Deccal Medine'ye Giremeyecek
Prof. Dr. M. Esad COŞAN - 08.10.1999 / Medine
"Medine'nin hiçbir giriş yeri yoktur ki, aralıklarından, dağların arasındaki gediklerden hiçbir gedik yoktur ki, orda bir melek bekçi olarak duruyor olmasın... Hep...
Prof. Dr. M. Esad COŞAN - 08.10.1999 / Medine
"Medine'nin hiçbir giriş yeri yoktur ki, aralıklarından, dağların arasındaki gediklerden hiçbir gedik yoktur ki, orda bir melek bekçi olarak duruyor olmasın... Hep...
sinde bir melek vardır. Hem de nasıl, ne sıfatla?.. (Şâhirun seyfehû) Kılıcını çekmiş vaziyette melek orda durur." Yâni meleğin kılıcı artık nasıl bir kılıçsa, oraya Deccal yaklaşamıyor, giremiyor. Korunmuş, mübarek bir yer. Allah-u Teàlâ Hazretleri görmeyenlere görmeyi nasîb eylesin...
Bu şehre Deccal giremeyecek. Biliyorsunuz, merak etmişsinizdir. Meraklı insanlar çok. Mehdi ile, Deccal ile ilgili haberler çok heyecanlı olduğundan, ihvânımızdan da, kardeşlerimizden de bunun kitaplarını alan, sözünü eden, her sohbette bunları anan kimseler var, biliyoruz. Siz de biliyorsunuz.
Deccal bir fitne çıkartacak, ortada öyle bir durum meydana gelecek ki, her değer hükmü ters dönecek, altı üstüne gelecek değer hükümlerinin... Çağırdığı şeye tabî olanlar, onun yanına gidenler cehenneme gidecekler. Onun cennet diye gösterdiği aslında cehenneme götürecek bir istikamet oluyor, taraf oluyor. Cehennem gibi görünen, yâni can ve mal zararı gibi görünen taraf ise aslında insanı cennete götüren bir yol oluyor.
Bu büyük bir fitne olduğu için, Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki: "Deccal'ın fitnesinden bütün peygamberler kendi ümmetlerini uyarmışlardır, aman Allah'a sığının diye ikaz etmişlerdir. Siz de Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığınınız!" buyuruyor.
Çünkü şaşırtıcı bir durum... İnsan kaba mantıkla, düz mantıkla çok derinlemesine düşünmeden sözlere kapılıp da aldanabilir. Tıpkı zamanımızıdaki gibi... Şimdi insanların gözdesi batı medeniyeti ama, en güzel medeniyetleri yok eden, korkunç, hunhâr, maddeci bir medeniyet... Koca Devlet-i Aliyye-i Osmâniyyemizi yıktılar ve yıkıntıları arasından dâimâ feryadlar geliyor. İşte Kosova, işte Bosna, İşte Bulgaristan...
Hattâ oralardaki hristiyanlarla bile temas kurmuş, görüşmüş olan arkadaşlar, Osmanlı Devleti zamanındaki durumlarının çok iyi olduğunu, o zamanı hasretle andıklarını duymuşlar, söylüyorlar. Adalet vardı, müsamaha vardı, saygı vardı, sevgi vardı. Hattâ bu Bosnalılar harbe girmeden önce, komşularıyla yine o Osmanlı terbiyesi icabı iyi geçiniyorlarmış. "Ne oldu birden anlamadık, bütün komşularımız hepsi birden bize saldırdı." diyorlar Bosnalı kardeşlerimiz.
Çünkü batılılar kışkırttılar. Mehmed Akif merhumun, "Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar" diye anlattığı, o medeniyet gibi görünen o canavar, işte insanları böyle birbirine kırdırıyor. Milyonlarca, yüzbinlerce insan zarar görüyor. Kimisi ölüyor. Çoluk çocuk, hanımlar perişan oluyor.
Hanımlar, en baştacı edilmesi gereken mahlûklar; kimisi annemizdir, kimisi eşimizdir, kimisi kızımızdır. Onlar ne kadar kötü muamelelere maruz kalıyorlar. Çocuklar ölüyor, yuvalar yıkılıyor, insanlar yerlerinden yurtlarından ediliyor.
İşte o dengeler Osmanlının yıkılmasıyla bozuldu. Halbuki ondan önce ne kadar anlayış vardı. Ermenilerden padişaha sadık kavim diye vekiller, paşalar oluyordu. Kürtlerden alaylar oluyordu. Boşnaklardan sadrazamlar, vezirler komutanlar geliyordu... Herkes birbiriyle gayet iyi geçiniyordu. Şimdi her şey karma karış oldu.
Dünya üzerinde maddeyi, menfaati değil de hakkı tutan, hakkàniyeti esas alan; Allah indinde sorumluluğunu düşünerek her yaptığı işi adaletle yapan insanların iktidarı kaybetmesi, dünyanın felâketi olmuştur.
Çünkü Osmanlı, nerede zulüm varsa, orda zulmün kaldırılmasına çalışmıştır. Kendisi zulmetmemiştir. İtiraz edenlere deriz ki: "Siz istilâ ettiğiniz yerlerdeki insanların durumlarını bir düşünün; bir de Osmanlıların hükümet kurduğu yerlerin durumunu düşünün!..
Osmanlı Anadolu'nun, Avrupa'nın orasını, burasını almış. Oradaki başka milletler, Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar, Ermeniler vs. Osmanlılarla iç içe, aynı şehirde, aynı beldede hürriyet içinde yaşamışlar. Hattâ Osmanlılar askerlik yapmışlar, onlar askerlikten de muaf olduklarından ticaret yapmışlar, zengin olmuşlar.
Yedi asır yaşamışlar. Ne asimilasyon var, ne eritme var, ne ezmek var, ne yıkmak var. Kiliselerini dahi aynen muhafaza etmişler. Papazlarına itibar vermişler. "Sorumluluk kenrdilerine ait. Yarın Allah'ın huzurunda, niçin müslüman olmadıklarının hesabını kendileri versinler. Ehl-i kitaptır diye, İsevî demişler, Mûsevî demişler, İsâ AS'a tâbî, Mûsâ AS'a tâbî demişler, sulh içinde yaşatmışlar; zulmetmemişler. Harbde dahi zulmetmemişler.
Ama aradan zaman geçince, emperyalizmin, bu tek dişi kalmış canavarın yaptıklarını görüyoruz.
Şimdi de İslâm ülkelerinin geri kalması için, çalışmalarını İslâm ülkeleri geri kalsın diye cehaleti teşvik; İslâm ülkeleri bozulsun diye fuhşiyatı teşvik; nesiller bozulsun diye her türlü kötülüğü yaymak, müstehcenliği yaymak, aile bağlarını koparmak; yhani şeytanın yapacağı bütün işleri sırf dünyevî menfaatler için yapıyorlar.
Halbuki Osmanlı gittiği yere medeniyet götürüyordu. Bunlar deniyyet götürüyor (mimsiz medeniyet), alçaklık götürüyor. Fuhşiyat yayılıyor, içki yayılıyor, nesiller çürüyor, millet mahvoluyor. Tabii bu propagandaların yüzünden değer hükümleri de altüst oluyor. İyi olan şeyler kötü sayılıyor, kötü olan şeyler de baştacı oluyor.
Bakıyorsunuz, İslâm'a göre çok büyük günah olan şeyler alkışlanıyor; İslâm'a göre çok iyi olan, öğülmesi gereken şeyler ayaklar altında... İyi insanlar hor, hakir; erâzil ve esâfil, yâni en rezil ve en sefil olan kimseler başlarda... Milletin hukuku, ümmetin hukuku gözetilmiyor; batılılarla işbirliği yapılıyor, yeraltı, yerüstü servetleri sömürtülüyor. Çok küçük bir azınlık nân ü nîmet içinde, izzet içinde dünyasını dünya ediyor; öbür tarafta ümmet-i Muhammed sefalet içinde...
İşte şurası dünyanın en zengin, kişi başına düşen maddî geliri en yüksek olan ülkesi... İki adım ötesinde, işte burası da dünyanın en fakir ülkesi, insanların içecek suyu yok!.. Bunların hepsi de İslâm aleminin bir parçası oluyor. "Bu ne biçim İslâm kardeşliği, bu ne biçim ahlâk?.. Bu ne biçim insanlık, bu ne biçim vicdan?" diye insan isyan ediyor bu manzaraya...
İşte Deccal fitnesi de böyle... Deccal fitnesi de insanlara gerçekleri ters gösterecek bir şey. Deccal diyecek ki:
"--Ben sizin tanrınızım!"
Mü'minler bunu anlayacak, alnında (hâzâ kâfirun) yazılı olduğunu görecek, "Yalancısın sen!" diyecek. Ama bazıları Deccal'e tanrı diye tapacaklar.
Şimdi de bazı insanların dini imanı bırakıp da nereye yöneldiklerini, neleri esas aldıklarını, hayatlarındaki amaçları olarak neleri kararlaştırdıklarını düşünüverin!
Allah bütün ümmet-i Muhammed'e yardımcı olsun ve iyilere kuvvet versin... İyilerde kötülerin cesareti kadar cesaret olsa, kötülerin gayreti kadar gayret olsa; tabii iyiler çok olduğundan dünya iyiliğe erecek. Ama kötülerin cesareti, şirretliği ve çalışması çok olup da, iyiler suskun ve küskün, ezgin ve bitkin olunca, çalışmayınca, gayret göstermeyince, kötülerin dediği oluyor ve dünya, alem fesada gidiyor. Yâni kıyamete doğru gidiyor.
Halbuki Peygamber Efendimiz diyor ki insanlar bir gemiye binmiş gibidir. Alt kattakiler geminin altını delerlerse, üst kattakiler de zarar görür. Binaen aleyh, gemiyi muhafaza etmek lâzım, kimseye gemiyi tahrib ettirmemek lâzım! Çünkü batarsak, hep beraber batacağız.
Şimdi Türkiye'ye bakıyorum ben.
dışarıdan tam olarak görülüyor. İktisadına bakıyorum, siyasetine bakıyorum, insanların konuşmalarına bakıyorum, gazetelere bakıyorum; korkunç husumet, kin, kutuplaşma... Korkuyorum, bu insanlar fırsat olsa, fırsatını bulsalar birbirlerini kıtır kıtır kesecekler. Halbuki bunlar aynı milletin evlâtları, birbirleriyle dost olması gereken kimseler.
Bu şehre Deccal giremeyecek. Biliyorsunuz, merak etmişsinizdir. Meraklı insanlar çok. Mehdi ile, Deccal ile ilgili haberler çok heyecanlı olduğundan, ihvânımızdan da, kardeşlerimizden de bunun kitaplarını alan, sözünü eden, her sohbette bunları anan kimseler var, biliyoruz. Siz de biliyorsunuz.
Deccal bir fitne çıkartacak, ortada öyle bir durum meydana gelecek ki, her değer hükmü ters dönecek, altı üstüne gelecek değer hükümlerinin... Çağırdığı şeye tabî olanlar, onun yanına gidenler cehenneme gidecekler. Onun cennet diye gösterdiği aslında cehenneme götürecek bir istikamet oluyor, taraf oluyor. Cehennem gibi görünen, yâni can ve mal zararı gibi görünen taraf ise aslında insanı cennete götüren bir yol oluyor.
Bu büyük bir fitne olduğu için, Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki: "Deccal'ın fitnesinden bütün peygamberler kendi ümmetlerini uyarmışlardır, aman Allah'a sığının diye ikaz etmişlerdir. Siz de Deccal'ın fitnesinden Allah'a sığınınız!" buyuruyor.
Çünkü şaşırtıcı bir durum... İnsan kaba mantıkla, düz mantıkla çok derinlemesine düşünmeden sözlere kapılıp da aldanabilir. Tıpkı zamanımızıdaki gibi... Şimdi insanların gözdesi batı medeniyeti ama, en güzel medeniyetleri yok eden, korkunç, hunhâr, maddeci bir medeniyet... Koca Devlet-i Aliyye-i Osmâniyyemizi yıktılar ve yıkıntıları arasından dâimâ feryadlar geliyor. İşte Kosova, işte Bosna, İşte Bulgaristan...
Hattâ oralardaki hristiyanlarla bile temas kurmuş, görüşmüş olan arkadaşlar, Osmanlı Devleti zamanındaki durumlarının çok iyi olduğunu, o zamanı hasretle andıklarını duymuşlar, söylüyorlar. Adalet vardı, müsamaha vardı, saygı vardı, sevgi vardı. Hattâ bu Bosnalılar harbe girmeden önce, komşularıyla yine o Osmanlı terbiyesi icabı iyi geçiniyorlarmış. "Ne oldu birden anlamadık, bütün komşularımız hepsi birden bize saldırdı." diyorlar Bosnalı kardeşlerimiz.
Çünkü batılılar kışkırttılar. Mehmed Akif merhumun, "Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar" diye anlattığı, o medeniyet gibi görünen o canavar, işte insanları böyle birbirine kırdırıyor. Milyonlarca, yüzbinlerce insan zarar görüyor. Kimisi ölüyor. Çoluk çocuk, hanımlar perişan oluyor.
Hanımlar, en baştacı edilmesi gereken mahlûklar; kimisi annemizdir, kimisi eşimizdir, kimisi kızımızdır. Onlar ne kadar kötü muamelelere maruz kalıyorlar. Çocuklar ölüyor, yuvalar yıkılıyor, insanlar yerlerinden yurtlarından ediliyor.
İşte o dengeler Osmanlının yıkılmasıyla bozuldu. Halbuki ondan önce ne kadar anlayış vardı. Ermenilerden padişaha sadık kavim diye vekiller, paşalar oluyordu. Kürtlerden alaylar oluyordu. Boşnaklardan sadrazamlar, vezirler komutanlar geliyordu... Herkes birbiriyle gayet iyi geçiniyordu. Şimdi her şey karma karış oldu.
Dünya üzerinde maddeyi, menfaati değil de hakkı tutan, hakkàniyeti esas alan; Allah indinde sorumluluğunu düşünerek her yaptığı işi adaletle yapan insanların iktidarı kaybetmesi, dünyanın felâketi olmuştur.
Çünkü Osmanlı, nerede zulüm varsa, orda zulmün kaldırılmasına çalışmıştır. Kendisi zulmetmemiştir. İtiraz edenlere deriz ki: "Siz istilâ ettiğiniz yerlerdeki insanların durumlarını bir düşünün; bir de Osmanlıların hükümet kurduğu yerlerin durumunu düşünün!..
Osmanlı Anadolu'nun, Avrupa'nın orasını, burasını almış. Oradaki başka milletler, Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar, Ermeniler vs. Osmanlılarla iç içe, aynı şehirde, aynı beldede hürriyet içinde yaşamışlar. Hattâ Osmanlılar askerlik yapmışlar, onlar askerlikten de muaf olduklarından ticaret yapmışlar, zengin olmuşlar.
Yedi asır yaşamışlar. Ne asimilasyon var, ne eritme var, ne ezmek var, ne yıkmak var. Kiliselerini dahi aynen muhafaza etmişler. Papazlarına itibar vermişler. "Sorumluluk kenrdilerine ait. Yarın Allah'ın huzurunda, niçin müslüman olmadıklarının hesabını kendileri versinler. Ehl-i kitaptır diye, İsevî demişler, Mûsevî demişler, İsâ AS'a tâbî, Mûsâ AS'a tâbî demişler, sulh içinde yaşatmışlar; zulmetmemişler. Harbde dahi zulmetmemişler.
Ama aradan zaman geçince, emperyalizmin, bu tek dişi kalmış canavarın yaptıklarını görüyoruz.
Şimdi de İslâm ülkelerinin geri kalması için, çalışmalarını İslâm ülkeleri geri kalsın diye cehaleti teşvik; İslâm ülkeleri bozulsun diye fuhşiyatı teşvik; nesiller bozulsun diye her türlü kötülüğü yaymak, müstehcenliği yaymak, aile bağlarını koparmak; yhani şeytanın yapacağı bütün işleri sırf dünyevî menfaatler için yapıyorlar.
Halbuki Osmanlı gittiği yere medeniyet götürüyordu. Bunlar deniyyet götürüyor (mimsiz medeniyet), alçaklık götürüyor. Fuhşiyat yayılıyor, içki yayılıyor, nesiller çürüyor, millet mahvoluyor. Tabii bu propagandaların yüzünden değer hükümleri de altüst oluyor. İyi olan şeyler kötü sayılıyor, kötü olan şeyler de baştacı oluyor.
Bakıyorsunuz, İslâm'a göre çok büyük günah olan şeyler alkışlanıyor; İslâm'a göre çok iyi olan, öğülmesi gereken şeyler ayaklar altında... İyi insanlar hor, hakir; erâzil ve esâfil, yâni en rezil ve en sefil olan kimseler başlarda... Milletin hukuku, ümmetin hukuku gözetilmiyor; batılılarla işbirliği yapılıyor, yeraltı, yerüstü servetleri sömürtülüyor. Çok küçük bir azınlık nân ü nîmet içinde, izzet içinde dünyasını dünya ediyor; öbür tarafta ümmet-i Muhammed sefalet içinde...
İşte şurası dünyanın en zengin, kişi başına düşen maddî geliri en yüksek olan ülkesi... İki adım ötesinde, işte burası da dünyanın en fakir ülkesi, insanların içecek suyu yok!.. Bunların hepsi de İslâm aleminin bir parçası oluyor. "Bu ne biçim İslâm kardeşliği, bu ne biçim ahlâk?.. Bu ne biçim insanlık, bu ne biçim vicdan?" diye insan isyan ediyor bu manzaraya...
İşte Deccal fitnesi de böyle... Deccal fitnesi de insanlara gerçekleri ters gösterecek bir şey. Deccal diyecek ki:
"--Ben sizin tanrınızım!"
Mü'minler bunu anlayacak, alnında (hâzâ kâfirun) yazılı olduğunu görecek, "Yalancısın sen!" diyecek. Ama bazıları Deccal'e tanrı diye tapacaklar.
Şimdi de bazı insanların dini imanı bırakıp da nereye yöneldiklerini, neleri esas aldıklarını, hayatlarındaki amaçları olarak neleri kararlaştırdıklarını düşünüverin!
Allah bütün ümmet-i Muhammed'e yardımcı olsun ve iyilere kuvvet versin... İyilerde kötülerin cesareti kadar cesaret olsa, kötülerin gayreti kadar gayret olsa; tabii iyiler çok olduğundan dünya iyiliğe erecek. Ama kötülerin cesareti, şirretliği ve çalışması çok olup da, iyiler suskun ve küskün, ezgin ve bitkin olunca, çalışmayınca, gayret göstermeyince, kötülerin dediği oluyor ve dünya, alem fesada gidiyor. Yâni kıyamete doğru gidiyor.
Halbuki Peygamber Efendimiz diyor ki insanlar bir gemiye binmiş gibidir. Alt kattakiler geminin altını delerlerse, üst kattakiler de zarar görür. Binaen aleyh, gemiyi muhafaza etmek lâzım, kimseye gemiyi tahrib ettirmemek lâzım! Çünkü batarsak, hep beraber batacağız.
Şimdi Türkiye'ye bakıyorum ben.
dışarıdan tam olarak görülüyor. İktisadına bakıyorum, siyasetine bakıyorum, insanların konuşmalarına bakıyorum, gazetelere bakıyorum; korkunç husumet, kin, kutuplaşma... Korkuyorum, bu insanlar fırsat olsa, fırsatını bulsalar birbirlerini kıtır kıtır kesecekler. Halbuki bunlar aynı milletin evlâtları, birbirleriyle dost olması gereken kimseler.
iskenderpasa.com