetin Suriye’de de işbaşına gelerek Türkiye-Suriye-Mısır’dan oluşan bir eksenin ortaya çıkmasıdır. Ürdün’deki rejimin de anayasal reformlarla demokratik bir niteliğe kavuşarak bu eksenin bir parçası olması kaçınılmazdır. İsrail böyle bir durumda kendisini tam bir kuşatma altına alınmış hissedecektir.
Mursi’nin hikayesi bize demokrasinin olağanüstü liderlik meziyetlerine sahip olmayan bir şahsiyeti bile nasıl güçlü bir lider haline getirdiğini gösteriyor. Mursi halkının desteğini arkasında hissettiği için güçlü bir lider. Ekonomik kalkınma gücünü halktan alan, seçilmiş ve halka hesap vermek zorunda olan liderler tarafından başarılır. Dış politikada demokrasiler güçlü bir performans sergilerken, otoriter bakıcı rejimler varoluşlarını borçlu oldukları sisteme her türlü tavizi vermek zorundadırlar. Bu nedenle demokrasilerde hürriyet ve demokrasiyi emperyalizmin yeni bir oyunu olarak gören zihniyet iktidar yüzü göremez.